Birtakım Kelimeler Flashcards
(80 cards)
dimağ
Arapça dimāġ
- isim, eskimiş Beyin.
- isim, eskimiş Zihin: ”Meclisin nerede toplanabileceği fikri dimağımızı işgal ediyordu.” - Atatürk
tekdüze
- sıfat Değişmeksizin, düzenli, aynı biçimde tekrarlanan, sürüp giden, tek örnek, muttarit, yeknesak, monoton: ”Yazıcı, tekdüze bir sesle çabuk çabuk okuyordu.” - Yusuf Atılgan
- zarf (te’kdüze) Değişmeyerek, aynı biçimde tekrar edilerek, bitevi, biteviye.
adabımuaşeret
isim, toplum bilimi, çokluk, (a:da:bımua:şeret), Arapça ādāb + muʿāşeret
Görgü kuralları: ”Sen de ortaya bir adabımuaşeret meselesi atma!” - Peyami Safa
rayiç, -ci
isim, (ra:yiç), Arapça rāyic
Bir para biriminin veya malın satış ve sürüm değeri: ”Türk lirasının rayicinin en yüksek olduğu bir dönemden söz ediyorum.” - Haldun Taner
yadsımak
- -i Yaptığı bir işi, söylediği sözü veya tanık olduğu bir şeyi yapmadığını, bilmediğini söylemek, yaptığını saklamak, inkâr etmek: ”Söylediklerini sonradan yadsımış, duyduğu güvensizliği ortaya koymuştur.” - Selim İleri
- -i İlgili, bağlı bulunduğu bir şeye yabancı kalmak: ”Değerlerimizden kopmadan, şanlı geçmişimizi yadsımadan bir orta yol aramalıyız.” - İnci Aral
- -i Var olan bir şeyi yok saymak, yokumsamak
melamet
(mela:met, l ince okunur), Arapça melāmet
- isim, eskimiş Kınama.
- isim, eskimiş Azarlama, çıkışma.
taahhüt, -dü
isim, Arapça taʿahhud
Bir şey yapmayı üstüne alma, üstlenme: ”Taahhüt işini ortağıma havale ettim.” - Aka Gündüz
taahhüt etmek
üstlenmek: ”Ayda bir, bir şeyler yazmayı taahhüt ederim.” - Ömer Seyfettin
gem vurmak
- hayvanın ağzına gem takmak.
- mecaz her türlü taşkınlığı, isteği, hevesi vb.ni engellemek: ”Senin bütün emellerin, azgın kalbinden korktuğun, ona gem vurmak istediğin içindir.” - Peyami Safa
meftun
sıfat, Arapça meftūn
Tutkun, gönül vermiş, vurgun: ”Şehriban’a hayran, meftun, mecnunca bağlı idim.” - Refik Halit Karay
temaşa
(tema:şa:), Farsça temāşā
- isim, eskimiş Hoşlanarak bakma, seyretme: ”Benden evvel çoluk çocuk bütün ev halkı hayvanı temaşaya çıkmışlar.” - Memduh Şevket Esendal
- isim, eskimiş Seyredilecek görüntü, görülmeye değer şey.
- isim, eskimiş Gezme, seyir.
- isim, eskimiş Oyun, temsil, piyes, tiyatro: ”Bazı meddahlar da Karagöz oynatmış, şahbaz, hayalbaz veya hayalî isimleriyle yaşadıktan sonra temaşa hayatımızdan el etek çekmişlerdir.” - Samiha Ayverdi
söz gelişi
edat
Bir düşünceyi açıklamak için örnek gösterileceğinde o örneğe giriş olarak söylenen bir söz, söz gelimi, söz misali, temsil, söz temsili, örneğin, mesela, bilfarz: ”Söz gelişi dün sırtında torbasıyla eskicilik yapan biri, bugün özel arabasıyla tiyatroya geliyor.” - Necati Cumalı
temaşa etmek
seyretmek, bakmak:
“Koca bir tarihin tutuştuğunu, çöllerde susuz yanan insanların çatlak dudaklarında temaşa ediyoruz.” - Aka Gündüz
teşbih
isim, edebiyat, (teşbi:hi), Arapça teşbīh
Benzetme: ”Eskilerin şiirde pek bol kullanmaktan hoşlandıkları elemanlardan birisi de teşbihti.” - Asaf Halet Çelebi
farazi
sıfat, eskimiş, (farazi:), Arapça farżī
Varsayımsal.
berat
Arapça berāt
- isim Bir buluştan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent.
- isim, tarih Osmanlı Devleti’nde bir göreve atanan, aylık bağlanan, san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğu.
banknot
isim, Fransızca bank-note
Kâğıt para: ”Tepside onluk, ellilik banknotlar dizi diziydi.” - Azra Erhat
rejim
Fransızca régime
- isim Yönetme, düzenleme biçimi, düzen: ”Hiç kimse Türkiye’de normal, sürekli ve dengeli bir basın rejimi yaşamış olduğunu iddia edemez.” - Burhan Felek
- isim Diyet: ”Sıkı bir rejim takip etmelidir.” - Refik Halit Karay
- isim Bir devletin yönetim biçimi: ”Çok partili rejime geçişte de daha çok siyasal nitelikte oyunlar yasaklanıyordu.” - Metin And
- isim, coğrafya Akarsu debisinin yıl boyunca gösterdiği değişikliklerin tümü.
ecdat, -dı
isim, çokluk, (ecda:dı), Arapça ecdād
Geçmişteki büyükler, atalar: ”Ecdadının dilini neye beğenmiyorsun?” - Hüseyin Rahmi Gürpınar
taksim
Arapça taḳsīm
- isim Parçalara bölme, bölüştürme: ”Bu antlaşmalar, Osmanlı Devleti’nin taksimini öngörüyordu.” - Attila İlhan
- isim, eskimiş, matematik Bölme.
- isim, müzik Klasik Türk müziğinde faslın başında ve ortasında çalgıcının doğaçlama yöntemiyle yaptığı müzik: ”Davullar çalarken kemanlar taksim yapıyor, kanunlar derin bir ezgi ile titreşirken bando coşuyor.” - Aka Gündüz
intikal etmek
- yer değiştirmek: ”Sonra bahis yine sempati meselesine intikal etti.” - Hüseyin Cahit Yalçın
- anlamak, kavramak.
- miras olarak babadan çocuğa kalmak.
intikal, -li
(intika:li), Arapça intiḳāl
- isim Bir yerden başka bir yere geçme, geçiş.
- isim Anlama, kavrama: ”Onu son gördüğümde de öyle yaptım. İntikali yerinde idi. Güldü. O da bana birkaç fıkra anlattı.” - Haldun Taner
- isim Miras olarak babadan çocuğuna kalma.
- isim, fizik Öteleme.
- isim, ruh bilimi Geçişim.
aheste
(a:heste), Farsça āheste
- sıfat Yavaş, ağır.
- zarf Yavaş, ağır bir biçimde: ”Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın.” - Yahya Kemal Beyatlı
tedvin
isim, eskimiş, (tedvi:ni), Arapça tedvīn
Derleme.