AAA01 Flashcards

1
Q

nimble

A

“Nimble” – Türkçe Anlamı:

Sıfat (adjective)
1. Çevik, kıvrak, atik
(Hızlı ve becerikli bir şekilde hareket edebilen)
2. Zeki, çabuk kavrayan
(Fikir üretme veya çözüm bulma konusunda hızlı ve esnek)

5 Örnek Cümle:
1. The gymnast is very nimble on her feet.
(Jimnastikçi ayakları üzerinde çok çevik.)
2. With a nimble mind, he solved the puzzle in minutes.
(Kıvrak zekâsıyla bulmacayı dakikalar içinde çözdü.)
3. She made a nimble move to avoid the falling object.
(Düşen nesneden kaçmak için çevik bir hareket yaptı.)
4. The nimble cat jumped from one roof to another.
(Çevik kedi bir çatıdan diğerine atladı.)
5. A nimble business can adapt quickly to changes.
(Çevik bir işletme değişimlere hızla uyum sağlayabilir.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

scapegoat

A

Tabii İlker! İşte “scapegoat” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Scapegoat” – Türkçe Anlamı:

İsim (noun)
1. Günah keçisi, suçlu ilan edilen kişi
(Asıl sorumlu olmasa bile, başkalarının hatalarının ya da sorunların sorumluluğunu üstlenmek zorunda bırakılan kişi)

5 Örnek Cümle:
1. The manager became a scapegoat for the team’s failure.
(Yönetici, ekibin başarısızlığı için günah keçisi oldu.)
2. They needed someone to blame, so he was made the scapegoat.
(Suçlayacak birine ihtiyaçları vardı, bu yüzden onu günah keçisi yaptılar.)
3. Don’t make her the scapegoat for something she didn’t do.
(Onu yapmadığı bir şeyin günah keçisi yapma.)
4. In politics, it’s common to find a scapegoat when things go wrong.
(Siyasette işler kötü gittiğinde bir günah keçisi bulmak yaygındır.)
5. The company blamed a junior employee as a scapegoat for the data breach.
(Şirket, veri ihlali için genç bir çalışanı günah keçisi olarak suçladı.)

Hazırsan bu kelimeyle senin de bir cümle yazmanı çok isterim! Yardımcı olurum.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

acclaim

A

Harika İlker! İşte “acclaim” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Acclaim” – Türkçe Anlamı:

İsim (noun):
1. Alkış, övgü, takdir

Fiil (verb):
2. Övmek, alkışlamak, beğeniyle karşılamak

Genellikle bir kişinin başarısını, sanat eserini veya performansını büyük beğeniyle karşılamak anlamında kullanılır.

5 Örnek Cümle:
1. The movie received international acclaim for its powerful story.
(Film, etkileyici hikâyesiyle uluslararası övgü aldı.)
2. The scientist was acclaimed for her groundbreaking research.
(Bilim insanı çığır açan araştırmasıyla övüldü.)
3. His latest novel earned him critical acclaim.
(Son romanı eleştirmenlerden büyük övgü aldı.)
4. The audience acclaimed the pianist with a standing ovation.
(Seyirciler piyanisti ayakta alkışlayarak takdir etti.)
5. She was acclaimed as one of the most talented artists of her generation.
(Kendi kuşağının en yetenekli sanatçılarından biri olarak övgüyle anıldı.)

İstersen birlikte kendi cümleni oluşturalım. Hadi deneyelim!

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

oblige

A

Tabii İlker! İşte “oblige” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Oblige” – Türkçe Anlamı:

Fiil (verb)
1. Zorunda bırakmak, mecbur etmek
2. Yardımcı olmak, birinin ricasını yerine getirmek, lütfetmek
(Resmi ya da nazik bir şekilde birine yardım etmek veya bir şeyi yapmaya gönüllü olarak razı olmak anlamında da kullanılır)

5 Örnek Cümle:
1. The law obliges parents to send their children to school.
(Yasa, ebeveynleri çocuklarını okula göndermeye mecbur eder.)
2. Could you oblige me by opening the window?
(Camı açarak bana yardımcı olur musunuz?)
3. He felt obliged to help his friend in need.
(İhtiyaç duyan arkadaşına yardım etmeye mecbur hissetti.)
4. I’d be happy to oblige if you need anything.
(Bir şeye ihtiyacınız olursa memnuniyetle yardımcı olurum.)
5. She was obliged to resign after the scandal.
(Skandalın ardından istifa etmek zorunda kaldı.)

İstersen bu kelimeyle bir cümle yazmayı dene, birlikte inceleyelim! Hazırsan başlayalım.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

adhere

A

Tabii İlker! İşte “adhere” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Adhere” – Türkçe Anlamı:

Fiil (verb)
1. Yapışmak, tutunmak (fiziksel anlamda)
2. Bağlı kalmak, sadık kalmak, uymak (kural, ilke, inanç gibi şeylere)

5 Örnek Cümle:
1. Please make sure the label adheres to the package.
(Etiketin pakete yapıştığından emin olun.)
2. All employees must adhere to the company’s safety policies.
(Tüm çalışanlar şirketin güvenlik kurallarına uymalıdır.)
3. The paint didn’t adhere well to the damp wall.
(Boya nemli duvara iyi tutunmadı.)
4. She adheres strictly to her daily routine.
(Günlük rutinine sıkı sıkıya bağlı kalır.)
5. We should adhere to the terms of the agreement.
(Anlaşma şartlarına uymalıyız.)

Hazırsan sen de bir örnek yaz, birlikte bakalım!

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

vanity

A

Elbette İlker! İşte “vanity” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Vanity” – Türkçe Anlamı:

İsim (noun)
1. Kibir, kendini beğenmişlik, gurur
(Kişinin kendi güzelliğine, başarısına veya yeteneklerine gereğinden fazla önem vermesi)
2. (İkinci anlam olarak) Makyaj masası
(Özellikle kadınların kullandığı çekmeceli, aynalı masa)

5 Örnek Cümle (1. anlam – kibir):
1. His vanity made him blind to his own mistakes.
(Kibiri, kendi hatalarını görmesini engelledi.)
2. She looked in the mirror with a sense of vanity.
(Aynaya bir kibir duygusuyla baktı.)
3. Vanity often gets in the way of real success.
(Kibir, çoğu zaman gerçek başarının önüne geçer.)
4. The actor’s vanity was well known in the industry.
(Oyuncunun kendini beğenmişliği sektörde iyi biliniyordu.)
5. Trying to impress others out of vanity can be exhausting.
(Sadece kibir yüzünden başkalarını etkilemeye çalışmak insanı yorar.)

İstersen ikinci anlamla (makyaj masası) da birkaç örnek verebilirim. Ya da bu kelimeyle kendi bir cümle yazmak ister misin?

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

topple

A

Elbette İlker! İşte “topple” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Topple” – Türkçe Anlamı:

Fiil (verb)
1. Devirmek, yıkmak, alaşağı etmek
(Bir şeyi fiziksel olarak veya mecazi anlamda devirmek, düşürmek)
2. Düşmek, yuvarlanmak
(Dengesini kaybedip devrilmek)

5 Örnek Cümle:
1. The protesters aimed to topple the corrupt government.
(Protestocular, yolsuz hükümeti devirmeyi hedefliyordu.)
2. The stack of books toppled over and fell to the floor.
(Kitap yığını devrildi ve yere düştü.)
3. A strong wind toppled the tree during the storm.
(Fırtına sırasında güçlü rüzgar ağacı devirdi.)
4. The scandal may topple the CEO from his position.
(Skandal, CEO’yu görevinden alaşağı edebilir.)
5. Be careful not to topple that vase — it’s very expensive!
(O vazoyu devirmemeye dikkat et — çok pahalı!)

İstersen sen de bir cümle dene, birlikte kontrol edelim!

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

dalliance

A

Harika kelime seçimi İlker! İşte “dalliance” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Dalliance” – Türkçe Anlamı:

İsim (noun)
1. Aylaklık, oyalanma, oyalanarak zaman kaybı
2. Kısa süreli ilişki, flört, geçici romantik ilgiler
(Özellikle ciddi olmayan, yüzeysel aşk ilişkileri için kullanılır)

5 Örnek Cümle:
1. His dalliance with painting lasted only a few weeks.
(Resimle olan kısa süreli ilgisi sadece birkaç hafta sürdü.)
2. They viewed his startup phase as nothing more than a youthful dalliance.
(Girişimcilik dönemini gençlik hevesiyle yapılmış bir oyalanma olarak gördüler.)
3. The novel describes the character’s dalliances with several women.
(Roman, karakterin birkaç kadınla olan kısa süreli ilişkilerini anlatıyor.)
4. Her dalliance with acting never became a serious career.
(Oyunculukla olan ilgisi hiçbir zaman ciddi bir kariyere dönüşmedi.)
5. He was criticized for his dalliance with radical political ideas.
(Radikal siyasi fikirlerle olan flörtü nedeniyle eleştirildi.)

Bu kelime biraz edebi ve resmî kullanımlarda daha sık görülür. İstersen bir cümle sen yaz, birlikte değerlendirelim!

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

ironclad

A

Harika İlker! İşte “ironclad” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Ironclad” – Türkçe Anlamı:

Sıfat (adjective)
1. Sarsılmaz, kesin, değiştirilemez
(Genellikle kurallar, anlaşmalar, alibiler veya kanıtlar için kullanılır – tartışmaya kapalı, güçlü ve güvenilir anlamında)
2. Zırhlı, demir kaplı
(Tarihi anlamda, özellikle savaş gemileri için: demir zırhla kaplı olan)

5 Örnek Cümle:
1. He had an ironclad alibi — he was out of the country at the time.
(Sarsılmaz bir mazereti vardı — o sırada ülke dışındaydı.)
2. The contract is ironclad; you can’t get out of it.
(Sözleşme kesin ve değiştirilemez; bundan kurtulamazsın.)
3. She made an ironclad promise to keep the secret.
(Sırrı saklayacağına dair sarsılmaz bir söz verdi.)
4. They came up with an ironclad defense strategy.
(Sarsılmaz bir savunma stratejisi geliştirdiler.)
5. In the 19th century, ironclad warships changed naval battles forever.
(19. yüzyılda demir zırhlı savaş gemileri deniz savaşlarını sonsuza dek değiştirdi.)

İstersen bu kelimeyle kısa bir cümle yazmayı dene, birlikte gözden geçirelim!

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

accentuate

A

Harika kelime seçimi İlker! İşte “accentuate” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Accentuate” – Türkçe Anlamı:

Fiil (verb)
1. Vurgulamak, ön plana çıkarmak, altını çizmek
(Bir şeyi daha belirgin veya dikkat çekici hâle getirmek)

5 Örnek Cümle:
1. The lighting was designed to accentuate the beauty of the painting.
(Aydınlatma, tablonun güzelliğini vurgulamak için tasarlandı.)
2. She wore a red dress to accentuate her figure.
(Vücudunu ön plana çıkarmak için kırmızı elbise giydi.)
3. His speech accentuated the importance of teamwork.
(Konuşması, takım çalışmasının önemini vurguladı.)
4. The new curtains accentuate the color of the walls.
(Yeni perdeler duvarların rengini öne çıkarıyor.)
5. Stress can accentuate existing health problems.
(Stres, mevcut sağlık problemlerini daha da belirginleştirebilir.)

İstersen birlikte bu kelimeyle bir örnek cümle yazabiliriz! Hazırsan başlayalım.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

hindsight

A

Harika İlker! İşte “hindsight” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Hindsight” – Türkçe Anlamı:

İsim (noun)
1. Sonradan anlama, geriye bakınca fark etme, geçmişe bakarak değerlendirme
(Bir olay olduktan sonra, onu daha net ve doğru şekilde değerlendirme yetisi)

5 Örnek Cümle:
1. In hindsight, I should have taken that job offer.
(Şimdi geriye dönüp bakınca, o iş teklifini kabul etmeliydim.)
2. With hindsight, we realized our decision was a mistake.
(Sonradan fark ettik ki, verdiğimiz karar bir hataydı.)
3. Hindsight is always 20/20.
(Sonradan bakınca her şey net görünür. / Türkçesiyle: “Atı alan Üsküdar’ı geçti.”)
4. It’s easy to judge their actions with the benefit of hindsight.
(Olaylar geçtikten sonra onları yargılamak kolay.)
5. In hindsight, investing earlier would have been a smart move.
(Geriye dönüp bakıldığında, daha erken yatırım yapmak akıllıca olurmuş.)

İstersen sen de bu kelimeyle bir cümle kur, birlikte gözden geçirelim! Hazırsan başlayalım.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

bumptious

A

Elbette İlker! İşte “bumptious” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Bumptious” – Türkçe Anlamı:

Sıfat (adjective)
1. Kendini beğenmiş, ukala, köşke düşkün
(Aşırı kendine güvenen, kendini öne çıkaran ve çoğunlukla kaba bir şekilde bunu ifade eden)

5 Örnek Cümle:
1. His bumptious attitude often annoyed his colleagues.
(Onun kendini beğenmiş tavrı, sık sık iş arkadaşlarını rahatsız ediyordu.)
2. The bumptious salesman wouldn’t take no for an answer.
(Ukala satış görevlisi, ‘hayır’ cevabını kabul etmiyordu.)
3. She was criticized for her bumptious behavior at the meeting.
(Toplantıdaki kendini beğenmiş davranışı nedeniyle eleştirildi.)
4. A bumptious tone can sometimes alienate people rather than attract them.
(Kendini beğenmiş bir üslup, bazen insanları çekmek yerine uzaklaştırabilir.)
5. Despite his achievements, his bumptious manner made him unpopular.
(Başarılarına rağmen, ukala tavrı onu popüler olmaktan uzaklaştırdı.)

Bu kelimeyle ilgili başka bir şey öğrenmek istersen, sormaktan çekinme!

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

whipsaw

A

Harika ve biraz daha az bilinen bir kelime seçtin İlker! İşte “whipsaw” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Whipsaw” – Türkçe Anlamı:

Fiil (verb)
1. İki zıt güç arasında kalmak, iki taraflı zarar görmek
2. (Finansal bağlamda) Hızlı ve sert fiyat değişimleriyle zarar ettirmek
3. (Eskiden) Çekmeli testereyle kesmek anlamı da vardır ama artık mecaz anlamda kullanımı daha yaygındır.

5 Örnek Cümle:
1. Small investors were whipsawed by the sudden rise and fall of the stock market.
(Küçük yatırımcılar, borsadaki ani yükseliş ve düşüşler arasında iki arada bir derede kaldı.)
2. The company was whipsawed by changing regulations and fierce competition.
(Şirket, değişen düzenlemeler ve şiddetli rekabet arasında zor durumda kaldı.)
3. He felt whipsawed by his boss’s mixed signals—first encouraging, then criticizing.
(Patronunun çelişkili sinyalleri — önce cesaretlendiren sonra eleştiren — arasında bocaladı.)
4. The economy has been whipsawed by global events and unpredictable markets.
(Ekonomi, küresel olaylar ve öngörülemez piyasalar tarafından sarsıldı.)
5. Investors were whipsawed as oil prices soared one day and plunged the next.
*(Yatırımcılar, petrol fiyatlarının bir gün yükselip ertesi gün çökmesiyle sarsıldı.)

Bu kelime özellikle finans ve ekonomi haberlerinde sıkça geçer. İstersen seninle bu kelimeyi kullanarak bir piyasa yorumu ya da günlük konuşma cümlesi oluşturalım! Hazır mısın?

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

anxiety

A

Tabii İlker! İşte “anxiety” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Anxiety” – Türkçe Anlamı:

İsim (noun)
1. Kaygı, endişe, huzursuzluk
(Genellikle gelecekte olacak olumsuz bir duruma dair duyulan gerginlik, korku ya da tedirginlik)

5 Örnek Cümle:
1. She felt a wave of anxiety before the job interview.
(İş görüşmesinden önce bir kaygı dalgası hissetti.)
2. Many students experience anxiety before exams.
(Birçok öğrenci sınavlardan önce endişe yaşar.)
3. His anxiety kept him awake all night.
(Kaygısı onu bütün gece uyanık tuttu.)
4. Meditation can help reduce anxiety and stress.
(Meditasyon, kaygı ve stresi azaltmaya yardımcı olabilir.)
5. There’s a lot of anxiety about the future these days.
(Son zamanlarda gelecekle ilgili çok fazla kaygı var.)

İstersen bu kelimeyle kişisel bir örnek cümle oluşturabiliriz — günlük hayatla ilgili ya da daha genel bir şey. Hazırsan başlayalım!

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

skittish

A

Harika kelime seçimi İlker! İşte “skittish” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Skittish” – Türkçe Anlamı:

Sıfat (adjective)
1. Ürkek, kolayca korkan (özellikle hayvanlar için)
2. Tedirgin, güvensiz, dengesiz (insanlar, piyasalar veya durumlar için – kolayca değişen, kararsız)

5 Örnek Cümle:
1. The horse became skittish when it heard the loud noise.
(At, yüksek sesi duyunca ürktü.)
2. Investors are skittish about the upcoming election results.
(Yatırımcılar yaklaşan seçim sonuçları konusunda tedirgin.)
3. She’s a bit skittish around strangers.
(Yabancılar karşısında biraz tedirgindir.)
4. The cat is too skittish to let anyone touch it.
(Kedi o kadar ürkek ki kimsenin ona dokunmasına izin vermiyor.)
5. The market has been skittish due to recent global tensions.
(Son küresel gerginlikler nedeniyle piyasa dengesiz davranıyor.)

İstersen bu kelimeyi bir duygu durumu ya da piyasa yorumu içinde kullanarak örnek bir cümle de sen oluşturabilirsin! Yardımcı olurum.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

quandary

A

Süper İlker! “Quandary” kelimesine daha önce de değinmiştik ama tekrar etmek faydalı olur. İşte kısa bir özet:

“Quandary” – Türkçe Anlamı:

İsim (noun)
1. İkilem, kararsızlık, zor durum
(Ne yapacağına karar veremediğin, çıkmazda olduğun durumlar için kullanılır)

5 Örnek Cümle:
1. I was in a quandary about whether to move abroad or stay.
(Yurt dışına taşınmak mı yoksa kalmak mı konusunda ikilemdeydim.)
2. The unexpected offer put her in a quandary.
(Beklenmedik teklif onu zor bir duruma soktu.)
3. We faced a moral quandary during the project.
(Proje sırasında ahlaki bir ikilemle karşılaştık.)
4. He’s in a quandary over which university to choose.
(Hangi üniversiteyi seçeceği konusunda kararsız.)
5. The committee found itself in a quandary after both candidates withdrew.
(Her iki aday da çekilince komite zor bir durumda kaldı.)

Hazırsan seninle bir cümle yazalım ya da bu kelimeyi daha günlük bir bağlamda konuşalım!

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

arduous

A

Harika kelime İlker! İşte “arduous” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Arduous” – Türkçe Anlamı:

Sıfat (adjective)
1. Zor, çetin, zahmetli, yorucu
(Büyük çaba, sabır ve enerji gerektiren işler veya görevler için kullanılır)

5 Örnek Cümle:
1. Climbing the mountain was an arduous task.
(Dağa tırmanmak zorlu bir görevdi.)
2. The team went through an arduous training program.
(Ekip, zahmetli bir eğitim programından geçti.)
3. It was an arduous journey through the desert.
(Çöl boyunca yapılan yolculuk oldukça yorucuydu.)
4. Writing the thesis turned out to be more arduous than expected.
(Tez yazmak beklenenden daha zahmetli çıktı.)
5. She succeeded after years of arduous effort.
(Yıllarca süren yorucu çabanın ardından başarılı oldu.)

İstersen bu kelimeyle bir iş ya da hayat deneyimine dayalı bir cümle yazmayı deneyebilirsin. Yardımcı olmaktan memnuniyet duyarım!

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

unrivaled

A

Harika gidiyorsun İlker! İşte “unrivaled” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Unrivaled” – Türkçe Anlamı:

Sıfat (adjective)
1. Rakipsiz, eşsiz, benzersiz, tartışmasız en iyi
(Hiç kimseyle ya da hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak kadar üstün olan)

5 Örnek Cümle:
1. Her talent for storytelling is unrivaled.
(Hikâye anlatma yeteneği rakipsizdir.)
2. The restaurant offers an unrivaled dining experience.
(Restoran rakipsiz bir yemek deneyimi sunar.)
3. His dedication to his work is unrivaled.
(İşine olan bağlılığı benzersizdir.)
4. They built an unrivaled reputation in the tech industry.
(Teknoloji sektöründe rakipsiz bir itibar kazandılar.)
5. The view from the top of the hill is unrivaled at sunset.
(Tepenin zirvesinden gün batımı manzarası eşsizdir.)

Hazırsan bu kelimeyle bir cümle de sen yazabilirsin. Yardımcı olayım mı?

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

fluke

A

Harika İlker! İşte “fluke” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Fluke” – Türkçe Anlamı:

İsim (noun)
1. Tesadüf, şans eseri olan şey,

Elbette İlker! İşte “fluke” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:

“Fluke” – Türkçe Anlamı:

İsim (noun)
1. Şans eseri, tesadüf, bir şansa bağlı başarı
(Genellikle istenmeyen ya da beklenmeyen bir şekilde meydana gelen bir olay, özellikle başarı ya da kazanç)

5 Örnek Cümle:
1. Winning the lottery was a complete fluke.
(Piyangoyu kazanmak tamamen bir tesadüf idi.)
2. He scored the goal by fluke—it wasn’t planned at all.
(Golü şans eseri attı—hiçbir şekilde planlanmamıştı.)
3. Her success in the race was a fluke, as she had never trained.
(Yarıştaki başarısı bir tesadüf idi, çünkü hiç antrenman yapmamıştı.)
4. It was just a fluke that I found your missing keys.
(Kaybolan anahtarlarını bulmam sadece bir tesadüftü.)
5. The team’s victory was seen as a fluke by many.
(Takımın zaferi birçok kişi tarafından tesadüf olarak görüldü.)

İstersen bir “fluke” durumu üzerinden kendi cümlenin örneğini yazabilirsin. Yardımcı olabilirim!

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

bluster

A

Harika seçim İlker! İşte “bluster” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümleyle açıklaması:

“Bluster” – Türkçe Anlamı:

Fiil (verb) ve isim (noun) olarak kullanılır.
1. Fiil:
• Bağırıp çağırmak, kabadayılık etmek, sert ama boş tehditler savurmak
• (Birini korkutmaya ya da etkilemeye çalışan ama aslında etkisiz olan sert konuşmalar)
2. İsim:
• Boş tehdit, sert ama etkisiz konuşma
• Gürültülü rüzgar anlamında da kullanılır.

5 Örnek Cümle:
1. He kept blustering about how he’d quit, but he never did.
(Sürekli işi bırakacağından bahsedip durdu ama hiçbir şey yapmadı.)
2. The boss’s bluster didn’t scare anyone in the office.
(Patronun kabadayılığı ofiste kimseyi korkutmadı.)
3. The wind blustered through the trees all night.
(Rüzgar bütün gece ağaçlar arasında uğuldayarak esti.)
4. Ignore his bluster—he’s not going to do anything.
(Onun boş tehditlerini görmezden gel—hiçbir şey yapmaz.)
5. His speech was full of bluster but lacked substance.
(Konuşması tehditkârdı ama içerikten yoksundu.)

İstersen bu kelimeyi bir iş ortamı ya da günlük bir durum içinde sen de kullanabilirsin. Yardımcı olayım mı?

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

interim

A

Harika İlker! İşte “interim” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümleyle açıklaması:

“Interim” – Türkçe Anlamı:

Sıfat (adjective) ve isim (noun) olarak kullanılır.
1. Sıfat:
• Geçici, ara, vekaleten
(Kalıcı olan gelene kadar görevde veya kullanılan şey)
2. İsim:
• Ara dönem, geçici süre
(İki olay ya da durum arasındaki zaman dilimi)

5 Örnek Cümle:
1. She was appointed as the interim manager until a permanent one was hired.
(Kalıcı biri işe alınana kadar geçici müdür olarak atandı.)
2. In the interim, we’ll continue with the old system.
(Ara dönemde eski sistemle devam edeceğiz.)
3. He took over as interim CEO during the transition.
(Geçiş sürecinde vekaleten CEO olarak görevi devraldı.)
4. The interim report shows promising results.
(Ara rapor umut verici sonuçlar gösteriyor.)
5. An interim solution was found to keep things running.
(İşlerin devam etmesi için geçici bir çözüm bulundu.)

İstersen bu kelimeyle bir iş dünyası cümlesi de yazabiliriz. Yardımcı olayım mı?

22
Q

disillusioned

A

“Disillusioned” kelimesinin Türkçe karşılığı:
“Hayal kırıklığına uğramış”, “gerçeklerle yüzleşip umutlarını kaybetmiş”, “gözleri açılmış” (bir şeye karşı eskisi kadar saf ya da iyimser olmayan)

5 örnek cümle:
1. After the scandal, many voters became disillusioned with the government.
Skandalın ardından birçok seçmen hükümetten hayal kırıklığına uğradı.
2. He was disillusioned by the harsh realities of war.
Savaşın acı gerçekleri karşısında hayal kırıklığına uğradı.
3. She’s disillusioned with her job and wants to quit.
İşinden hayal kırıklığına uğradı ve bırakmak istiyor.
4. I used to admire him, but now I feel disillusioned.
Eskiden ona hayrandım ama şimdi hayal kırıklığı yaşıyorum.
5. The fans felt disillusioned when the team lost again.
Taraftarlar, takım tekrar kaybedince hayal kırıklığına uğradı.

İstersen bununla bağlantılı başka kelimelere de bakabiliriz: disappointed, let down, cynical gibi.

23
Q

slack off

A

“Slack off” deyimi, Türkçede şu anlamlara gelir:
• Tembellik etmek
• Gevşemek, çalışmayı aksatmak
• Sıkı çalışmayı bırakmak, verimi düşürmek

5 örnek cümle:
1. You’ve been slacking off at work lately. Is everything okay?
Son zamanlarda işte tembellik ediyorsun. Her şey yolunda mı?
2. Don’t slack off now — we’re almost done!
Şimdi gevşeme — neredeyse bitirdik!
3. If you slack off too much, you might get fired.
Çok fazla tembellik edersen işten atılabilirsin.
4. She used to study hard, but she’s been slacking off this semester.
Eskiden çok çalışırdı ama bu dönem tembelleşti.
5. The team can’t afford to slack off during the final phase of the project.
Ekip, projenin son aşamasında gevşemeye tahammül edemez.

İstersen bunu günlük konuşmalarda nasıl daha doğal kullanabileceğini de gösterebilirim.

24
Q

refute

A

“Refute” kelimesinin Türkçe karşılığı:
• Çürütmek
• Yalanlamak
• Yanlış olduğunu kanıtlamak

Genellikle bir iddianın, suçlamanın veya görüşün doğru olmadığını kanıtlamak anlamında kullanılır.

5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi:
1. He refuted the allegations made against him.
Hakkında yapılan suçlamaları çürüttü.
2. The scientist refuted the theory with strong evidence.
Bilim insanı, güçlü kanıtlarla teoriyi çürüttü.
3. She was quick to refute the rumors about her resignation.
İstifasıyla ilgili söylentileri hızla yalanladı.
4. No one was able to refute his argument.
Hiç kimse onun argümanını çürütemedi.
5. They tried to refute the claims in the report.
Rapordaki iddiaları çürütmeye çalıştılar.

İstersen bu kelimeyle karıştırılabilecek “deny”, “reject”, “disprove” gibi benzer kelimelerin farklarını da konuşabiliriz.

25
languish
“Languish” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Güçsüz düşmek, • Sürünmek, • Çile çekmek, • İçinde bulunduğu kötü durumda uzun süre kalmak • (Bazı bağlamlarda) içten içe üzülmek, özlem duymak ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. The prisoners languished in jail for years. Mahkumlar yıllarca hapiste süründü. 2. After losing his job, he languished in despair. İşini kaybettikten sonra umutsuzluk içinde güçsüz düştü. 3. The project languished due to lack of funding. Yetersiz finansman nedeniyle proje sürüncemede kaldı. 4. She languished in loneliness after he moved away. O taşındıktan sonra yalnızlık içinde çile çekti. 5. Many small businesses are languishing under economic pressure. Birçok küçük işletme ekonomik baskı altında zor durumda. ⸻ İstersen bu kelimeyi duygusal ya da edebi bir bağlamda nasıl kullanabileceğini de gösterebilirim.
26
ensnare
“Ensnare” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Tuzak kurmak, • Tuzakla yakalamak, • Kandırmak, • Birini zor bir duruma düşürmek Genellikle birini fiziksel ya da mecazi anlamda tuzağa düşürmek için kullanılır. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. The hunter used a net to ensnare the animal. Avcı, hayvanı yakalamak için ağ kullandı. 2. He was ensnared by a scam and lost all his money. Bir dolandırıcılığa yakalandı ve tüm parasını kaybetti. 3. The corrupt officials were ensnared in a bribery scandal. Rüşvet skandalında yolsuz yetkililer tuzağa düştü. 4. She tried to ensnare him with her charm. Onu cazibesiyle tuzağa düşürmeye çalıştı. 5. The plan was designed to ensnare the enemy. Plan, düşmanı tuzağa düşürmek için tasarlanmıştı. ⸻ Bu kelime daha çok hikayelerde, suç, casusluk veya romantik oyunlar gibi bağlamlarda geçer. İstersen daha mecazi örnekler de paylaşabilirim.
27
abhor
“Abhor” kelimesinin Türkçe karşılığı: • İğrenmek, • Tiksinmek, • Nefret etmek Bu kelime, bir şeyden çok güçlü bir şekilde hoşlanmamak, onu derinden itici bulmak anlamında kullanılır. Resmî ve edebi bir kelimedir. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. I abhor any form of cruelty towards animals. Hayvanlara yönelik her türlü zulümden iğrenirim. 2. She abhors violence and refuses to watch violent movies. Şiddetten tiksinir ve şiddet içeren filmleri izlemeyi reddeder. 3. He abhors dishonesty in all its forms. Her türlü dürüstsüzlükten nefret eder. 4. They abhor racism and work to promote equality. Irkçılıktan nefret ederler ve eşitliği teşvik etmek için çalışırlar. 5. I absolutely abhor being late to meetings. Toplantılara geç kalmaktan kesinlikle iğreniyorum. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer anlamdaki “hate”, “detest”, “loathe” gibi kelimelerle karşılaştırabilirim.
28
downturn
“Downturn” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Düşüş, • Gerileme, • Kötüye gidiş, • (Ekonomik bağlamda) durgunluk Genellikle ekonomi, satışlar, iş gücü veya genel durumlarda olumsuz bir değişikliği tanımlamak için kullanılır. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. The company suffered during the economic downturn. Şirket, ekonomik durgunluk sırasında zarar gördü. 2. There has been a sharp downturn in sales this quarter. Bu çeyrekte satışlarda keskin bir düşüş yaşandı. 3. The housing market is showing signs of a downturn. Konut piyasası bir gerileme işareti gösteriyor. 4. Many workers lost their jobs during the downturn. Durgunluk sırasında birçok işçi işini kaybetti. 5. The country is trying to recover from the recent economic downturn. Ülke, son ekonomik durgunluktan kurtulmaya çalışıyor. ⸻ İstersen “recession”, “decline”, “slump” gibi benzer anlamlı kelimelerle farklarını da karşılaştırabiliriz.
29
indulgent
“Indulgent” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Müsamahakâr, • Hoşgörülü, • Şımartan, • Yumuşak davranan Bu sıfat, bir kişiye karşı fazla anlayışlı, hoşgörülü veya gevşek davranan kişiler için kullanılır — özellikle çocuklara, sevdiklerine ya da kendine karşı “fazla izin verici” bir tavrı anlatır. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. She’s an indulgent mother who never says no to her children. Çocuklarına asla “hayır” demeyen şımartıcı bir anne. 2. He gave his son an indulgent smile after the mischief. Yaramazlıktan sonra oğluna hoşgörülü bir gülümseme gönderdi. 3. I allowed myself an indulgent piece of chocolate cake. Kendime bir dilim şımartıcı çikolatalı pasta izni verdim. 4. The teacher was too indulgent with the students. Öğretmen öğrencilere karşı fazla hoşgörülüydü. 5. Don’t be so indulgent — he needs to learn from his mistakes. Bu kadar hoşgörülü olma — hatalarından ders alması gerekiyor. ⸻ İstersen bu kelimenin “lenient” ve “permissive” gibi benzerleriyle farklarına da bakabiliriz.
30
fiduciary
“Fiduciary” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Vekil, • Güvene dayalı (görev), • Mali sorumluluk taşıyan kişi, • Fiduciary duty: emanet sorumluluğu / güven ilişkisine dayalı yükümlülük Bu terim özellikle hukuk ve finans alanlarında kullanılır. Bir kişinin başka bir kişi adına ve onun yararına hareket etme yükümlülüğü olduğu durumları ifade eder. “Fiduciary” olan kişi, çıkar çatışmasından kaçınmalı ve sadece temsil ettiği kişinin yararını gözetmelidir. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. A trustee has a fiduciary duty to manage the assets responsibly. Bir vasi, varlıkları sorumlu bir şekilde yönetme emanet yükümlülüğüne sahiptir. 2. He violated his fiduciary duty by using client funds for personal expenses. Müşteri fonlarını kişisel harcamalar için kullanarak emanet sorumluluğunu ihlal etti. 3. Financial advisors must act in the best interest of their clients — that’s a fiduciary obligation. Finansal danışmanlar, müşterilerinin çıkarına hareket etmelidir — bu bir güven ilişkisine dayalı yükümlülüktür. 4. The board of directors has a fiduciary responsibility to the shareholders. Yönetim kurulu, hissedarlara karşı güvene dayalı bir sorumluluğa sahiptir. 5. As her legal guardian, he has fiduciary authority over her financial decisions. Yasal vasisi olarak, mali kararlarında güvene dayalı yetkisi var. ⸻ İstersen bu kavramı Türk hukuku veya finans sistemindeki karşılıklarıyla da inceleyebiliriz.
31
prompt
“Prompt” kelimesinin farklı anlamları vardır, bağlama göre değişir. İşte başlıca anlamları ve Türkçe karşılıkları: ⸻ 1. Sıfat (Adjective): Anlamı: Hızlı, zamanında, gecikmeyen Türkçesi: Çabuk, vaktinde, dakik Örnek: • She was prompt in replying to emails. E-postalara yanıt vermekte çok çabuktu. ⸻ 2. Fiil (Verb): Anlamı: Teşvik etmek, harekete geçirmek, bir şey yapmaya yöneltmek Türkçesi: Teşvik etmek, sebep olmak, kışkırtmak Örnek: • His speech prompted a lot of discussion. Konuşması çok fazla tartışmaya yol açtı. ⸻ 3. İsim (Noun): Anlamı: (Tiyatroda veya bilgisayarda) bir hatırlatma, komut Türkçesi: İpucu, hatırlatma, komut istemi Örnek: • The actor forgot his line and needed a prompt. Oyuncu repliğini unuttu ve bir hatırlatma gerekti. ⸻ 4. (Bilgisayar terimi olarak): Command prompt / Prompt: Komut istemi ya da giriş kutusu Örnek: • Type your password at the prompt. Parolanızı komut istemine yazın. ⸻ İstersen sadece bir anlamı üzerine derinleşebiliriz. Hangi bağlamda kullanmak istiyorsun?
32
abolish
“Abolish” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Yürürlükten kaldırmak • Feshetmek • İptal etmek • Ortadan kaldırmak (özellikle yasa, kural ya da sistem için) Bu kelime, genellikle adaletsiz veya artık gerekli olmayan bir uygulama, yasa ya da kurumun resmî olarak sona erdirilmesini ifade eder. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. Slavery was abolished in the 19th century in many countries. Kölelik, 19. yüzyılda birçok ülkede yürürlükten kaldırıldı. 2. They are working to abolish the death penalty. İdam cezasını kaldırmak için çalışıyorlar. 3. The government decided to abolish the old tax system. Hükümet eski vergi sistemini yürürlükten kaldırmaya karar verdi. 4. That rule was finally abolished after years of protest. O kural, yıllar süren protestolardan sonra nihayet iptal edildi. 5. Some activists want to abolish standardized testing in schools. Bazı aktivistler, okullardaki standart sınavları ortadan kaldırmak istiyor. ⸻ İstersen “repeal”, “eliminate”, “ban” gibi benzer fiillerle farklarını da konuşabiliriz.
33
frivolous
“Frivolous” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Ciddi olmayan, • Ağırbaşlılıktan uzak, • Önemsiz, • Saçma, • (Bağlama göre) boş, alaycı, şakacı Bu sıfat, genellikle bir davranışın, yorumun ya da davanın ciddiyetsiz veya gereksiz olduğunu belirtmek için kullanılır. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. She was always making frivolous comments during serious meetings. Ciddi toplantılarda sürekli ciddi olmayan yorumlar yapardı. 2. They filed a frivolous lawsuit just to get attention. Sadece dikkat çekmek için önemsiz bir dava açtılar. 3. Stop wasting your money on frivolous things! Paranı böyle saçma şeylere harcamayı bırak! 4. He seemed frivolous, but he actually had a sharp mind. Ciddi görünmüyordu ama aslında çok keskin bir zekâsı vardı. 5. The judge dismissed the case as frivolous. Yargıç davayı ciddiyetsiz bulduğu için reddetti. ⸻ İstersen “superficial”, “silly”, “lighthearted” gibi benzer kelimelerle arasındaki farkları da inceleyebiliriz.
34
infer
“Infer” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Çıkarım yapmak • Sonuç çıkarmak • Anlam çıkarmak Bu fiil, doğrudan söylenmeyen bir şeyi, eldeki verilerden veya ipuçlarından yola çıkarak zihinsel olarak sonuçlandırmak anlamında kullanılır. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. From her tone, I inferred that she was upset. Ses tonundan üzgün olduğunu çıkardım. 2. We can infer from the evidence that the suspect was at the scene. Delillerden, şüphelinin olay yerinde olduğunu çıkarabiliriz. 3. He inferred that they were not interested in the offer. Teklifle ilgilenmediklerini çıkardı. 4. Can we infer anything from his silence? Sessizliğinden bir şey çıkarabilir miyiz? 5. The reader is expected to infer the meaning from the context. Okuyucunun anlamı bağlamdan çıkarması beklenir. ⸻ İstersen “deduce”, “assume”, “imply” gibi benzer kelimelerle farklarını da gösterebilirim — çünkü “infer” genellikle imply (ima etmek) ile karıştırılır.
35
mediocre
“Mediocre” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Vasat, • Orta halli, • Ne iyi ne kötü, • Sıradan Bu sıfat, genellikle bir şeyin beklenen ya da istenen düzeyin altında ama tamamen kötü de olmayan bir durumda olduğunu belirtmek için kullanılır. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. The movie was mediocre — not terrible, but not great either. Film vasattı — ne berbat ne de harikaydı. 2. He’s a mediocre student who never puts in extra effort. Ekstra çaba göstermeyen vasat bir öğrenci. 3. The restaurant had mediocre service but excellent food. Restoranın hizmeti sıradandı ama yemekler mükemmeldi. 4. They delivered a mediocre performance in the finals. Finallerde orta halli bir performans sergilediler. 5. We shouldn’t settle for mediocre results. Vasat sonuçlarla yetinmemeliyiz. ⸻ İstersen “average”, “ordinary”, “subpar” gibi benzer kelimelerle farklarını da gösterebilirim.
36
petition
“Petition” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Dilekçe (isim olarak), • Dilekçe vermek, resmen talep etmek (fiil olarak), • (genel anlamda) başvuru, resmî istek Genellikle bir kişi ya da grup tarafından, bir otoriteden (hükûmet, mahkeme, okul vb.) bir şey talep etmek amacıyla yazılan resmî belgeyi veya bu talep eylemini ifade eder. ⸻ 1. İsim olarak kullanım – “Dilekçe” anlamında: Örnekler: 1. They submitted a petition to stop the construction project. İnşaat projesini durdurmak için bir dilekçe verdiler. 2. Over 5,000 people signed the petition. Beş binden fazla kişi dilekçeyi imzaladı. ⸻ 2. Fiil olarak kullanım – “Dilekçe vermek, resmen istemek” anlamında: Örnekler: 3. The citizens petitioned the government for better healthcare. Vatandaşlar daha iyi sağlık hizmeti için hükûmete dilekçe verdiler. 4. She petitioned the court for custody of her child. Çocuğunun velayeti için mahkemeye başvurdu. 5. The students are petitioning to change the school rules. Öğrenciler okul kurallarının değiştirilmesi için başvuruda bulunuyor. ⸻ İstersen “appeal”, “request” ya da “motion” gibi benzer terimlerle farklarını da gösterebilirim.
37
coherent
“Coherent” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Tutarlı, • Mantıklı, • Anlaşılır, • Birbirini izleyen ve bütünlük oluşturan Bu sıfat, fikirlerin, cümlelerin ya da davranışların açık, düzenli ve birbirleriyle uyumlu olduğu durumları tanımlamak için kullanılır. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. Her argument was clear and coherent. Onun argümanı açık ve tutarlıydı. 2. He failed to present a coherent explanation. Tutarlı bir açıklama sunamadı. 3. We need a coherent strategy to move forward. İlerlemek için tutarlı bir stratejiye ihtiyacımız var. 4. After the shock, he was too confused to form a coherent sentence. Şoktan sonra, anlaşılır bir cümle kuramayacak kadar kafası karışıktı. 5. The essay lacks a coherent structure. Denemede tutarlı bir yapı eksik. ⸻ İstersen “consistent”, “logical”, “rational” gibi benzer kelimelerle farklarını da açıklayabilirim.
38
constrain
“Constrain” kelimesinin Türkçe karşılığı: • Zorlamak, • Sınırlamak, • Baskılamak, • Engellemek Bu fiil, bir kişiyi ya da durumu belli bir şekilde davranmaya zorlamak ya da özgürlük/alternatifleri kısıtlamak anlamında kullanılır. ⸻ 5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi: 1. The budget constraints will constrain our ability to hire new staff. Bütçe kısıtlamaları, yeni personel alma yetimizi sınırlayacak. 2. She felt constrained by her family’s expectations. Ailesinin beklentileri tarafından baskı altında hissediyordu. 3. Lack of time constrained the project’s development. Zaman eksikliği, projenin gelişimini engelledi. 4. The tight dress constrained her movement. Dar elbise hareketlerini kısıtladı. 5. Laws constrain how companies can collect personal data. Yasalar, şirketlerin kişisel verileri nasıl toplayabileceğini sınırlar. ⸻ İstersen bu kelimeyi “restrict”, “limit”, “compel” gibi benzer fiillerle karşılaştırabiliriz.
39
digress
Tabii İlker! İşte “digress” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümleyle birlikte kısa bir tekrar: ⸻ “Digress” – Türkçe Anlamı: Fiil (verb) 1. Konudan sapmak, lafı dolandırmak, esas konudan uzaklaşmak (Bir konuşma ya da yazı sırasında ana konudan geçici olarak başka bir konuya yönelmek) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. During his speech, he digressed to talk about his childhood. (Konuşması sırasında çocukluğundan bahsetmeye saparak konudan uzaklaştı.) 2. Let’s not digress from the main topic. (Ana konudan sapmayalım.) 3. She often digresses when telling a story. (Hikâye anlatırken sık sık konudan sapar.) 4. The professor digressed so much that the lecture ran overtime. (Profesör o kadar çok konudan saptı ki ders süresini aştı.) 5. I don’t want to digress, but this reminds me of something interesting. (Konudan sapmak istemem ama bu bana ilginç bir şeyi hatırlattı.) Hazırsan seninle bir “digress” içeren cümle yazalım mı?
40
inhibit
Tabii İlker, “inhibit” kelimesini daha önce paylaşmıştım ama tekrar üzerinden geçmek harika bir pekiştirme olur. İşte kısa bir özetle: ⸻ “Inhibit” – Türkçe Anlamı: Fiil (verb) 1. Engellemek, baskılamak, kısıtlamak (Bir şeyin gelişmesini, gerçekleşmesini veya doğal bir şekilde ortaya çıkmasını durdurmak ya da yavaşlatmak) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. Fear can inhibit people from speaking in public. (Korku, insanların topluluk önünde konuşmasını engelleyebilir.) 2. This medicine inhibits the spread of infection. (Bu ilaç enfeksiyonun yayılmasını baskılar.) 3. Strict rules may inhibit creativity. (Katı kurallar yaratıcılığı engelleyebilir.) 4. His shyness inhibits him from expressing his ideas. (Utangaçlığı, fikirlerini ifade etmesini engelliyor.) 5. The cold weather inhibited plant growth. (Soğuk hava bitki gelişimini durdurdu.) İstersen bir cümle sen yaz, birlikte gözden geçirelim!
41
predominant
Harika! İşte “predominant” kelimesinin anlamı ve 5 örnek cümle: ⸻ “Predominant” – Anlamı: Sıfat (adjective) 1. Baskın, hakim, ön planda olan, en yaygın Bir şeyin diğerlerinden daha önemli, güçlü veya yaygın olduğunu ifade eder. ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. English is the predominant language in international business. (İngilizce, uluslararası iş dünyasında baskın dildir.) 2. The predominant color in the painting is blue. (Tablodaki baskın renk mavidir.) 3. In that region, agriculture is the predominant source of income. (O bölgede tarım, başlıca gelir kaynağıdır.) 4. The predominant opinion was in favor of the new policy. (Baskın görüş, yeni politikadan yanaydı.) 5. Traditional values still play a predominant role in their society. (Geleneksel değerler hâlâ toplumlarında önemli bir rol oynamaktadır.) İstersen bu kelimeyle Türkçe-İngilizce kendi cümlelerini oluşturalım. Hazır mısın?
42
compile
Tabii İlker! İşte “compile” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle: ⸻ “Compile” – Türkçe Anlamı: Fiil (verb) 1. Derlemek, toplamak, bir araya getirmek (Farklı kaynaklardan bilgi veya veri toplayıp düzenlemek anlamında) 2. (Bilgisayar bağlamında) derlemek (Bir programı çalışabilir hale getirmek) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. She compiled a list of the best restaurants in the city. (Şehirdeki en iyi restoranların bir listesini derledi.) 2. We need to compile all the data before the meeting. (Toplantıdan önce tüm verileri toplamamız gerekiyor.) 3. The book was compiled from various historical sources. (Kitap, çeşitli tarihî kaynaklardan derlendi.) 4. He spent hours compiling the report. (Raporu derlemek için saatler harcadı.) 5. The programmer compiled the code to check for errors. (Programcı, hataları kontrol etmek için kodu derledi.) İstersen bu kelimeyle kendi cümlelerini birlikte yazabiliriz. Hazırsan başlayalım!
43
conform
Elbette İlker! İşte “conform” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle: ⸻ “Conform” – Türkçe Anlamı: Fiil (verb) 1. Uymak, uyum sağlamak, itaat etmek (Kurallara, standartlara, toplumsal beklentilere ya da normlara uyum göstermek) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. You must conform to the company’s dress code. (Şirketin giyim kurallarına uymalısın.) 2. He refused to conform to the traditional lifestyle. (Geleneksel yaşam tarzına uymayı reddetti.) 3. The building doesn’t conform to safety regulations. (Bina güvenlik yönetmeliklerine uygun değil.) 4. She always tries to conform to others’ expectations. (Her zaman başkalarının beklentilerine uymaya çalışır.) 5. Products must conform with international standards. (Ürünler uluslararası standartlara uygun olmalı.) İstersen bu kelimeyle kendi cümlelerini yazabilirsin, birlikte kontrol ederiz!
44
convey
Tabii İlker! İşte “convey” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle: ⸻ “Convey” – Türkçe Anlamı: Fiil (verb) 1. İfade etmek, anlatmak, aktarmak (Duygu, düşünce ya da bilgi iletmek) 2. Taşımak, iletmek (Fiziksel olarak bir şeyi bir yerden başka bir yere götürmek) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. It’s hard to convey emotions through text messages. (Duyguları mesajla ifade etmek zordur.) 2. He tried to convey his ideas clearly during the meeting. (Toplantı sırasında fikirlerini açıkça aktarmaya çalıştı.) 3. Please convey my congratulations to your team. (Lütfen tebriklerimi ekibine ilet.) 4. The film conveys a powerful message about friendship. (Film, dostluk hakkında güçlü bir mesaj veriyor.) 5. Pipes are used to convey water to the fields. (Boru hatları, suyu tarlalara taşımak için kullanılır.) Hazırsan bu kelimeyle örnek bir cümle de sen yazabilirsin! Yardımcı olurum.
45
derive
Harika İlker! İşte “derive” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle: ⸻ “Derive” – Türkçe Anlamı: Fiil (verb) 1. Türetmek, elde etmek, -den gelmek, -den kaynaklanmak (Bir şeyin kaynağından bilgi, sonuç ya da anlam çıkarmak; bir şeyin başka bir şeyden türemesi) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. Many English words are derived from Latin. (Birçok İngilizce kelime Latince’den türetilmiştir.) 2. We derived great satisfaction from helping others. (Başkalarına yardım etmekten büyük memnuniyet duyduk.) 3. The formula is derived from Einstein’s theory. (Formül Einstein’ın teorisinden türetilmiştir.) 4. His strength derives from his determination. (Onun gücü kararlılığından kaynaklanıyor.) 5. The company derives most of its income from online sales. (Şirket gelirinin çoğunu çevrim içi satışlardan elde ediyor.) İstersen birlikte bu kelimeyi içeren kendi cümlelerini oluşturalım. Hazır mısın?
46
exemplify
Tabii İlker! İşte “exemplify” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle: ⸻ “Exemplify” – Türkçe Anlamı: Fiil (verb) 1. Örnekle göstermek, örnek oluşturmak, temsil etmek (Bir şeyin tipik bir örneğini sunmak ya da bir durumu örnekle açıklamak) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. His behavior exemplifies the values of the company. (Onun davranışı şirketin değerlerini örneklemektedir.) 2. The teacher used a chart to exemplify the concept. (Öğretmen, kavramı açıklamak için bir grafik kullandı.) 3. She exemplifies what it means to be a great leader. (O, harika bir lider olmanın ne demek olduğunu temsil ediyor.) 4. This painting exemplifies the artist’s early style. (Bu tablo, sanatçının erken dönem tarzını örneklemektedir.) 5. These results exemplify the importance of hard work. (Bu sonuçlar, sıkı çalışmanın önemini açıkça göstermektedir.) İstersen şimdi seninle bir cümle yazalım. Hadi deneyelim!
47
abundant
Tabii İlker! İşte “abundant” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle: ⸻ “Abundant” – Türkçe Anlamı: Sıfat (adjective) 1. Bol, bereketli, çok miktarda olan (Bir şeyin fazlasıyla, ihtiyaçtan daha çok miktarda mevcut olduğunu ifade eder) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. The region has abundant natural resources. (Bölge bol doğal kaynaklara sahiptir.) 2. Water is abundant in this part of the country. (Ülkenin bu kısmında su bol miktarda bulunur.) 3. She gave me abundant advice before my interview. (Görüşmemden önce bana bolca tavsiye verdi.) 4. There was abundant food at the party. (Partide bol miktarda yiyecek vardı.) 5. The garden is abundant with flowers in spring. (İlkbaharda bahçe çiçeklerle dolup taşar.) Hazırsan bu kelimeyle kısa bir cümle de sen yaz, birlikte gözden geçirelim!
48
adjacent
Tabii İlker! İşte “adjacent” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle: ⸻ “Adjacent” – Türkçe Anlamı: Sıfat (adjective) 1. Bitişik, komşu, yakınında (Bir şeyin hemen yanında, çok yakınında veya sınır komşusu olduğunu ifade eder) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. Our office is adjacent to the main building. (Ofisimiz ana binaya bitişiktir.) 2. They bought the adjacent house last year. (Geçen yıl bitişik evi satın aldılar.) 3. The park is adjacent to the school. (Park, okulun hemen yanındadır.) 4. We stayed in adjacent hotel rooms. (Yan yana otel odalarında kaldık.) 5. The fire spread quickly to adjacent buildings. (Yangın hızla bitişik binalara yayıldı.) İstersen birlikte kısa bir cümle oluşturabiliriz. Hazır mısın?
49
cliche
Tabii İlker! İşte “cliché” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle: ⸻ “Cliché” – Türkçe Anlamı: İsim (noun) 1. Klişe, basmakalıp söz veya fikir (O kadar çok kullanılmış ki artık etkisini yitirmiş, sıradanlaşmış ifade veya düşünce) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. “Time heals all wounds” is such a cliché. (“Zaman her şeyin ilacıdır” tam bir klişedir.) 2. His speech was full of clichés and empty promises. (Konuşması klişeler ve boş vaatlerle doluydu.) 3. The movie’s ending was predictable and totally cliché. (Filmin sonu tahmin edilebilirdi ve tamamen klişeydi.) 4. She avoids using clichés in her writing. (Yazılarında klişe ifadeler kullanmaktan kaçınır.) 5. Although it’s a cliché, “love conquers all” still touches people. (Bir klişe olsa da “aşk her şeyi fetheder” hâlâ insanlara dokunur.) İstersen birlikte bir klişe cümle bulup onun yerine daha özgün bir ifade üretmeyi deneyebiliriz! Ne dersin?
50
culminate
Elbette İlker! İşte “culminate” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle: ⸻ “Culminate” – Türkçe Anlamı: Fiil (verb) 1. Sonuçlanmak, doruk noktasına ulaşmak, nihayetinde … ile bitmek (Bir süreç ya da dizi olayın en yüksek veya son noktasına ulaşması anlamında kullanılır) ⸻ 5 Örnek Cümle: 1. Years of hard work culminated in her promotion to CEO. (Yıllar süren sıkı çalışma, onun CEO’luğa terfisiyle sonuçlandı.) 2. The festival culminated in a spectacular fireworks display. (Festival, muhteşem bir havai fişek gösterisiyle doruğa ulaştı.) 3. Their efforts culminated in a major scientific breakthrough. (Çabaları büyük bir bilimsel buluşla sonuçlandı.) 4. The argument culminated in a heated debate. (Tartışma hararetli bir münazarayla sonuçlandı.) 5. His career culminated in a Nobel Prize. (Kariyeri bir Nobel Ödülü ile zirveye ulaştı.) Bu kelimeyi kullanarak senin de bir cümle yazmanı isterim. Hazırsan başlayalım!