02 Flashcards

(31 cards)

1
Q

çapaçul

A
  1. Kılık kıyâfeti derli toplu ve düzgün olmayan, eşyâları ve yaşadığı yer düzensiz ve dağınık olan (kimse), derbeder, pasaklı:

Çocukken son derece çapaçul olduğum halde git- gide âdeta şıklaşıyordum (Reşat N. Güntekin).

  1. Düzensiz, dağınık, temizliği ve intizâmı ihmal edilmiş (yer, kılık vb.):

Mûsâ gene her günkü çapaçul kılığına bürünmüş (Reşat N. Güntekin). Direklerarası gösterildiği kadar ne çapaçul ne aşağı seviyede ne de terbiyesizdi (Burhan Felek).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

İÂNE

A
  1. Yardım:

Çocuk tabiatın hârikulâde bir iânesine mazhar olarak yatağa düştüğünün on altıncı günü iyileşmeğe başladı (Nâmık Kemal). Gökten geliyor bugün terânen / Olmaz mı biraz bana iânen (Abdülhak Hâmit).

  1. Yardım için toplanan para:
    Çoluk çocuk evde açız; iânenize muhtâcız (Tevfik Fikret). Bunun üzerine iâne toplanır (Hüseyin C. Yalçın).
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

İĞVÂ

A

Baştan çıkarma, yolunu şaşırtma, ayartma:

… ve kābil-i kurb-i ilâh olmuş iken benden sonra iblis iğvâsına giriftar olalar (Fuzûlî). Hîç ana nazîr olmaz iken tâlii gör kim / Anı da komaz hâline iğvâ-yı zamâne (Nef’î). Gözüm açıldı, niçin beni iğvâ ettiğini anladım, yeter (Ahmed Midhat Efendi).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

bîzâr

A
  1. Bıkmış, usanmış, bezmiş:

“Köhne, âvâre, bîhaber, bîzâr” (Tevfik Fikret).

  1. Tedirgin, rahatsız:

“Bu sineklerden pek bîzârım” (Burhan Felek).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

Dar

A

(Ar. dār) Birkaç bölümden ibâret mesken, ev, konak.

1. Önüne geldiği kelimelere “yer, mahal, mekân” anlamı katarak Arapça, bâzan da Farsça isim tamlaması şeklinde –özellikle kurum adları olmak üzere– çeşitli birleşik kelimeler yapar. Bunlardan bâzı örnekler ve daha güçlü kabul edildikleri için madde başı olarak alınanlar aşağıda gösterilmiştir:

Dâr-ı dünyâ: Bk. DÂRIDÜNYÂ. Dârü’l-aceze: Bk. DÂRÜLACEZE. Dârü’l-âhire – Dâr-ı âhiret: Öteki dünya, âhiret. Dârü’l-ahzan – Dâr-ı ahzan: Hüzünler evi (Hz. Yâkub’un, oğlu Yûsuf’u kaybettikten sonra kapandığı kulübe), külbe-i ahzan. Dârü’l-azab – Dâr-ı azab: Cehennem. Dârü’l-bedâyi: Bk. DÂRÜLBEDÂYİ. Dârü’l-bekā – Dâr-ı bekā: Âhiret.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

Mahviyet

“Şecâatinde bir güzellik vardır ki îtikādımca sükût ve mahviyetten doğar”
(Cenap Şahâbeddin).

A
  1. Alçak gönüllü olma durumu, alçak gönüllülük, tevâzu:

Benliği terket eğer insan olam dersen çalış / Kûşe-i mahviyyet içre i’tilâ göstermeğe (Karagöz Gazeli).

Şecâatinde bir güzellik vardır ki îtikādımca sükût ve mahviyetten doğar (Cenap Şahâbeddin).

  1. tasavvuf. Kulun kendisinde hiçbir varlık görmeyerek bütün iş ve davranışlarında Allah’ın küllî irâdesine teslim olması durumu, mahv hâli: Mahviyet, sâlikin kendisini bütün yaratıkların en aşağı ve bayağısı görmesidir (İrfan Gündüz).
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

harim

İşte o günlerde idi ki yurt aşkı ile gönül aşkı bir gün ansızın kalbimin harîminde birleşti (Aka Gündüz).

A
  1. Yabancılara yasak olan, yabancılardan korunan mukaddes yer:

Evlendikten sonra güya hemşîresi kendisi için daha az hemşîre olacak, bir yabancıya herkesten ziyâde harim olduktan sonra ona, kardeşine bîgâne kalacak idi (Hâlit Z. Uşaklıgil).

İşte o günlerde idi ki yurt aşkı ile gönül aşkı bir gün ansızın kalbimin harîminde birleşti (Aka Gündüz).

  1. Harem dâiresi.
  2. Câmilerde toplu namaz kılınan iç kısım, ana mekân, sahın: Esas olan harim, yâni ibâdet edilen yerdir. Süleymâniye’de bu en mükemmel şeklini bulmuştur (Ergun Göze).
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

Vardakosta

Şişman, boylu boslu, vardakosta bir karı… (Hüseyin R. Gürpınar’dan).

A
  1. Gösterişli, çalımlı, iri yarı (kimse, özellikle kadın):
    Vaktiyle biz bunların incilisini yapar, birkaç keseye satardık. Vardakosta bir hanımefendi: –Küçüklüğüm hatırıma geldi… (Ahmet Râsim). Hanım vardakosta bir şey… (Fahri Celâl).
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

Teşrin

Artık ne gelen ne beklenen var / Tenhâ yolun ortasında rüzgâr / Teşrin yapraklarıyle oynar (Yahyâ Kemal).

A

Eski takvimde ekim ve kasım (teşrînievvel ve teşrînisânî) aylarına verilen ortak isim:

Uzun müddet güneşte pişen meyveler teşrinlere doğru tatlı renkler içinde kokulanır, ballanır (Ahmet Hâşim).

Onun içindir ki vapurumuz ılık bir teşrin havasında Marsilya’dan kalkarken eşyâmı kamarama yerleştirip… (Refik H. Karay).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

müfîd

Fransa, İslavlık nâmına döktüğü para ve kanların kendisine müfit olamayacağını anlamaya başlamıştır (Ahmet Râsim).

A
  1. Fayda veren, yarar sağlayan, faydalı, yararlı:

Dediler gam giderir bâde çok içtim sensiz / Gam-ı hicrâna müfîd olmadı ol kan olmuş (Fuzûlî).

Îtimad, îtinâ, cesâret, ümmîd / Hepsi lâzım bu yurda, hepsi müfîd (Tevfik Fikret).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

hicrân

Yurt hicrânı çekiyor, yabancı toprağa alışamıyor (Refik H. Karay).

A
  1. Ayrılık, ayrılık acısı:

Yurt hicrânı çekiyor, yabancı toprağa alışamıyor (Refik H. Karay).

  1. İnsanın içinde yer eden, unutulmaz, onulmaz, dinmez acı:

Hepsi sırtında abâ günlerce / Gittiler içleri hicranla dolu (Yahyâ Kemal).

Bir hicrânım var ki ölsem yüreğimden çıkmayacak (Reşat N. Güntekin).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

HEREKLEMEK

A

Destek isteyen veya sarılıcı bitkilerin yanına herek dikmek ve bu bitkileri hereğe bağlamak.

Herek = Bitkilerin sarılması ve dik durması için yanlarına dikilen kazık: “Fasulya hereği.” “Asma hereği.”

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

KÜŞÂYİŞ – GÜŞÂYİŞ

A

Açılma, ferahlama, açıklık, ferahlık:
Oldu şüküfte devr-i hatında gül-i murâd / Fasl-ı bahârdır yine seyr et küşâyişi (Fıtnat Hanım).

ѻ Küşâyiş bulmak: Açılmak, ferahlamak:

“Bu sâde, basit zevklerle ne de güzel tatmin olur, ferahlar, küsâyiş bulurdu” (Sâmiha Ayverdi).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

rûberû

“arkadaşsızlaşma.. tehlikeli bir eğilim. kanlı canlı insanlarla ruberu etkileşim azaldıkça twitter’da birbirini zorbalayarak zaman geçiriyor halkımız.:

dünyadaki sert servet transferi ve sosyal medyalar patlamasının sonuçlarından biri herhalde. epey insanın hiç arkadaşı yok. bu kadar yalnızlık deliliğe sürükler.

A

zf. (Fars. rū “yüz” ve be- ekiyle rū-be-rū) Yüz yüze:

Ey Hayâlî çok çekerler gāziler gülbang-i hû / Sînesin eyler siper düşmâna karşı rûberû (Hayâlî).

Ebediyetle rûberû geliriz (Cenap Şahâbeddin).

Hakîkatte millî fikirle son iki senede rûberû geldik (Yahyâ Kemal).

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

İNDÎ

“Bence Beş Şehir, Tanpınar’ın zengin bir bilgi birikimine dayanarak yazmış olmasına rağmen, yer yer indî kanaatlerini de ifade ettiği, bütünüyle kendi poetik duyarlığını, hayallerini, yaşadığı devir hakkında açıkça ifade edemediği eleştirilerini, tarih, zaman ve şehir anlayışını yansıtan beş büyük denemeden oluşuyor. Evet, bir türden bahsetmek gerekirse, “deneme” derim ben.”

Beşir Ayvazoğlu

A

Herkesin kabul edeceği bir temele dayanmayan, sâdece bir kimsenin kendi kanâatına, kendi görüşüne göre olan: “İndî yorum.”

“Bu mütâlaaya mutlak bir mânâ isnat edilecek olursa o vakit tamâmen indî ve gülünç olur” (Fuat Köprülü).

“İndî bir tecrübede bana memleketin mânevî bir safhası göründü” (Yahyâ Kemal

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

ŞENÎ

“Trump bu kuralların her zaman ABD çıkarlarına uymadığı noktasından hareketle sistemi alt üst etti ve sadece güçlülerin hakimiyetine dayalı şeni bir ilişki modeli ortaya çıkardı. “

A

sıf. (Ar. şenā‘at “çirkin ve kötü olmak”tan şenі‘)

  1. Kötü, fenâ, çirkin:

Demek ki ettiğin cinâyeti müdriksin / Demek ki hayvandan şenî nev’-i mühliksin (Abdülhak Hâmit).

“Bu ne kadar şenî bir cinâyetti” (Ömer Seyfeddin).

  1. İnsanlık dışı, ahlâk dışı (fiil): Mehpeyker için bu muâmele, yalnız evvel gördüğü şeylerden değil dünyâda tasavvur edebildiği hakāretlerin cümlesinden şenî idi (Nâmık Kemal).
17
Q

BERHAVA – BERHEVÂ

“Nerede ise 80 yıl boyunca kademeli olarak ve büyük ölçüde ABD’nin önderliğinde oluşturulan bu sistem birkaç hafta içinde berhava edildi.”

A

. (Fars. ber- “üzere” ve Ar. hevā’ ile ber-hevā’ > berhavā) Havaya gitmiş, uçmuş, kaybolmuş.

ѻ Berhava etmek:
1. Patlayıcı bir madde ile havaya uçurmak: “Köprüyü berhava etmeye karar verdiler.”

  1. teşmil. Ziyan etmek, hebâ etmek, boşa çıkarmak: “Emeklerimi berhava ettin.”

Berhava olmak:

  1. Patlamak sûretiyle havaya uçmak.
  2. teşmil. Uçup gitmek, boşa gitmek, ziyan ve hebâ olmak: Her şey bitmiş, her ümit berhava olmuştu (Aka Gündüz). Tövbeler, duâlar hepsi berhava mı oldu? (Yâkup K. Karaosmanoğlu).
18
Q

KAVLÎ

A

(Ar. ḳavl “söz” ve nispet eki -і ile ḳavlі)

  1. Sözle ilgili.
  2. Söze dayanan, sözde kalan. Karşıtı: FİİLÎ: “Kavlî hal yolu.” “Kavlî iddialar.”
19
Q

İŞTİYAK

A

(Ar. şevḳ “arzulamak”tan iştiyāḳ) Büyük arzu duyma, özleme, özleyiş: Magda asabî bir iştiyakla kocasının beline sarıldı (Ömer Seyfeddin). Bu hasret bende geçen yaz deniz iştiyâkıyle başladı (Rûşen E. Ünaydın).

İştiyak duymak: (Bir şeye karşı) Büyük arzu duymak, çok özlemek: Tevekkeli Enderunlu Vâsıf bu günlere, bu saatlere, bu demlere nasıl bir iştiyak duymuş olmalı ki, “Bahrin bu şeb emvâc-ı safâ aştı boyundan / Vâsıf gidelim Göksu’ya İstinye Koyu’ndan” dememiş (Sâmiha Ayverdi).

20
Q

MUÂŞERET

A
  1. Birlikte yaşayıp hoş geçinme, karşılıklı iyi ve güzel ilişkiler kurma:

Zîra insan nâs ile muâşerete ve onlar ile dostluk dâiresinde yaşamaya mecburdur (Ahmet A. Konuk).

  1. (Âdâbımuâşeret’ten kısaltma yoluyle) Görgü kuralları: Avrupa muâşeret kāidelerindeki vukuf ve mahâretiyle, nâzikliğiyle, şen ve şuhluğu ile meşhurdu (Ömer Seyfeddin). Falsolu bir söz söylemekten, muâşerete aykırı bir harekette bulunmaktan ödleri kopuyordu (Safiye Erol).
21
Q

Yed

A
  1. El: Sıkardı kalbimizi sanki bir yed-i meçhul (Hüseyin Sîret). Kimin yedindedir âyâ irâdesi beşerin (Abdülhak Hâmit).
  2. mec. Güç, kudret: Birçok insanların yevmî rızkını yed-i ezel bir tabak haşlanmış kuru sebze hâlinde ayırmıştır (Ahmet Hâşim).

Yedullah: “Allah’ın eli” mec. Allah’ın her yere erişen gücü: Sükût nedir ağzımı açmam bile / Hâke atıldımsa yedullah ile (Muallim Nâci).

22
Q

DÛRÂDUR

Paris, o duradur mahşer şehri

A
  1. Uzaktan uzağa:

Âtıl sisler ve bulutlar dûrâdur ufku sarar (Enis B. Koryürek).
2. Uzun uzadıya:

23
Q

işret

A

İçki içme, içki: Elde fırsat var iken gel beri işret edelim (Bâkî’den). Ol gün sabahtan akşama dek işret meclisi olup ertesi göçüldü (Kâtip Çelebi’den Seç.)

24
Q

Fehvâsınca

Sahiplenmemenin yeterli olacağını düşündü, olmadı, “sükut ikrardan gelir” fehvasınca o adamın hiç bıkmadan ve yorulmadan atmaya çalıştığı çamurlardan sorumlu tutuldu.

A

zf. Gereğince, … sözü gereğince:

Bunlara benzer sözleri, kişi bilmediğine düşmandır fehvâsınca darbımesel ederdi (Kâtip Çelebi’den Seç.).

Hayır hayır, “Bir hakîkat kalmasın âlemde Allahım nihan” fehvâsınca dırıltılar nihâyet bulmalı, sû-i tefehhümler izâle olunmalıdır (Fahri Celâl).

FEHVÂ = Anlam, mânâ

25
TIYNET – TÎNET Teyze oğlu doğuştan küçük, sönük kalacak tıynette idi (Refik H. Karay).
Yaratılış, maya, fıtrat, hilkat Teyze oğlu doğuştan küçük, sönük kalacak tıynette idi (Refik H. Karay). TIYNETSİZ= Mayası bozuk, kötü yaratılışlı.
26
MÜTEBAHHİR İlber Ortaylı’nın Yahyâ Kemal ve Mükrimin Halil cinsinden çok konuşan, az yazan bir mütebahhir olduğu da söylenebilir. Sempatik, nüktedan ve müstehzî bir mütebahhir (Beşir Ayvazoğlu).
Bir ilim dalında engin bilgiye sâhip bulunan, o dalın gerçek uzmanı olan (âlim) Köprülüzâde Fuat Bey, Türkiyat sâhasında büyük bir mütebahhir ve âlim oldu (Ziyâ Gökalp).
27
Tansık
Mucize
28
ıralamak "Düşkünlere yardım Türk'ü ıralayan bir erdemdir."
Belirli bir ıra ile belirtmek, karakterize etmek Ira = bir şeyi benzerlerinden ayırt etmeye yarayan özellik, karakter
29
İVECEN Balçar’ın şerefine olduğu için mi, yoksa böylesine içmek içinden geldiği için mi nedense ivecen bir coşkunluğu vardı (Mustafa N. Sepetçioğlu).
Aceleci, canı tez, evecen, acul:
30
İSTİFHAM
1. Sorup anlama. 2. Bir husûsu anlamak için sorulan soru. 3. dilb. Soru.
31
ESÂMÎ
İsimler, adlar: Nâmevcud bulunanların esâmîleri üzerine işâret eyleyip… (Ferîdun Bey). Böyle demler geçer çoban bilmez / Hafta, ay, yıl esâmî-i eyyam (Recâîzâde M. Ekrem).