Birtakım Kelimeler Flashcards

(80 cards)

1
Q

dimağ
Arapça dimāġ

A
  1. isim, eskimiş Beyin.
  2. isim, eskimiş Zihin:
”Meclisin nerede toplanabileceği fikri dimağımızı işgal ediyordu.” - Atatürk
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

tekdüze

A
  1. sıfat Değişmeksizin, düzenli, aynı biçimde tekrarlanan, sürüp giden, tek örnek, muttarit, yeknesak, monoton:
”Yazıcı, tekdüze bir sesle çabuk çabuk okuyordu.” - Yusuf Atılgan
  2. zarf (te’kdüze) Değişmeyerek, aynı biçimde tekrar edilerek, bitevi, biteviye.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

adabımuaşeret
isim, toplum bilimi, çokluk, (a:da:bımua:şeret), Arapça ādāb + muʿāşeret

A

Görgü kuralları:
”Sen de ortaya bir adabımuaşeret meselesi atma!” - Peyami Safa

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

rayiç, -ci
isim, (ra:yiç), Arapça rāyic

A

Bir para biriminin veya malın satış ve sürüm değeri:
”Türk lirasının rayicinin en yüksek olduğu bir dönemden söz ediyorum.” - Haldun Taner

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

yadsımak

A
  1. -i Yaptığı bir işi, söylediği sözü veya tanık olduğu bir şeyi yapmadığını, bilmediğini söylemek, yaptığını saklamak, inkâr etmek:
”Söylediklerini sonradan yadsımış, duyduğu güvensizliği ortaya koymuştur.” - Selim İleri
  2. -i İlgili, bağlı bulunduğu bir şeye yabancı kalmak:
”Değerlerimizden kopmadan, şanlı geçmişimizi yadsımadan bir orta yol aramalıyız.” - İnci Aral
  3. -i Var olan bir şeyi yok saymak, yokumsamak
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

melamet
(mela:met, l ince okunur), Arapça melāmet

A
  1. isim, eskimiş Kınama.
  2. isim, eskimiş Azarlama, çıkışma.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

taahhüt, -dü
isim, Arapça taʿahhud

A

Bir şey yapmayı üstüne alma, üstlenme:
”Taahhüt işini ortağıma havale ettim.” - Aka Gündüz

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

taahhüt etmek

A

üstlenmek:
”Ayda bir, bir şeyler yazmayı taahhüt ederim.” - Ömer Seyfettin

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

gem vurmak

A
  1. hayvanın ağzına gem takmak.
  2. mecaz her türlü taşkınlığı, isteği, hevesi vb.ni engellemek:
”Senin bütün emellerin, azgın kalbinden korktuğun, ona gem vurmak istediğin içindir.” - Peyami Safa
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

meftun
sıfat, Arapça meftūn

A

Tutkun, gönül vermiş, vurgun:
”Şehriban’a hayran, meftun, mecnunca bağlı idim.” - Refik Halit Karay

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

temaşa
(tema:şa:), Farsça temāşā

A
  1. isim, eskimiş Hoşlanarak bakma, seyretme:
”Benden evvel çoluk çocuk bütün ev halkı hayvanı temaşaya çıkmışlar.” - Memduh Şevket Esendal
  2. isim, eskimiş Seyredilecek görüntü, görülmeye değer şey.
  3. isim, eskimiş Gezme, seyir.
  4. isim, eskimiş Oyun, temsil, piyes, tiyatro:
”Bazı meddahlar da Karagöz oynatmış, şahbaz, hayalbaz veya hayalî isimleriyle yaşadıktan sonra temaşa hayatımızdan el etek çekmişlerdir.” - Samiha Ayverdi
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

söz gelişi
edat

A

Bir düşünceyi açıklamak için örnek gösterileceğinde o örneğe giriş olarak söylenen bir söz, söz gelimi, söz misali, temsil, söz temsili, örneğin, mesela, bilfarz:
”Söz gelişi dün sırtında torbasıyla eskicilik yapan biri, bugün özel arabasıyla tiyatroya geliyor.” - Necati Cumalı

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

temaşa etmek

A

seyretmek, bakmak:
“Koca bir tarihin tutuştuğunu, çöllerde susuz yanan insanların çatlak dudaklarında temaşa ediyoruz.” - Aka Gündüz

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

teşbih
isim, edebiyat, (teşbi:hi), Arapça teşbīh

A

Benzetme:
”Eskilerin şiirde pek bol kullanmaktan hoşlandıkları elemanlardan birisi de teşbihti.” - Asaf Halet Çelebi

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

farazi
sıfat, eskimiş, (farazi:), Arapça farżī

A

Varsayımsal.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

berat
Arapça berāt

A
  1. isim Bir buluştan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent.
  2. isim, tarih Osmanlı Devleti’nde bir göreve atanan, aylık bağlanan, san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğu.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

banknot
isim, Fransızca bank-note

A

Kâğıt para:
”Tepside onluk, ellilik banknotlar dizi diziydi.” - Azra Erhat

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

rejim
Fransızca régime

A
  1. isim Yönetme, düzenleme biçimi, düzen:
”Hiç kimse Türkiye’de normal, sürekli ve dengeli bir basın rejimi yaşamış olduğunu iddia edemez.” - Burhan Felek
  2. isim Diyet:
”Sıkı bir rejim takip etmelidir.” - Refik Halit Karay
  3. isim Bir devletin yönetim biçimi:
”Çok partili rejime geçişte de daha çok siyasal nitelikte oyunlar yasaklanıyordu.” - Metin And
  4. isim, coğrafya Akarsu debisinin yıl boyunca gösterdiği değişikliklerin tümü.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

ecdat, -dı
isim, çokluk, (ecda:dı), Arapça ecdād

A

Geçmişteki büyükler, atalar:
”Ecdadının dilini neye beğenmiyorsun?” - Hüseyin Rahmi Gürpınar

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

taksim
Arapça taḳsīm

A
  1. isim Parçalara bölme, bölüştürme:
”Bu antlaşmalar, Osmanlı Devleti’nin taksimini öngörüyordu.” - Attila İlhan
  2. isim, eskimiş, matematik Bölme.
  3. isim, müzik Klasik Türk müziğinde faslın başında ve ortasında çalgıcının doğaçlama yöntemiyle yaptığı müzik:
”Davullar çalarken kemanlar taksim yapıyor, kanunlar derin bir ezgi ile titreşirken bando coşuyor.” - Aka Gündüz
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

intikal etmek

A
  1. yer değiştirmek:
”Sonra bahis yine sempati meselesine intikal etti.” - Hüseyin Cahit Yalçın
  2. anlamak, kavramak.
  3. miras olarak babadan çocuğa kalmak.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
22
Q

intikal, -li
(intika:li), Arapça intiḳāl

A
  1. isim Bir yerden başka bir yere geçme, geçiş.
  2. isim Anlama, kavrama:
”Onu son gördüğümde de öyle yaptım. İntikali yerinde idi. Güldü. O da bana birkaç fıkra anlattı.” - Haldun Taner
  3. isim Miras olarak babadan çocuğuna kalma.
  4. isim, fizik Öteleme.
  5. isim, ruh bilimi Geçişim.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
23
Q

aheste
(a:heste), Farsça āheste

A
  1. sıfat Yavaş, ağır.
  2. zarf Yavaş, ağır bir biçimde:
”Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın.” - Yahya Kemal Beyatlı
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
24
Q

tedvin
isim, eskimiş, (tedvi:ni), Arapça tedvīn

A

Derleme.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
25
telkin (telki:ni), Arapça telḳīn
1. isim Bir duyguyu, bir düşünceyi aşılama:
      "Bu telkin günlerce, haftalarca devam etti." - Ahmet Hikmet Müftüoğlu 2. isim, din bilgisi Talkın. 3. isim, ruh bilimi Bilinç dışı bir sürecin aracılığıyla, kişinin ruhsal veya fizyolojik alanıyla ilgili bir düşüncenin gerçekleştirilmesi:
      "İçinden gelen gizli bir telkin altında hareket ediyordu." - Peyami Safa
26
telkin etmek
aşılamak:
      "Her çeşit kokunun az çok manası yani telkin ettiği bir duygu vardır." - İbrahim Alâeddin Gövsa
27
imgelemek -i
Bir şeyin imgesini zihinde canlandırmak, hayal etmek.
28
imge
1. isim Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, hayal, hülya. 2. isim Genel görünüş, izlenim, imaj:
      "Efsanevi asi kız imgesine, bu imgenin kararlı ödünsüzlüğüne kavuşabilirdi." - Murathan Mungan 3. isim, ruh bilimi Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj. 4. isim, ruh bilimi Duyularla algılanan, bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylar, hayal, imaj.
29
ödün isim
Uzlaşmaya varabilmek için hak, istek veya savlarının bir bölümünden, karşı taraf yararına vazgeçme, ödünleme, ivaz, taviz:
      "Kalabalığa verilen her ödün, verenleri kendi benliğinden, kişiliğinden uzaklaştırıyor." - Necati Cumalı
30
ödün vermek
ödünle uzlaşma sağlamak:
      "Karşılıklı ödünler vererek hoşgörü havası içinde dostluklarını sürdürüyorlardı." - Hıfzı Topuz
31
tatbik isim, (tatbi:ki), Arapça taṭbīḳ
Uygulama.
32
aliterasyon isim, edebiyat, Fransızca allitération
Şiir ve nesirde uyum sağlamak için söz başlarında ve ortalarında aynı ünsüzün veya aynı hecelerin tekrarlanması.
33
asonans isim, edebiyat, Fransızca assonance
Aynı aksanı veren ünlüyü ondan sonra veya önce gelen ünsüzü dikkate almadan her dizenin sonunda tekrarlama biçiminde yapılan uyak.
34
şiar edinmek
benimsemek, ilke olarak kabul etmek:
      "Zira ki biz, orijinal mevzulara teması şiar edinmişiz." - Nazım Hikmet
35
pota (I) isim, (po´ta), Farsça būte
İçinde maden eritilen kap.
36
mozaik, -ği Fransızca mosaïque
1. isim Türlü renklerde, küçük küp biçiminde mermer, taş veya pişmiş toprak parçalarının yan yana getirilmesiyle yapılan resim ve bezeme işi. 2. isim Bu iş için kullanılan mermer parçaları:
      "Mozaikten tapınaklar yapar, tunçtan kaleler, fil dişinden tahtlar kurarmışsın." - Refik Halit Karay 3. isim Tatlı bisküvi parçalarıyla yapılan kakaolu pasta. 4. isim İnce kum, çimento ve küçük mermer parçalarından oluşan karışımla döşeme sıvası. 5. sıfat Bu sıvayla yapılan (döşeme, merdiven vb.). 6. isim, mecaz Değişik dillere ve kültürlere sahip insan topluluğu:
      "Adları bize kadar gelenlerin bünyelerine dikkat edilirse gerçekten acayip bir mozaik elde edilir." - Ahmet Hamdi Tanpınar
37
etnik sıfat, toplum bilimi, Fransızca ethnique
Kavimle ilgili, budunsal, kavmî.
38
serzeniş isim, Farsça serzeniş
Yakınma:
      "Nihayet uzun uzun münakaşalardan, serzenişlerden, çekişmelerden sonra Seyfi, kadını ikna ediyor." - Esat Mahmut Karakurt
39
keramet (kera:met), Arapça kerāmet
1. isim Ermiş kimselerin gösterdiklerine inanılan, doğaüstü, şaşkınlık uyandırıcı davranış veya durum:
      "Babamın, mucize ve keramet kıssaları olarak bize anlattığı şeyler bu çeşit gülünç ve çocukça masallardı." - Yakup Kadri Karaosmanoğlu 2. isim Olağanüstü durum.
40
biteviye zarf
Tekdüze:
      "Bunun intikamını şimdi, tek gözüyle biteviye kuş peşinde dolaşarak çıkarıyordu." - Refik Halit Karay
41
tarumar sıfat, eskimiş, (ta:rumar), Farsça tārmār
Dağınık, karışık, perişan.
42
tarumar olmak
dağılmak, karışmak, perişan olmak:
      "Sen gittin soframız oldu tarumar." - Cahit Sıtkı Tarancı
43
nükte Arapça nukte
1. isim İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalı söz, espri:
      "Hoş konuşur, nükteleri kahvelere intikal etmiştir, kıyafeti ve tavrı zariftir." - Halide Edip Adıvar 2. isim, eskimiş Yazıda, resimde, sözde ve davranışta ince, derin anlam, espri:
      Bu fıkradaki nükteyi anlayamadım.
44
bayağı
1. sıfat Aşağılık, pespaye:
      "Bütün hareketleri adi, kaba ve bayağı idi." - Ömer Seyfettin 2. sıfat Basit, adi, amiyane, banal:
      "Kardeşimi birdenbire çok bayağı buldum." - Peyami Safa 3. sıfat Herhangi bir özelliği olmayan, sıradan, alelade. 4. zarf (ba'yağı) Hemen hemen, âdeta:
      Bayağı kanacak gibi oldum. 5. zarf Gerçekten:
      "Bayağı, çocuk gibi sevinirim limonun yarısının durduğuna." - Sait Faik Abasıyanık 6. zarf Oldukça, epey:
      "Hayır işlemeden geçen günü heder olmuş addederek bayağı canı sıkılır." - Ercüment Ekrem Talu
45
bayağılık, -ğı isim
Bayağı olma durumu, sıradanlık, aleladelik:
      "Nerede kibarlık ararsak orada bayağılığa rastlarız." - Abdülhak Şinasi Hisar
46
vurgunculuk, -ğu isim, ticaret
İleride meydana gelebilecek fiyat dalgalanmalarından yararlanarak haksız kazanç sağlama, alaverecilik, ihtikâr, ihtikârcılık, spekülasyon, spekülatörlük:
      "İki harp esnasında, burası kolay kazançların, vurgunculuğun en işlek merkezlerinden biriydi." - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
47
gam (I) isim, Arapça ġamm
Tasa, kaygı, üzüntü:
      "Bana derler gam yükünü sen götür / Benim yük götürür dermanım mı var?" - Karacaoğlan
48
yegâne sıfat, (ye'gâ:ne), Farsça yegāne
Biricik, tek:
      "Yegâne emelim, kızımın bir hanımefendi olarak yetişmesidir." - Attila İlhan
49
beylik söz isim
Herkesin kullandığı, etkisi kalmamış söz:
      "Darılma ama bunlar bana hep birtakım beylik sözler gibi geliyor." - Osman Cemal Kaygılı
50
vecize isim, (veci:ze), Arapça vecīze
Özdeyiş:
      "Daima birtakım vecizeler zikreden eniştemiz yemeğe dair de böyle şeyler söyler." - Abdülhak Şinasi Hisar
51
özdeyiş isim, (ö'zdeyiş)
Bir düşünceyi, bir duyguyu, bir ilkeyi kısa ve kesin bir biçimde anlatan, genellikle kim tarafından söylendiği bilinen özlü söz, vecize, ülger, kelamıkibar, aforizm, aforizma, motto:
      "Kitabındaki her bölümün başına seçkin düşünürlerin ve sanatçıların konuşma sanatına ilişkin özdeyişlerini koymuş." - Haldun Taner
52
bağdaşmak
1. -le Anlaşmak, uzlaşmak, uymak, imtizaç etmek:
      "Gerçekle bağdaşmayan ihtiraslar, insanın duygusunu hüzünden tedirginliğe hatta tiksintiye kadar zorluyor." - Tarık Buğra 2. -le Çocuk oyunlarında arkadaş olmak. 3. -e Bağdaş kurup oturmak:
      "İçeride peykelere bağdaşmış, sarıkları kirli, sakalları seyrek, kara sarı ihtiyarlar." - Attila İlhan
53
tecrit, -di (tecri:di), Arapça tecrīd
1. isim Ayırma, ayrı bir tarafta tutma. 2. isim, felsefe Soyutlama. 3. isim, fizik Yalıtım. 4. isim, hukuk Mahkûmu cezasını tek başına çekmesi için diğer hükümlülerden ayırma: "O zaman herkes böyle bir tecride can atardı." - Kerim Korcan
54
tecrit etmek
1. herkesten veya her şeyden ayırmak, bir kenara koymak. 2. felsefe soyutlamak. 3. fizik yalıtmak.
55
mağrur sıfat, Arapça maġrūr
Kurumlu(II), gururlu, kibirli, kendini beğenmiş:
      "Kedi sokaklarda sürünürken bile, eğer sizden korkmadıysa yine mağrur, kibirli ve rahatına düşkündür." - Cahit Külebi
56
revak isim, eskimiş, (reva:kı), Arapça rivāḳ
Üstü örtülü, önü açık yer, sundurma.
57
pergola isim, İtalyanca pergola
Gölgelik.
58
tente isim, (te'nte), İtalyanca tenda
Genellikle güneşten korunmak için bir yerin üzerine gerilen bez, naylon vb.nden yapılmış örtü:
      "En üst setin bir özelliği, ağaçtan ağaca tente gerilmiş olmasıdır." - Salâh Birsel
59
mamur sıfat, (ma:mur), Arapça maʿmūr
Bayındır:
      "Yıkılmış dilberin mamur illeri / Susmuş bülbüllerin taze dilleri" - Karacaoğlan
60
sarp
1. sıfat Dik, çıkması ve geçilmesi güç (yer), yalman:
      "İki gündür sarp dağ yollarından aşıyoruz." - Falih Rıfkı Atay 2. sıfat, mecaz Güç, zor.
61
berk
1. sıfat Sert, katı. 2. sıfat Sağlam.
62
pimpirik
1. sıfat Gereksiz yere titizlik gösteren. 2. sıfat Kuşkucu. 3. sıfat Çok yaşlı ve güçsüz (kimse). 4. sıfat, mecaz Harap, bozuk, virane:
      "Üç katlı, tahtadan, pimpirik bir evdir burası." - Salâh Birsel "Kapıcı son derece pimpirikli bir adamdır; hiç üşenmez, dairesinden çıkıp kimdir o diye seslenir." - Ahmet Ümit
63
erdem
1. isim Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet:
      "Spor, alçak gönüllülük gibi bir erdem aşılar sporcuya." - Necati Cumalı 2. isim, felsefe İnsanın ruhsal olgunluğu.
64
görkemli
1. sıfat Büyüklüğü, görünüşü ve güzelliğiyle görenleri etkileyen, gösterişli,DEBDEBELİ, haşmetli, ihtişamlı, muhteşem, şaşaalı, şatafatlı, tantanalı, anıtsal. 2. sıfat İri yapılı, iyice serpilmiş.     "Bir Tanzimat konağının şaşırtıcı debdebesi içinden bu küçük eve düşmüştü." - Ahmet Hamdi Tanpınar       "Mustafa bu debdebeli hayata ilk defa giriyordu." - Aka Gündüz
65
mahfaza isim, Arapça maḥfaẓa
İçinde küpe, yüzük, bilezik vb. değerli süs eşyalarının saklandığı kutu, koruncak:
      "Kadife bir mahfazayı usulcacık karısının yastığının altına koydu." - Ercüment Ekrem Talu
66
astarya isim, (asta'rya), Fransızca astarie
Bir gemiye yükleme veya boşaltma için tanınan süre.
67
vaveyla isim, (va:veyla:, l ince okunur), Arapça vāveylā
Çığlık:
      "Mısır'ın değme ağıtçıları bile sanırım vaveylalarında benimle yarışa giremezlerdi." - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
68
namıdiğer (na:mıdiğer), Farsça nām +dīger
1. zarf, eskimiş Diğer bir deyişle. 2. zarf, eskimiş Öteki adı ile.
69
perva isim, (perva:), Farsça pervā
Çekinme, sakınma, korku:
      "Islanmışın yağmurdan pervası mı olur?" - Rıfat Ilgaz
70
pervasız
1. sıfat Çekinmez, sakınmaz, korkusuz (kimse), biperva:
      "Hele hanımlar, şık mı şık, açık saçık ama pervasız ve uzak hanımlar." - Tarık Buğra 2. zarf Çekinmeden, sakınmadan, korkmadan, biperva:
      "Onları kimsenin görmediğine emin olunca pervasız konuşmaya başladılar." - Mahmut Yesari
71
alık sıfat
Sersem olan, budala, ebleh:
      "Sen ne alık herifsin be? Beni duyuyor musun?" - Nazım Hikmet
72
kötürüm
1. sıfat Yaşlılık veya sakatlık sebebiyle yürüyemeyen, ayağa kalkamayan (kimse), oturak:
      "Duvar diplerinde kötürüm gibi yatıyorlar, uyukluyorlardı." - Ömer Seyfettin 2. sıfat Yürüyemeyecek derecede sakat (bacak):
      "O vakit iki yanmış odundan hiç fark edilmeyen kötürüm bacaklarını gördük." - Yakup Kadri Karaosmanoğlu 3. sıfat, mecaz İşleyemeyen, iş yapamayan.
73
emperyalizm isim, Fransızca impérialisme
Bir milletin sömürü temeline dayanarak başka bir milleti siyasi ve ekonomik egemenliği altına alıp yayılması veya yayılmayı istemesi, yayılmacılık, yayılımcılık, emperyalistlik:
      "İslav emperyalizminin vahşet ve dehşetini tecrübe etmiş olarak yakından tanıyordu." - Samiha Ayverdi
74
peyke isim, Farsça pāygāh
Genellikle eski iş yerlerinde bulunan, duvara bitişik, alçak, tahta sedir:
      "Tıpkı köyünde bir kahvenin peykesi üstüne oturur gibi oturuyordu." - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
75
muhtasar sıfat, eskimiş, Arapça muḫtaṣar
Kısaltılmış olan.
76
endaze (enda:ze), Farsça endāze
1. isim, eskimiş 65 santimetrelik uzunluk ölçüsü: "Birader, bir ağızlık kullanıyor, nah, asgari bir endaze boyunda." - Attila İlhan 2. isim, eskimiş, mecaz Ölçü: "Mehmetçiğin makamını şan ve şerefle ölçebilecek, ne bir tartı ne bir endaze ne bir kıyas, ne bir mikyas vardır." - Necip Fazıl Kısakürek
77
mürüvvet Arapça muruvvet
1. isim Bir ailede çocukların doğumu, sünneti, evliliği, iyi bir göreve geçmeleri vb. olaylardan duyulan mutluluk, sevinç. 2. isim Cömertlik. 3. isim, eskimiş Yiğitlik, mertlik.
78
cürüm, -rmü Arapça curm
1. isim, hukuk Suç: "Suçlu cürmünü inkâr etmekte ve saçma sapan ifadeleriyle tahkikatı karıştırmak istemektedir." - Nazım Hikmet 2. isim Yanlışlık, kusur veya hata: "Onun çalışmasını bozan, hassasiyetini körleten her şey cürümdür." - Haldun Taner
79
cürmümeşhut, -du isim, hukuk, (cü'rmümeşhu:du), Arapça curm + meşhūd
Suçüstü: "Bünyamin ürpermişti çünkü kolu kavrandığı an bir cürmümeşhut olayı yaşanacağını sanmıştı." - İhsan Oktay Anar
80
Başat
Baskın