AAA02 Flashcards
benign
“Benign” kelimesinin Türkçesi “iyi huylu” veya “zararsız”dır. Genellikle tıp alanında, özellikle tümörler veya hastalıklar için kullanılır.
5 örnek cümle:
1. The doctor said the tumor is benign.
Doktor, tümörün iyi huylu olduğunu söyledi.
2. Luckily, it was just a benign infection.
Neyse ki, sadece zararsız bir enfeksiyondu.
3. She has a benign attitude toward everyone.
Herkese karşı nazik ve iyi niyetli bir tavrı var.
4. This software is benign; it won’t harm your computer.
Bu yazılım zararsız, bilgisayarına zarar vermez.
5. Most moles on the skin are benign.
Derideki benlerin çoğu iyi huyludur.
İstersen farklı bağlamlarda da örnek verebilirim.
stable
“Stable” kelimesi Türkçeye bağlama göre farklı şekillerde çevrilebilir. En yaygın anlamları:
• Kararlı
• Dengeli
• Sabit
• (Tıbbi bağlamda) Durumu stabil / durumu sabit
5 örnek cümle:
1. The patient’s condition is stable now.
Hastanın durumu şimdi stabil.
2. He has a stable job with a good income.
İyi gelirli ve sabit bir işi var.
3. The economy is more stable than last year.
Ekonomi geçen yıla göre daha dengeli.
4. She is emotionally stable despite the stress.
Strese rağmen duygusal olarak kararlı.
5. We need a stable internet connection for the meeting.
Toplantı için sabit (kesintisiz) bir internet bağlantısına ihtiyacımız var.
İstersen tıbbi bağlamda “stable” kelimesinin kullanıldığı cümleleri biraz daha detaylandırabilirim.
illuminate
“Illuminate” kelimesi Türkçeye şu anlamlarla çevrilebilir:
• Aydınlatmak
• Işık tutmak
• (Mecaz anlamda) Açıklığa kavuşturmak, aydınlatmak (bir konuyu)
5 örnek cümle:
1. The candles illuminated the dark room.
Mumlar karanlık odayı aydınlattı.
2. The streetlights illuminate the road at night.
Sokak lambaları gece yolun üzerini aydınlatır.
3. Her explanation illuminated the issue for everyone.
Onun açıklaması meseleyi herkes için açıklığa kavuşturdu.
4. The full moon illuminated the forest path.
Dolunay orman yolunu ışıklandırdı.
5. This book illuminates the history of the region.
Bu kitap bölgenin tarihine ışık tutuyor.
İstersen mecaz anlamda kullanıldığı daha edebi ya da akademik örnekler de verebilirim.
impair
“Impair” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Zarar vermek
• Zayıflatmak
• Bozmak
Genellikle bir yeteneğin, fonksiyonun ya da sağlığın bozulması anlamında kullanılır.
5 örnek cümle:
1. Drinking too much alcohol can impair your judgment.
Çok fazla alkol içmek muhakeme yeteneğine zarar verebilir.
2. Loud noise can impair your hearing over time.
Yüksek ses zamanla işitme duyunu zayıflatabilir.
3. The illness impaired his ability to walk.
Hastalık, yürüme yetisini zayıflattı/bozdu.
4. Stress can impair memory and concentration.
Stres, hafızayı ve dikkati olumsuz etkileyebilir.
5. Lack of sleep impairs performance at work.
Uyku eksikliği işteki performansı bozar.
İstersen bu fiilin farklı zamanlarda nasıl çekimlendiğini veya daha resmi cümlelerde nasıl kullanıldığını da gösterebilirim.
redundant
“Redundant” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir:
• Gereksiz
• Fazla / lüzumsuz
• (İş hayatında) İhtiyaç fazlası (personel), işten çıkarılmış
5 örnek cümle:
1. Your report is clear, but some details are redundant.
Raporun açık ama bazı detaylar gereksiz.
2. He was made redundant after the company restructured.
Şirket yeniden yapılanınca işten çıkarıldı (ihtiyaç fazlası sayıldı).
3. Avoid redundant expressions in formal writing.
Resmi yazımda gereksiz ifadelerden kaçın.
4. Two employees doing the same job is redundant.
Aynı işi yapan iki çalışan olması lüzumsuz.
5. The explanation was a bit redundant; you already said that.
Açıklama biraz fazlaydı, bunu zaten söylemiştin.
İstersen bu kelimenin teknik, yazılımcı ya da iş hukuku bağlamındaki kullanımlarını da örnekleyebilirim.
scrutinize
“Scrutinize” kelimesi Türkçeye şu anlamlarla çevrilebilir:
• Dikkatle incelemek
• Detaylıca gözden geçirmek
• Mercek altına almak
Genellikle resmi, akademik ya da eleştirel bağlamlarda kullanılır.
5 örnek cümle:
1. The accountant scrutinized the financial statements.
Muhasebeci mali tabloları dikkatle inceledi.
2. We need to scrutinize every detail of the contract.
Sözleşmenin her detayını titizlikle gözden geçirmeliyiz.
3. His behavior was closely scrutinized by the media.
Davranışları medya tarafından yakından incelendi.
4. Scientists scrutinized the data before publishing the report.
Bilim insanları raporu yayımlamadan önce verileri detaylıca incelediler.
5. She scrutinized his face for any sign of emotion.
Onun yüzünde bir duygu belirtisi arayarak dikkatle inceledi.
İstersen bu kelimenin daha akademik ya da resmi yazılarda nasıl kullanıldığını da örneklerle gösterebilirim.
augment
“Augment” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Artırmak
• Çoğaltmak
• Genişletmek / büyütmek
• (Geliştirmek amacıyla) desteklemek
Genellikle bir şeyi daha iyi, daha büyük ya da daha etkili hâle getirmek anlamında kullanılır.
5 örnek cümle:
1. He took a second job to augment his income.
Gelirini artırmak için ikinci bir iş yaptı.
2. The company plans to augment its workforce next year.
Şirket, gelecek yıl iş gücünü çoğaltmayı planlıyor.
3. This new feature will augment the user experience.
Bu yeni özellik kullanıcı deneyimini geliştirecek.
4. They used digital tools to augment traditional teaching methods.
Geleneksel öğretim yöntemlerini desteklemek için dijital araçlar kullandılar.
5. The army augmented its forces with new recruits.
Ordu, yeni askerlerle kuvvetlerini takviye etti.
İstersen bu kelimenin teknik (örneğin “augmented reality”) ya da resmi yazışmalarda nasıl kullanıldığını da açıklayabilirim.
chiefly
“Chiefly” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir:
• Başlıca
• Özellikle
• Esasen / esas olarak
• Daha çok
Genellikle bir şeyin en önemli yönünü ya da baskın niteliğini belirtmek için kullanılır.
5 örnek cümle:
1. The committee is concerned chiefly with public safety.
Komite başlıca halkın güvenliğiyle ilgileniyor.
2. The region is known chiefly for its wine production.
Bölge, özellikle şarap üretimiyle tanınır.
3. His success was due chiefly to hard work.
Başarısı esas olarak sıkı çalışmaya bağlıydı.
4. This diet consists chiefly of fruits and vegetables.
Bu diyet başlıca meyve ve sebzelerden oluşur.
5. The guests were chiefly politicians and businesspeople.
Konuklar çoğunlukla siyasetçi ve iş insanlarıydı.
İstersen “chiefly” kelimesinin daha edebi ya da akademik metinlerde nasıl kullanıldığını da örnekleyebilirim.
legitimate
“Legitimate” kelimesi Türkçeye bağlama göre şu şekilde çevrilebilir:
• Yasal / meşru
• Haklı / mantıklı
• (Fiil olarak) meşrulaştırmak, yasallaştırmak
5 örnek cümle:
1. He has a legitimate right to express his opinion.
Fikrini ifade etmek onun meşru hakkı.
2. Is this a legitimate business?
Bu yasal bir iş mi?
3. Her concerns are legitimate.
Onun endişeleri haklı/geçerli.
4. They are trying to legitimate their actions.
Davranışlarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
5. The passport was obtained through legitimate means.
Pasaport yasal yollarla alındı.
İstersen bu kelimenin hukukî metinlerde ya da günlük konuşmalarda nasıl farklı tonlarla kullanıldığını da gösterebilirim.
nonchalant
“Nonchalant” kelimesi Türkçeye şu anlamlarla çevrilebilir:
• Kayıtsız
• Umursamaz
• Sakin ve rahat tavırlı
• İlgisiz gibi görünen (soğukkanlı)
Genellikle bir kişinin, önemli bir durum karşısında bile sanki pek umursamıyormuş gibi rahat davranmasını tanımlar.
5 örnek cümle:
1. He gave a nonchalant shrug and walked away.
Umursamaz bir omuz silkişiyle uzaklaştı.
2. She acted nonchalant, but I knew she was nervous.
Kayıtsız davrandı ama gergin olduğunu biliyordum.
3. His nonchalant attitude annoyed his boss.
Rahat tavırları patronunu sinirlendirdi.
4. He answered the question with a nonchalant smile.
Soruyu sakin bir gülümsemeyle yanıtladı.
5. Despite the chaos, she remained nonchalant.
Kaosa rağmen soğukkanlılığını korudu.
İstersen bu kelimenin yazılı edebiyatta ya da karakter tanımlamalarında nasıl kullanıldığını da açıklayabilirim.
tedious
“Tedious” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Sıkıcı
• Bıktırıcı
• Usandırıcı
• Bezdirici
Genellikle uzun süren, tekrarlayan ve ilgi çekici olmayan işler ya da durumlar için kullanılır.
5 örnek cümle:
1. Filing all these documents is a tedious task.
Bu belgelerin hepsini dosyalamak sıkıcı bir iş.
2. The lecture was so tedious that several students fell asleep.
Ders o kadar bıktırıcıydı ki birkaç öğrenci uyuyakaldı.
3. It’s a tedious process, but it must be done carefully.
Bezdirici bir süreç ama dikkatli yapılması gerekiyor.
4. He quit his job because he found it tedious and repetitive.
İşinden ayrıldı çünkü onu sıkıcı ve tekrarlayıcı buluyordu.
5. I find ironing clothes incredibly tedious.
Ütü yapmayı inanılmaz sıkıcı buluyorum.
İstersen bu kelimenin daha resmi ya da günlük kullanımlarda nasıl farklı tonlarda yer aldığını da gösterebilirim.
widespread
“Widespread” kelimesi Türkçeye şu şekillerde çevrilebilir:
• Yaygın
• Genel
• Geniş çapta görülen
Genellikle bir olayın, durumun ya da uygulamanın büyük bir alanda veya çok sayıda kişi arasında olduğunu ifade eder.
5 örnek cümle:
1. There is widespread support for the new policy.
Yeni politikaya karşı yaygın bir destek var.
2. The disease became widespread in a short time.
Hastalık kısa sürede geniş çapta yayıldı.
3. Corruption was widespread in the government.
Hükûmette yaygın yolsuzluk vardı.
4. There is widespread use of smartphones among teenagers.
Akıllı telefon kullanımı gençler arasında çok yaygın.
5. The storm caused widespread damage across the region.
Fırtına bölgede geniş çaplı hasara yol açtı.
İstersen bu kelimenin akademik, bilimsel ya da haber dilinde nasıl kullanıldığını da örnekleyebilirim.
attribute
“Attribute” kelimesi, isim ve fiil olarak farklı anlamlara gelir:
⸻
- İsim (noun):
“Özellik, nitelik, vasıf”
Bir nesneye, kişiye veya kavrama ait tanımlayıcı özelliklerden söz ederken kullanılır.
Örnekler:
1. Patience is an important attribute of a good teacher.
Sabır, iyi bir öğretmenin önemli bir özelliğidir.
2. Kindness is one of her best attributes.
Nezaket onun en iyi niteliklerinden biridir.
⸻
- Fiil (verb):
“Atfetmek, bağlamak, yormak”
Bir şeyin nedenini ya da kaynağını bir şeye ya da birine bağlamak anlamında kullanılır.
Örnekler:
3. He attributes his success to hard work.
Başarısını çok çalışmaya bağlıyor.
4. The poem is attributed to a famous 13th-century poet.
Bu şiir, 13. yüzyıldan ünlü bir şaire atfediliyor.
5. Many scientists attribute climate change to human activity.
Birçok bilim insanı iklim değişikliğini insan faaliyetlerine yoruyor/bağlıyor.
⸻
İstersen sadece fiil ya da sadece isim haliyle ilgili daha fazla örnek ya da eş anlamlı kelimeler de verebilirim.
subsequently
“Subsequently” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Daha sonra
• Sonrasında
• Ardından
• Akabinde
Zaman sıralaması içinde bir olayın başka bir olaydan sonra gerçekleştiğini belirtir. Resmî veya yazılı anlatımda sık kullanılır.
5 örnek cümle:
1. He was arrested and subsequently released.
Tutuklandı ve daha sonra serbest bırakıldı.
2. The company lost a major client and subsequently went bankrupt.
Şirket büyük bir müşterisini kaybetti ve ardından iflas etti.
3. She studied law and subsequently became a judge.
Hukuk okudu ve sonrasında hâkim oldu.
4. The error was discovered and subsequently corrected.
Hata fark edildi ve akabinde düzeltildi.
5. They got married in 2010 and subsequently moved to Canada.
2010’da evlendiler ve daha sonra Kanada’ya taşındılar.
İstersen bu kelimenin daha gündelik eş anlamlılarıyla (“then,” “later,” “after that”) karşılaştırmasını da yapabilirim.
levee
“Levee” kelimesi bağlama göre Türkçeye farklı şekillerde çevrilebilir. En yaygın anlamları şunlardır:
⸻
- Set / Toprak bent / Sedde (coğrafya & mühendislik)
Bir nehrin taşmasını önlemek için yapılan yapay toprak setlerdir.
Örnekler:
1. The levee protected the town from flooding.
Set, kasabayı selden korudu.
2. They built a levee along the river to prevent overflow.
Taşkını önlemek için nehir boyunca bir sedde inşa ettiler.
⸻
- Resmî kabul töreni (tarihi / nadir kullanım)
Özellikle monarşik dönemlerde kralların ya da önemli kişilerin sabah kabul töreni anlamında da kullanılır (artık çok nadir ve tarihi bir anlamdır).
Örnek:
3. The king held a levee for his guests in the morning.
Kral sabah misafirleri için bir resmî kabul töreni düzenledi.
⸻
Genelde günümüzde “levee” dendiğinde coğrafi anlamı (nehir seti, taşkın koruma bariyeri) kastedilir.
İstersen “levee breach” (setin yıkılması) gibi kavramları da açıklayabilirim.
revere
“Revere” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Saygı göstermek
• Derin saygı duymak
• Taparcasına sevmek / büyük hayranlık beslemek
Genellikle bir kişiye, lidere, büyüğe ya da kutsal bir şeye duyulan derin hayranlık ve saygı anlamında kullanılır. Resmî ve edebi dilde sık görülür.
⸻
5 örnek cümle:
1. The students revere their teacher for her wisdom.
Öğrenciler, bilgeliğinden dolayı öğretmenlerine derin saygı duyuyor.
2. He is revered as a national hero.
O, ulusal bir kahraman olarak saygı görüyor.
3. Many people revere ancient traditions.
Birçok insan eski
warrant
“Warrant” kelimesi hem isim hem de fiil olarak kullanılır ve Türkçeye farklı anlamlarla çevrilebilir:
⸻
- İsim (noun):
a. İzin / Yetki belgesi / Emir (özellikle resmî veya hukuki)
→ Arama emri, tutuklama emri gibi
• The police had a warrant to search his house.
Polis, evini aramak için bir arama emrine sahipti.
• The judge issued a warrant for his arrest.
Hâkim onun tutuklanması için tutuklama emri çıkardı.
b. Garanti / Teminat (daha genel kullanımda)
• There’s no warrant for such behavior.
Bu tür bir davranış için hiçbir gerekçe yok.
⸻
- Fiil (verb):
a. Haklı göstermek / Gerekli kılmak / Gerektirmek
• The situation doesn’t warrant such a reaction.
Durum böyle bir tepkiyi gerektirmiyor/haklı kılmıyor.
• His actions warrant punishment.
Davranışları cezayı gerektiriyor/hak ediyor.
⸻
5 örnek cümle (hem isim hem fiil kullanımıyla karışık):
1. The police need a warrant to enter your home.
Polis evine girmek için arama emrine ihtiyaç duyar.
2. His behavior doesn’t warrant your anger.
Onun davranışı senin öfkeni haklı çıkarmaz.
3. The court issued a warrant for her arrest.
Mahkeme onun tutuklanması için tutuklama emri çıkardı.
4. Nothing can warrant such cruelty.
Böyle bir zulmü hiçbir şey haklı çıkaramaz.
5. They acted without legal warrant.
Yasal bir yetki olmadan harekete geçtiler.
⸻
İstersen bu kelimenin finansal kullanımı olan “warrant (warrant certificate)” gibi terimleri de açıklayabilirim.
negate
“Negate” kelimesi Türkçeye şu şekillerde çevrilebilir:
• Geçersiz kılmak
• İptal etmek
• Yok saymak / ortadan kaldırmak
• (Mantıkta) Olumsuzlamak
⸻
Anlamına göre kullanımlar:
- Bir şeyi geçersiz ya da etkisiz hâle getirmek
• This discovery negates previous theories.
Bu keşif, önceki teorileri geçersiz kılıyor. - İnkâr etmek / yok saymak
• You can’t negate the importance of hard work.
Sıkı çalışmanın önemini yok sayamazsın. - Mantıkta “olumsuzlamak” (negation)
• To negate a statement in logic, you use ‘not’.
Mantıkta bir ifadeyi olumsuzlamak için “not” kullanırsın.
⸻
5 örnek cümle:
1. This does not negate our responsibility.
Bu, sorumluluğumuzu ortadan kaldırmaz.
2. His apology doesn’t negate the damage he caused.
Onun özrü, verdiği zararı geçersiz kılmaz.
3. A single mistake shouldn’t negate all your efforts.
Tek bir hata, tüm çabalarını boşa çıkarmaz.
4. The drug’s side effects can negate its benefits.
İlacın yan etkileri faydalarını etkisiz hâle getirebilir.
5. She tried to negate what she had said earlier.
Daha önce söylediklerini inkâr etmeye çalıştı.
⸻
İstersen bu kelimenin akademik veya teknik metinlerdeki kullanımlarını da inceleyebiliriz.
precipitate
“Precipitate” kelimesi hem fiil hem sıfat hem de isim olarak kullanılır ve bağlama göre Türkçeye farklı şekillerde çevrilebilir.
⸻
- Fiil (verb):
a. Hızlandırmak / Yol açmak (genellikle olumsuz bir şeyi)
• The crisis precipitated a war.
Kriz bir savaşın çıkmasına neden oldu/hızlandırdı.
b. Düşürmek / Yoğunlaştırmak (kimya bağlamında)
• The chemicals precipitated as a solid.
Kimyasallar katı hâlde çöktü.
⸻
- Sıfat (adjective):
a. Aceleci / Düşüncesizce yapılmış
• A precipitate decision can lead to trouble.
Düşüncesizce verilen bir karar sorunlara yol açabilir.
⸻
- İsim (noun):
a. Çökelti (kimyada)
• The reaction formed a white precipitate.
Reaksiyon beyaz bir çökelti oluşturdu.
⸻
5 örnek cümle:
1. Fear of inflation precipitated the sell-off in the stock market.
Enflasyon korkusu, borsada satışları hızlandırdı/tetikledi.
2. His precipitate actions caused confusion.
Onun aceleci davranışları kafa karışıklığına neden oldu.
3. Cool temperatures can precipitate rain.
Düşük sıcaklıklar yağmurun yağmasına neden olabilir.
4. The experiment resulted in a yellow precipitate.
Deney sarı bir çökelti ile sonuçlandı.
5. She tried not to make a precipitate judgment.
Düşüncesizce bir yargıya varmaktan kaçınmaya çalıştı.
⸻
İstersen bu kelimenin sadece bilimsel (özellikle kimya) bağlamdaki kullanımına odaklanabiliriz.
query
“Query” kelimesi hem isim hem de fiil olarak kullanılır ve bağlama göre Türkçeye farklı şekillerde çevrilebilir:
⸻
- İsim (noun):
a. Soru / Sorgu / Soru işareti
• If you have any queries, feel free to ask.
Herhangi bir sorunuz varsa, sormaktan çekinmeyin.
• The customer service team handled all the queries efficiently.
Müşteri hizmetleri tüm sorguları verimli şekilde halletti.
⸻
- Fiil (verb):
a. Sormak / Sorgulamak / Şüpheyle yaklaşmak
• He queried the accuracy of the report.
Raporun doğruluğunu sorguladı.
• She queried whether the decision was fair.
Kararın adil olup olmadığını sordu / sorguladı.
⸻
5 örnek cümle:
1. I have a quick query about the schedule.
Programla ilgili kısa bir sorum var.
2. You should query your bill if you think it’s incorrect.
Faturanın yanlış olduğunu düşünüyorsan sorgulamalısın.
3. All queries will be answered by the support team.
Tüm sorular destek ekibi tarafından yanıtlanacaktır.
4. He queried the need for additional testing.
Ek testlere ihtiyaç olup olmadığını sorguladı.
5. The teacher welcomed any queries from the students.
Öğretmen, öğrencilerden gelecek soruları memnuniyetle karşıladı.
⸻
İstersen bu kelimenin teknik kullanımlarını da (örneğin SQL query, yani veritabanı sorgusu) açıklayabilirim.
rue
“Rue” kelimesi hem fiil hem de daha nadiren isim olarak kullanılır ve genellikle eski ya da edebi bir tondadır. Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
⸻
- Fiil (verb):
Pişman olmak, üzülmek, hayıflanmak
• He rued the day he met her.
Onunla tanıştığı güne lanet etti / pişman oldu.
• You’ll rue your decision someday.
Bir gün bu kararından pişman olacaksın.
⸻
- İsim (noun):
Pişmanlık, üzüntü (çok nadir ve edebi kullanım)
• She spoke with a tone of deep rue.
Derin bir pişmanlık tonuyla konuştu.
⸻
5 örnek cümle:
1. I deeply rue not spending more time with my family.
Ailemle daha fazla zaman geçirmediğime derinden pişmanım.
2. He will rue his mistake for a long time.
Hatasından uzun süre pişmanlık duyacak.
3. They rued their decision to sell the house.
Evi satma kararlarından pişman oldular.
4. She looked back on her actions with rue.
Yaptıklarına pişmanlıkla baktı.
5. You’ll rue the consequences of your actions.
Davranışlarının sonuçlarından pişman olacaksın.
⸻
İstersen bu kelimenin daha modern karşılıkları veya günlük İngilizce’deki yerini de konuşabiliriz.
sage
“Sage” kelimesinin İngilizce’de iki yaygın anlamı vardır ve bağlama göre Türkçeye farklı şekilde çevrilir:
⸻
- İsim (noun):
a. Bilge kişi
Yaşlı, deneyimli, düşünceli ve akıllıca konuşan kimse.
• The old sage shared his wisdom with the villagers.
Yaşlı bilge, köylülere bilgeliğini paylaştı.
b. Adaçayı
Bir bitki türüdür; genellikle çay olarak ya da yemeklerde baharat olarak kullanılır.
• She added sage to the stuffing for extra flavor.
Fazladan lezzet katmak için iç harcına adaçayı ekledi.
⸻
- Sıfat (adjective):
Bilgece, akıllıca, derin düşünülmüş
• He gave sage advice to his students.
Öğrencilerine bilgece tavsiyeler verdi.
⸻
5 örnek cümle:
1. People came from far away to hear the sage’s words.
İnsanlar, bilgenin sözlerini duymak için uzaklardan geldi.
2. She brewed a cup of sage tea to calm her nerves.
Sinirlerini yatıştırmak için bir fincan adaçayı demledi.
3. The professor’s sage advice helped me through a tough time.
Profesörün akıllıca tavsiyesi, zor zamanlarımda bana yardımcı oldu.
4. He looked like a sage with his long beard and calm voice.
Uzun sakalı ve sakin sesiyle bilge gibi görünüyordu.
5. Sage is often used in traditional medicine.
Adaçayı, geleneksel tıpta sıkça kullanılır.
⸻
İstersen bu kelimenin edebi kullanımlarını ya da dini/metafizik anlamlarını da açabilirim.
suffrage
“Suffrage” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilir:
• Oy hakkı
• Seçme hakkı
Genellikle siyasal bağlamda, özellikle kadınların oy hakkı veya genel seçim hakları ile ilgili kullanılır.
⸻
5 örnek cümle:
1. The fight for women’s suffrage was long and difficult.
Kadınların oy hakkı mücadelesi uzun ve zorluydu.
2. Universal suffrage was achieved in many countries in the 20th century.
20. yüzyılda birçok ülkede genel oy hakkı sağlandı.
3. They campaigned tirelessly for suffrage reform.
Oy hakkı reformu için yorulmadan kampanya yaptılar.
4. In some early democracies, suffrage was limited to landowners.
Bazı ilk demokrasilerde oy hakkı sadece toprak sahipleriyle sınırlıydı.
5. Suffrage is a fundamental aspect of a democratic society.
Seçme hakkı, demokratik bir toplumun temel unsurlarındandır.
⸻
İstersen “women’s suffrage movement” ya da “universal suffrage” gibi ifadelerin tarihsel gelişimini de özetleyebilirim.
treatise
“Treatise” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Tez
• İnceleme yazısı
• Bilimsel eser / akademik yazı
• Araştırma kitabı
Genellikle belirli bir konuda derinlemesine ve sistematik şekilde yazılmış, ciddi ve akademik bir metni ifade eder. Felsefe, hukuk, bilim gibi alanlarda sık görülür.
⸻
5 örnek cümle:
1. He wrote a treatise on ancient Greek philosophy.
Antik Yunan felsefesi üzerine bir tez yazdı.
2. The book is a detailed treatise on climate change.
Bu kitap, iklim değişikliği üzerine ayrıntılı bir inceleme niteliğinde.
3. Her treatise on human rights won international acclaim.
İnsan haklarıyla ilgili incelemesi uluslararası beğeni kazandı.
4. The treatise explores the legal implications of the new policy.
Bu akademik yazı, yeni politikanın hukuki sonuçlarını inceliyor.
5. Newton’s Principia is a famous scientific treatise.
Newton’un Principia adlı eseri ünlü bir bilimsel yapıttır.
⸻
İstersen “treatise” ile “article,” “paper” ve “thesis” arasındaki farkları da açıklayabilirim.