AAA01 Flashcards
nimble
“Nimble” – Türkçe Anlamı:
Sıfat (adjective)
1. Çevik, kıvrak, atik
(Hızlı ve becerikli bir şekilde hareket edebilen)
2. Zeki, çabuk kavrayan
(Fikir üretme veya çözüm bulma konusunda hızlı ve esnek)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. The gymnast is very nimble on her feet.
(Jimnastikçi ayakları üzerinde çok çevik.)
2. With a nimble mind, he solved the puzzle in minutes.
(Kıvrak zekâsıyla bulmacayı dakikalar içinde çözdü.)
3. She made a nimble move to avoid the falling object.
(Düşen nesneden kaçmak için çevik bir hareket yaptı.)
4. The nimble cat jumped from one roof to another.
(Çevik kedi bir çatıdan diğerine atladı.)
5. A nimble business can adapt quickly to changes.
(Çevik bir işletme değişimlere hızla uyum sağlayabilir.)
scapegoat
Tabii İlker! İşte “scapegoat” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Scapegoat” – Türkçe Anlamı:
İsim (noun)
1. Günah keçisi, suçlu ilan edilen kişi
(Asıl sorumlu olmasa bile, başkalarının hatalarının ya da sorunların sorumluluğunu üstlenmek zorunda bırakılan kişi)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. The manager became a scapegoat for the team’s failure.
(Yönetici, ekibin başarısızlığı için günah keçisi oldu.)
2. They needed someone to blame, so he was made the scapegoat.
(Suçlayacak birine ihtiyaçları vardı, bu yüzden onu günah keçisi yaptılar.)
3. Don’t make her the scapegoat for something she didn’t do.
(Onu yapmadığı bir şeyin günah keçisi yapma.)
4. In politics, it’s common to find a scapegoat when things go wrong.
(Siyasette işler kötü gittiğinde bir günah keçisi bulmak yaygındır.)
5. The company blamed a junior employee as a scapegoat for the data breach.
(Şirket, veri ihlali için genç bir çalışanı günah keçisi olarak suçladı.)
Hazırsan bu kelimeyle senin de bir cümle yazmanı çok isterim! Yardımcı olurum.
acclaim
Harika İlker! İşte “acclaim” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Acclaim” – Türkçe Anlamı:
İsim (noun):
1. Alkış, övgü, takdir
Fiil (verb):
2. Övmek, alkışlamak, beğeniyle karşılamak
Genellikle bir kişinin başarısını, sanat eserini veya performansını büyük beğeniyle karşılamak anlamında kullanılır.
⸻
5 Örnek Cümle:
1. The movie received international acclaim for its powerful story.
(Film, etkileyici hikâyesiyle uluslararası övgü aldı.)
2. The scientist was acclaimed for her groundbreaking research.
(Bilim insanı çığır açan araştırmasıyla övüldü.)
3. His latest novel earned him critical acclaim.
(Son romanı eleştirmenlerden büyük övgü aldı.)
4. The audience acclaimed the pianist with a standing ovation.
(Seyirciler piyanisti ayakta alkışlayarak takdir etti.)
5. She was acclaimed as one of the most talented artists of her generation.
(Kendi kuşağının en yetenekli sanatçılarından biri olarak övgüyle anıldı.)
İstersen birlikte kendi cümleni oluşturalım. Hadi deneyelim!
oblige
Tabii İlker! İşte “oblige” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Oblige” – Türkçe Anlamı:
Fiil (verb)
1. Zorunda bırakmak, mecbur etmek
2. Yardımcı olmak, birinin ricasını yerine getirmek, lütfetmek
(Resmi ya da nazik bir şekilde birine yardım etmek veya bir şeyi yapmaya gönüllü olarak razı olmak anlamında da kullanılır)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. The law obliges parents to send their children to school.
(Yasa, ebeveynleri çocuklarını okula göndermeye mecbur eder.)
2. Could you oblige me by opening the window?
(Camı açarak bana yardımcı olur musunuz?)
3. He felt obliged to help his friend in need.
(İhtiyaç duyan arkadaşına yardım etmeye mecbur hissetti.)
4. I’d be happy to oblige if you need anything.
(Bir şeye ihtiyacınız olursa memnuniyetle yardımcı olurum.)
5. She was obliged to resign after the scandal.
(Skandalın ardından istifa etmek zorunda kaldı.)
İstersen bu kelimeyle bir cümle yazmayı dene, birlikte inceleyelim! Hazırsan başlayalım.
adhere
Tabii İlker! İşte “adhere” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Adhere” – Türkçe Anlamı:
Fiil (verb)
1. Yapışmak, tutunmak (fiziksel anlamda)
2. Bağlı kalmak, sadık kalmak, uymak (kural, ilke, inanç gibi şeylere)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. Please make sure the label adheres to the package.
(Etiketin pakete yapıştığından emin olun.)
2. All employees must adhere to the company’s safety policies.
(Tüm çalışanlar şirketin güvenlik kurallarına uymalıdır.)
3. The paint didn’t adhere well to the damp wall.
(Boya nemli duvara iyi tutunmadı.)
4. She adheres strictly to her daily routine.
(Günlük rutinine sıkı sıkıya bağlı kalır.)
5. We should adhere to the terms of the agreement.
(Anlaşma şartlarına uymalıyız.)
Hazırsan sen de bir örnek yaz, birlikte bakalım!
vanity
Elbette İlker! İşte “vanity” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Vanity” – Türkçe Anlamı:
İsim (noun)
1. Kibir, kendini beğenmişlik, gurur
(Kişinin kendi güzelliğine, başarısına veya yeteneklerine gereğinden fazla önem vermesi)
2. (İkinci anlam olarak) Makyaj masası
(Özellikle kadınların kullandığı çekmeceli, aynalı masa)
⸻
5 Örnek Cümle (1. anlam – kibir):
1. His vanity made him blind to his own mistakes.
(Kibiri, kendi hatalarını görmesini engelledi.)
2. She looked in the mirror with a sense of vanity.
(Aynaya bir kibir duygusuyla baktı.)
3. Vanity often gets in the way of real success.
(Kibir, çoğu zaman gerçek başarının önüne geçer.)
4. The actor’s vanity was well known in the industry.
(Oyuncunun kendini beğenmişliği sektörde iyi biliniyordu.)
5. Trying to impress others out of vanity can be exhausting.
(Sadece kibir yüzünden başkalarını etkilemeye çalışmak insanı yorar.)
İstersen ikinci anlamla (makyaj masası) da birkaç örnek verebilirim. Ya da bu kelimeyle kendi bir cümle yazmak ister misin?
topple
Elbette İlker! İşte “topple” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Topple” – Türkçe Anlamı:
Fiil (verb)
1. Devirmek, yıkmak, alaşağı etmek
(Bir şeyi fiziksel olarak veya mecazi anlamda devirmek, düşürmek)
2. Düşmek, yuvarlanmak
(Dengesini kaybedip devrilmek)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. The protesters aimed to topple the corrupt government.
(Protestocular, yolsuz hükümeti devirmeyi hedefliyordu.)
2. The stack of books toppled over and fell to the floor.
(Kitap yığını devrildi ve yere düştü.)
3. A strong wind toppled the tree during the storm.
(Fırtına sırasında güçlü rüzgar ağacı devirdi.)
4. The scandal may topple the CEO from his position.
(Skandal, CEO’yu görevinden alaşağı edebilir.)
5. Be careful not to topple that vase — it’s very expensive!
(O vazoyu devirmemeye dikkat et — çok pahalı!)
İstersen sen de bir cümle dene, birlikte kontrol edelim!
dalliance
Harika kelime seçimi İlker! İşte “dalliance” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Dalliance” – Türkçe Anlamı:
İsim (noun)
1. Aylaklık, oyalanma, oyalanarak zaman kaybı
2. Kısa süreli ilişki, flört, geçici romantik ilgiler
(Özellikle ciddi olmayan, yüzeysel aşk ilişkileri için kullanılır)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. His dalliance with painting lasted only a few weeks.
(Resimle olan kısa süreli ilgisi sadece birkaç hafta sürdü.)
2. They viewed his startup phase as nothing more than a youthful dalliance.
(Girişimcilik dönemini gençlik hevesiyle yapılmış bir oyalanma olarak gördüler.)
3. The novel describes the character’s dalliances with several women.
(Roman, karakterin birkaç kadınla olan kısa süreli ilişkilerini anlatıyor.)
4. Her dalliance with acting never became a serious career.
(Oyunculukla olan ilgisi hiçbir zaman ciddi bir kariyere dönüşmedi.)
5. He was criticized for his dalliance with radical political ideas.
(Radikal siyasi fikirlerle olan flörtü nedeniyle eleştirildi.)
Bu kelime biraz edebi ve resmî kullanımlarda daha sık görülür. İstersen bir cümle sen yaz, birlikte değerlendirelim!
ironclad
Harika İlker! İşte “ironclad” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Ironclad” – Türkçe Anlamı:
Sıfat (adjective)
1. Sarsılmaz, kesin, değiştirilemez
(Genellikle kurallar, anlaşmalar, alibiler veya kanıtlar için kullanılır – tartışmaya kapalı, güçlü ve güvenilir anlamında)
2. Zırhlı, demir kaplı
(Tarihi anlamda, özellikle savaş gemileri için: demir zırhla kaplı olan)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. He had an ironclad alibi — he was out of the country at the time.
(Sarsılmaz bir mazereti vardı — o sırada ülke dışındaydı.)
2. The contract is ironclad; you can’t get out of it.
(Sözleşme kesin ve değiştirilemez; bundan kurtulamazsın.)
3. She made an ironclad promise to keep the secret.
(Sırrı saklayacağına dair sarsılmaz bir söz verdi.)
4. They came up with an ironclad defense strategy.
(Sarsılmaz bir savunma stratejisi geliştirdiler.)
5. In the 19th century, ironclad warships changed naval battles forever.
(19. yüzyılda demir zırhlı savaş gemileri deniz savaşlarını sonsuza dek değiştirdi.)
İstersen bu kelimeyle kısa bir cümle yazmayı dene, birlikte gözden geçirelim!
accentuate
Harika kelime seçimi İlker! İşte “accentuate” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Accentuate” – Türkçe Anlamı:
Fiil (verb)
1. Vurgulamak, ön plana çıkarmak, altını çizmek
(Bir şeyi daha belirgin veya dikkat çekici hâle getirmek)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. The lighting was designed to accentuate the beauty of the painting.
(Aydınlatma, tablonun güzelliğini vurgulamak için tasarlandı.)
2. She wore a red dress to accentuate her figure.
(Vücudunu ön plana çıkarmak için kırmızı elbise giydi.)
3. His speech accentuated the importance of teamwork.
(Konuşması, takım çalışmasının önemini vurguladı.)
4. The new curtains accentuate the color of the walls.
(Yeni perdeler duvarların rengini öne çıkarıyor.)
5. Stress can accentuate existing health problems.
(Stres, mevcut sağlık problemlerini daha da belirginleştirebilir.)
İstersen birlikte bu kelimeyle bir örnek cümle yazabiliriz! Hazırsan başlayalım.
hindsight
Harika İlker! İşte “hindsight” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Hindsight” – Türkçe Anlamı:
İsim (noun)
1. Sonradan anlama, geriye bakınca fark etme, geçmişe bakarak değerlendirme
(Bir olay olduktan sonra, onu daha net ve doğru şekilde değerlendirme yetisi)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. In hindsight, I should have taken that job offer.
(Şimdi geriye dönüp bakınca, o iş teklifini kabul etmeliydim.)
2. With hindsight, we realized our decision was a mistake.
(Sonradan fark ettik ki, verdiğimiz karar bir hataydı.)
3. Hindsight is always 20/20.
(Sonradan bakınca her şey net görünür. / Türkçesiyle: “Atı alan Üsküdar’ı geçti.”)
4. It’s easy to judge their actions with the benefit of hindsight.
(Olaylar geçtikten sonra onları yargılamak kolay.)
5. In hindsight, investing earlier would have been a smart move.
(Geriye dönüp bakıldığında, daha erken yatırım yapmak akıllıca olurmuş.)
İstersen sen de bu kelimeyle bir cümle kur, birlikte gözden geçirelim! Hazırsan başlayalım.
bumptious
Elbette İlker! İşte “bumptious” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Bumptious” – Türkçe Anlamı:
Sıfat (adjective)
1. Kendini beğenmiş, ukala, köşke düşkün
(Aşırı kendine güvenen, kendini öne çıkaran ve çoğunlukla kaba bir şekilde bunu ifade eden)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. His bumptious attitude often annoyed his colleagues.
(Onun kendini beğenmiş tavrı, sık sık iş arkadaşlarını rahatsız ediyordu.)
2. The bumptious salesman wouldn’t take no for an answer.
(Ukala satış görevlisi, ‘hayır’ cevabını kabul etmiyordu.)
3. She was criticized for her bumptious behavior at the meeting.
(Toplantıdaki kendini beğenmiş davranışı nedeniyle eleştirildi.)
4. A bumptious tone can sometimes alienate people rather than attract them.
(Kendini beğenmiş bir üslup, bazen insanları çekmek yerine uzaklaştırabilir.)
5. Despite his achievements, his bumptious manner made him unpopular.
(Başarılarına rağmen, ukala tavrı onu popüler olmaktan uzaklaştırdı.)
Bu kelimeyle ilgili başka bir şey öğrenmek istersen, sormaktan çekinme!
whipsaw
Harika ve biraz daha az bilinen bir kelime seçtin İlker! İşte “whipsaw” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Whipsaw” – Türkçe Anlamı:
Fiil (verb)
1. İki zıt güç arasında kalmak, iki taraflı zarar görmek
2. (Finansal bağlamda) Hızlı ve sert fiyat değişimleriyle zarar ettirmek
3. (Eskiden) Çekmeli testereyle kesmek anlamı da vardır ama artık mecaz anlamda kullanımı daha yaygındır.
⸻
5 Örnek Cümle:
1. Small investors were whipsawed by the sudden rise and fall of the stock market.
(Küçük yatırımcılar, borsadaki ani yükseliş ve düşüşler arasında iki arada bir derede kaldı.)
2. The company was whipsawed by changing regulations and fierce competition.
(Şirket, değişen düzenlemeler ve şiddetli rekabet arasında zor durumda kaldı.)
3. He felt whipsawed by his boss’s mixed signals—first encouraging, then criticizing.
(Patronunun çelişkili sinyalleri — önce cesaretlendiren sonra eleştiren — arasında bocaladı.)
4. The economy has been whipsawed by global events and unpredictable markets.
(Ekonomi, küresel olaylar ve öngörülemez piyasalar tarafından sarsıldı.)
5. Investors were whipsawed as oil prices soared one day and plunged the next.
*(Yatırımcılar, petrol fiyatlarının bir gün yükselip ertesi gün çökmesiyle sarsıldı.)
⸻
Bu kelime özellikle finans ve ekonomi haberlerinde sıkça geçer. İstersen seninle bu kelimeyi kullanarak bir piyasa yorumu ya da günlük konuşma cümlesi oluşturalım! Hazır mısın?
anxiety
Tabii İlker! İşte “anxiety” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Anxiety” – Türkçe Anlamı:
İsim (noun)
1. Kaygı, endişe, huzursuzluk
(Genellikle gelecekte olacak olumsuz bir duruma dair duyulan gerginlik, korku ya da tedirginlik)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. She felt a wave of anxiety before the job interview.
(İş görüşmesinden önce bir kaygı dalgası hissetti.)
2. Many students experience anxiety before exams.
(Birçok öğrenci sınavlardan önce endişe yaşar.)
3. His anxiety kept him awake all night.
(Kaygısı onu bütün gece uyanık tuttu.)
4. Meditation can help reduce anxiety and stress.
(Meditasyon, kaygı ve stresi azaltmaya yardımcı olabilir.)
5. There’s a lot of anxiety about the future these days.
(Son zamanlarda gelecekle ilgili çok fazla kaygı var.)
İstersen bu kelimeyle kişisel bir örnek cümle oluşturabiliriz — günlük hayatla ilgili ya da daha genel bir şey. Hazırsan başlayalım!
skittish
Harika kelime seçimi İlker! İşte “skittish” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Skittish” – Türkçe Anlamı:
Sıfat (adjective)
1. Ürkek, kolayca korkan (özellikle hayvanlar için)
2. Tedirgin, güvensiz, dengesiz (insanlar, piyasalar veya durumlar için – kolayca değişen, kararsız)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. The horse became skittish when it heard the loud noise.
(At, yüksek sesi duyunca ürktü.)
2. Investors are skittish about the upcoming election results.
(Yatırımcılar yaklaşan seçim sonuçları konusunda tedirgin.)
3. She’s a bit skittish around strangers.
(Yabancılar karşısında biraz tedirgindir.)
4. The cat is too skittish to let anyone touch it.
(Kedi o kadar ürkek ki kimsenin ona dokunmasına izin vermiyor.)
5. The market has been skittish due to recent global tensions.
(Son küresel gerginlikler nedeniyle piyasa dengesiz davranıyor.)
İstersen bu kelimeyi bir duygu durumu ya da piyasa yorumu içinde kullanarak örnek bir cümle de sen oluşturabilirsin! Yardımcı olurum.
quandary
Süper İlker! “Quandary” kelimesine daha önce de değinmiştik ama tekrar etmek faydalı olur. İşte kısa bir özet:
⸻
“Quandary” – Türkçe Anlamı:
İsim (noun)
1. İkilem, kararsızlık, zor durum
(Ne yapacağına karar veremediğin, çıkmazda olduğun durumlar için kullanılır)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. I was in a quandary about whether to move abroad or stay.
(Yurt dışına taşınmak mı yoksa kalmak mı konusunda ikilemdeydim.)
2. The unexpected offer put her in a quandary.
(Beklenmedik teklif onu zor bir duruma soktu.)
3. We faced a moral quandary during the project.
(Proje sırasında ahlaki bir ikilemle karşılaştık.)
4. He’s in a quandary over which university to choose.
(Hangi üniversiteyi seçeceği konusunda kararsız.)
5. The committee found itself in a quandary after both candidates withdrew.
(Her iki aday da çekilince komite zor bir durumda kaldı.)
Hazırsan seninle bir cümle yazalım ya da bu kelimeyi daha günlük bir bağlamda konuşalım!
arduous
Harika kelime İlker! İşte “arduous” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Arduous” – Türkçe Anlamı:
Sıfat (adjective)
1. Zor, çetin, zahmetli, yorucu
(Büyük çaba, sabır ve enerji gerektiren işler veya görevler için kullanılır)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. Climbing the mountain was an arduous task.
(Dağa tırmanmak zorlu bir görevdi.)
2. The team went through an arduous training program.
(Ekip, zahmetli bir eğitim programından geçti.)
3. It was an arduous journey through the desert.
(Çöl boyunca yapılan yolculuk oldukça yorucuydu.)
4. Writing the thesis turned out to be more arduous than expected.
(Tez yazmak beklenenden daha zahmetli çıktı.)
5. She succeeded after years of arduous effort.
(Yıllarca süren yorucu çabanın ardından başarılı oldu.)
İstersen bu kelimeyle bir iş ya da hayat deneyimine dayalı bir cümle yazmayı deneyebilirsin. Yardımcı olmaktan memnuniyet duyarım!
unrivaled
Harika gidiyorsun İlker! İşte “unrivaled” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Unrivaled” – Türkçe Anlamı:
Sıfat (adjective)
1. Rakipsiz, eşsiz, benzersiz, tartışmasız en iyi
(Hiç kimseyle ya da hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak kadar üstün olan)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. Her talent for storytelling is unrivaled.
(Hikâye anlatma yeteneği rakipsizdir.)
2. The restaurant offers an unrivaled dining experience.
(Restoran rakipsiz bir yemek deneyimi sunar.)
3. His dedication to his work is unrivaled.
(İşine olan bağlılığı benzersizdir.)
4. They built an unrivaled reputation in the tech industry.
(Teknoloji sektöründe rakipsiz bir itibar kazandılar.)
5. The view from the top of the hill is unrivaled at sunset.
(Tepenin zirvesinden gün batımı manzarası eşsizdir.)
Hazırsan bu kelimeyle bir cümle de sen yazabilirsin. Yardımcı olayım mı?
fluke
Harika İlker! İşte “fluke” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Fluke” – Türkçe Anlamı:
İsim (noun)
1. Tesadüf, şans eseri olan şey,
Elbette İlker! İşte “fluke” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümle:
⸻
“Fluke” – Türkçe Anlamı:
İsim (noun)
1. Şans eseri, tesadüf, bir şansa bağlı başarı
(Genellikle istenmeyen ya da beklenmeyen bir şekilde meydana gelen bir olay, özellikle başarı ya da kazanç)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. Winning the lottery was a complete fluke.
(Piyangoyu kazanmak tamamen bir tesadüf idi.)
2. He scored the goal by fluke—it wasn’t planned at all.
(Golü şans eseri attı—hiçbir şekilde planlanmamıştı.)
3. Her success in the race was a fluke, as she had never trained.
(Yarıştaki başarısı bir tesadüf idi, çünkü hiç antrenman yapmamıştı.)
4. It was just a fluke that I found your missing keys.
(Kaybolan anahtarlarını bulmam sadece bir tesadüftü.)
5. The team’s victory was seen as a fluke by many.
(Takımın zaferi birçok kişi tarafından tesadüf olarak görüldü.)
İstersen bir “fluke” durumu üzerinden kendi cümlenin örneğini yazabilirsin. Yardımcı olabilirim!
bluster
Harika seçim İlker! İşte “bluster” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümleyle açıklaması:
⸻
“Bluster” – Türkçe Anlamı:
Fiil (verb) ve isim (noun) olarak kullanılır.
1. Fiil:
• Bağırıp çağırmak, kabadayılık etmek, sert ama boş tehditler savurmak
• (Birini korkutmaya ya da etkilemeye çalışan ama aslında etkisiz olan sert konuşmalar)
2. İsim:
• Boş tehdit, sert ama etkisiz konuşma
• Gürültülü rüzgar anlamında da kullanılır.
⸻
5 Örnek Cümle:
1. He kept blustering about how he’d quit, but he never did.
(Sürekli işi bırakacağından bahsedip durdu ama hiçbir şey yapmadı.)
2. The boss’s bluster didn’t scare anyone in the office.
(Patronun kabadayılığı ofiste kimseyi korkutmadı.)
3. The wind blustered through the trees all night.
(Rüzgar bütün gece ağaçlar arasında uğuldayarak esti.)
4. Ignore his bluster—he’s not going to do anything.
(Onun boş tehditlerini görmezden gel—hiçbir şey yapmaz.)
5. His speech was full of bluster but lacked substance.
(Konuşması tehditkârdı ama içerikten yoksundu.)
İstersen bu kelimeyi bir iş ortamı ya da günlük bir durum içinde sen de kullanabilirsin. Yardımcı olayım mı?
interim
Harika İlker! İşte “interim” kelimesinin Türkçe anlamı ve 5 örnek cümleyle açıklaması:
⸻
“Interim” – Türkçe Anlamı:
Sıfat (adjective) ve isim (noun) olarak kullanılır.
1. Sıfat:
• Geçici, ara, vekaleten
(Kalıcı olan gelene kadar görevde veya kullanılan şey)
2. İsim:
• Ara dönem, geçici süre
(İki olay ya da durum arasındaki zaman dilimi)
⸻
5 Örnek Cümle:
1. She was appointed as the interim manager until a permanent one was hired.
(Kalıcı biri işe alınana kadar geçici müdür olarak atandı.)
2. In the interim, we’ll continue with the old system.
(Ara dönemde eski sistemle devam edeceğiz.)
3. He took over as interim CEO during the transition.
(Geçiş sürecinde vekaleten CEO olarak görevi devraldı.)
4. The interim report shows promising results.
(Ara rapor umut verici sonuçlar gösteriyor.)
5. An interim solution was found to keep things running.
(İşlerin devam etmesi için geçici bir çözüm bulundu.)
İstersen bu kelimeyle bir iş dünyası cümlesi de yazabiliriz. Yardımcı olayım mı?
disillusioned
“Disillusioned” kelimesinin Türkçe karşılığı:
“Hayal kırıklığına uğramış”, “gerçeklerle yüzleşip umutlarını kaybetmiş”, “gözleri açılmış” (bir şeye karşı eskisi kadar saf ya da iyimser olmayan)
⸻
5 örnek cümle:
1. After the scandal, many voters became disillusioned with the government.
Skandalın ardından birçok seçmen hükümetten hayal kırıklığına uğradı.
2. He was disillusioned by the harsh realities of war.
Savaşın acı gerçekleri karşısında hayal kırıklığına uğradı.
3. She’s disillusioned with her job and wants to quit.
İşinden hayal kırıklığına uğradı ve bırakmak istiyor.
4. I used to admire him, but now I feel disillusioned.
Eskiden ona hayrandım ama şimdi hayal kırıklığı yaşıyorum.
5. The fans felt disillusioned when the team lost again.
Taraftarlar, takım tekrar kaybedince hayal kırıklığına uğradı.
İstersen bununla bağlantılı başka kelimelere de bakabiliriz: disappointed, let down, cynical gibi.
slack off
“Slack off” deyimi, Türkçede şu anlamlara gelir:
• Tembellik etmek
• Gevşemek, çalışmayı aksatmak
• Sıkı çalışmayı bırakmak, verimi düşürmek
⸻
5 örnek cümle:
1. You’ve been slacking off at work lately. Is everything okay?
Son zamanlarda işte tembellik ediyorsun. Her şey yolunda mı?
2. Don’t slack off now — we’re almost done!
Şimdi gevşeme — neredeyse bitirdik!
3. If you slack off too much, you might get fired.
Çok fazla tembellik edersen işten atılabilirsin.
4. She used to study hard, but she’s been slacking off this semester.
Eskiden çok çalışırdı ama bu dönem tembelleşti.
5. The team can’t afford to slack off during the final phase of the project.
Ekip, projenin son aşamasında gevşemeye tahammül edemez.
İstersen bunu günlük konuşmalarda nasıl daha doğal kullanabileceğini de gösterebilirim.
refute
“Refute” kelimesinin Türkçe karşılığı:
• Çürütmek
• Yalanlamak
• Yanlış olduğunu kanıtlamak
Genellikle bir iddianın, suçlamanın veya görüşün doğru olmadığını kanıtlamak anlamında kullanılır.
⸻
5 İngilizce örnek cümle ve Türkçe çevirisi:
1. He refuted the allegations made against him.
Hakkında yapılan suçlamaları çürüttü.
2. The scientist refuted the theory with strong evidence.
Bilim insanı, güçlü kanıtlarla teoriyi çürüttü.
3. She was quick to refute the rumors about her resignation.
İstifasıyla ilgili söylentileri hızla yalanladı.
4. No one was able to refute his argument.
Hiç kimse onun argümanını çürütemedi.
5. They tried to refute the claims in the report.
Rapordaki iddiaları çürütmeye çalıştılar.
⸻
İstersen bu kelimeyle karıştırılabilecek “deny”, “reject”, “disprove” gibi benzer kelimelerin farklarını da konuşabiliriz.