AAA02 Flashcards

1
Q

benign

A

“Benign” kelimesinin Türkçesi “iyi huylu” veya “zararsız”dır. Genellikle tıp alanında, özellikle tümörler veya hastalıklar için kullanılır.

5 örnek cümle:
1. The doctor said the tumor is benign.
Doktor, tümörün iyi huylu olduğunu söyledi.
2. Luckily, it was just a benign infection.
Neyse ki, sadece zararsız bir enfeksiyondu.
3. She has a benign attitude toward everyone.
Herkese karşı nazik ve iyi niyetli bir tavrı var.
4. This software is benign; it won’t harm your computer.
Bu yazılım zararsız, bilgisayarına zarar vermez.
5. Most moles on the skin are benign.
Derideki benlerin çoğu iyi huyludur.

İstersen farklı bağlamlarda da örnek verebilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

stable

A

“Stable” kelimesi Türkçeye bağlama göre farklı şekillerde çevrilebilir. En yaygın anlamları:
• Kararlı
• Dengeli
• Sabit
• (Tıbbi bağlamda) Durumu stabil / durumu sabit

5 örnek cümle:
1. The patient’s condition is stable now.
Hastanın durumu şimdi stabil.
2. He has a stable job with a good income.
İyi gelirli ve sabit bir işi var.
3. The economy is more stable than last year.
Ekonomi geçen yıla göre daha dengeli.
4. She is emotionally stable despite the stress.
Strese rağmen duygusal olarak kararlı.
5. We need a stable internet connection for the meeting.
Toplantı için sabit (kesintisiz) bir internet bağlantısına ihtiyacımız var.

İstersen tıbbi bağlamda “stable” kelimesinin kullanıldığı cümleleri biraz daha detaylandırabilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

illuminate

A

“Illuminate” kelimesi Türkçeye şu anlamlarla çevrilebilir:
• Aydınlatmak
• Işık tutmak
• (Mecaz anlamda) Açıklığa kavuşturmak, aydınlatmak (bir konuyu)

5 örnek cümle:
1. The candles illuminated the dark room.
Mumlar karanlık odayı aydınlattı.
2. The streetlights illuminate the road at night.
Sokak lambaları gece yolun üzerini aydınlatır.
3. Her explanation illuminated the issue for everyone.
Onun açıklaması meseleyi herkes için açıklığa kavuşturdu.
4. The full moon illuminated the forest path.
Dolunay orman yolunu ışıklandırdı.
5. This book illuminates the history of the region.
Bu kitap bölgenin tarihine ışık tutuyor.

İstersen mecaz anlamda kullanıldığı daha edebi ya da akademik örnekler de verebilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

impair

A

“Impair” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Zarar vermek
• Zayıflatmak
• Bozmak

Genellikle bir yeteneğin, fonksiyonun ya da sağlığın bozulması anlamında kullanılır.

5 örnek cümle:
1. Drinking too much alcohol can impair your judgment.
Çok fazla alkol içmek muhakeme yeteneğine zarar verebilir.
2. Loud noise can impair your hearing over time.
Yüksek ses zamanla işitme duyunu zayıflatabilir.
3. The illness impaired his ability to walk.
Hastalık, yürüme yetisini zayıflattı/bozdu.
4. Stress can impair memory and concentration.
Stres, hafızayı ve dikkati olumsuz etkileyebilir.
5. Lack of sleep impairs performance at work.
Uyku eksikliği işteki performansı bozar.

İstersen bu fiilin farklı zamanlarda nasıl çekimlendiğini veya daha resmi cümlelerde nasıl kullanıldığını da gösterebilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

redundant

A

“Redundant” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir:
• Gereksiz
• Fazla / lüzumsuz
• (İş hayatında) İhtiyaç fazlası (personel), işten çıkarılmış

5 örnek cümle:
1. Your report is clear, but some details are redundant.
Raporun açık ama bazı detaylar gereksiz.
2. He was made redundant after the company restructured.
Şirket yeniden yapılanınca işten çıkarıldı (ihtiyaç fazlası sayıldı).
3. Avoid redundant expressions in formal writing.
Resmi yazımda gereksiz ifadelerden kaçın.
4. Two employees doing the same job is redundant.
Aynı işi yapan iki çalışan olması lüzumsuz.
5. The explanation was a bit redundant; you already said that.
Açıklama biraz fazlaydı, bunu zaten söylemiştin.

İstersen bu kelimenin teknik, yazılımcı ya da iş hukuku bağlamındaki kullanımlarını da örnekleyebilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

scrutinize

A

“Scrutinize” kelimesi Türkçeye şu anlamlarla çevrilebilir:
• Dikkatle incelemek
• Detaylıca gözden geçirmek
• Mercek altına almak

Genellikle resmi, akademik ya da eleştirel bağlamlarda kullanılır.

5 örnek cümle:
1. The accountant scrutinized the financial statements.
Muhasebeci mali tabloları dikkatle inceledi.
2. We need to scrutinize every detail of the contract.
Sözleşmenin her detayını titizlikle gözden geçirmeliyiz.
3. His behavior was closely scrutinized by the media.
Davranışları medya tarafından yakından incelendi.
4. Scientists scrutinized the data before publishing the report.
Bilim insanları raporu yayımlamadan önce verileri detaylıca incelediler.
5. She scrutinized his face for any sign of emotion.
Onun yüzünde bir duygu belirtisi arayarak dikkatle inceledi.

İstersen bu kelimenin daha akademik ya da resmi yazılarda nasıl kullanıldığını da örneklerle gösterebilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

augment

A

“Augment” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Artırmak
• Çoğaltmak
• Genişletmek / büyütmek
• (Geliştirmek amacıyla) desteklemek

Genellikle bir şeyi daha iyi, daha büyük ya da daha etkili hâle getirmek anlamında kullanılır.

5 örnek cümle:
1. He took a second job to augment his income.
Gelirini artırmak için ikinci bir iş yaptı.
2. The company plans to augment its workforce next year.
Şirket, gelecek yıl iş gücünü çoğaltmayı planlıyor.
3. This new feature will augment the user experience.
Bu yeni özellik kullanıcı deneyimini geliştirecek.
4. They used digital tools to augment traditional teaching methods.
Geleneksel öğretim yöntemlerini desteklemek için dijital araçlar kullandılar.
5. The army augmented its forces with new recruits.
Ordu, yeni askerlerle kuvvetlerini takviye etti.

İstersen bu kelimenin teknik (örneğin “augmented reality”) ya da resmi yazışmalarda nasıl kullanıldığını da açıklayabilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

chiefly

A

“Chiefly” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir:
• Başlıca
• Özellikle
• Esasen / esas olarak
• Daha çok

Genellikle bir şeyin en önemli yönünü ya da baskın niteliğini belirtmek için kullanılır.

5 örnek cümle:
1. The committee is concerned chiefly with public safety.
Komite başlıca halkın güvenliğiyle ilgileniyor.
2. The region is known chiefly for its wine production.
Bölge, özellikle şarap üretimiyle tanınır.
3. His success was due chiefly to hard work.
Başarısı esas olarak sıkı çalışmaya bağlıydı.
4. This diet consists chiefly of fruits and vegetables.
Bu diyet başlıca meyve ve sebzelerden oluşur.
5. The guests were chiefly politicians and businesspeople.
Konuklar çoğunlukla siyasetçi ve iş insanlarıydı.

İstersen “chiefly” kelimesinin daha edebi ya da akademik metinlerde nasıl kullanıldığını da örnekleyebilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

legitimate

A

“Legitimate” kelimesi Türkçeye bağlama göre şu şekilde çevrilebilir:
• Yasal / meşru
• Haklı / mantıklı
• (Fiil olarak) meşrulaştırmak, yasallaştırmak

5 örnek cümle:
1. He has a legitimate right to express his opinion.
Fikrini ifade etmek onun meşru hakkı.
2. Is this a legitimate business?
Bu yasal bir iş mi?
3. Her concerns are legitimate.
Onun endişeleri haklı/geçerli.
4. They are trying to legitimate their actions.
Davranışlarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
5. The passport was obtained through legitimate means.
Pasaport yasal yollarla alındı.

İstersen bu kelimenin hukukî metinlerde ya da günlük konuşmalarda nasıl farklı tonlarla kullanıldığını da gösterebilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

nonchalant

A

“Nonchalant” kelimesi Türkçeye şu anlamlarla çevrilebilir:
• Kayıtsız
• Umursamaz
• Sakin ve rahat tavırlı
• İlgisiz gibi görünen (soğukkanlı)

Genellikle bir kişinin, önemli bir durum karşısında bile sanki pek umursamıyormuş gibi rahat davranmasını tanımlar.

5 örnek cümle:
1. He gave a nonchalant shrug and walked away.
Umursamaz bir omuz silkişiyle uzaklaştı.
2. She acted nonchalant, but I knew she was nervous.
Kayıtsız davrandı ama gergin olduğunu biliyordum.
3. His nonchalant attitude annoyed his boss.
Rahat tavırları patronunu sinirlendirdi.
4. He answered the question with a nonchalant smile.
Soruyu sakin bir gülümsemeyle yanıtladı.
5. Despite the chaos, she remained nonchalant.
Kaosa rağmen soğukkanlılığını korudu.

İstersen bu kelimenin yazılı edebiyatta ya da karakter tanımlamalarında nasıl kullanıldığını da açıklayabilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

tedious

A

“Tedious” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Sıkıcı
• Bıktırıcı
• Usandırıcı
• Bezdirici

Genellikle uzun süren, tekrarlayan ve ilgi çekici olmayan işler ya da durumlar için kullanılır.

5 örnek cümle:
1. Filing all these documents is a tedious task.
Bu belgelerin hepsini dosyalamak sıkıcı bir iş.
2. The lecture was so tedious that several students fell asleep.
Ders o kadar bıktırıcıydı ki birkaç öğrenci uyuyakaldı.
3. It’s a tedious process, but it must be done carefully.
Bezdirici bir süreç ama dikkatli yapılması gerekiyor.
4. He quit his job because he found it tedious and repetitive.
İşinden ayrıldı çünkü onu sıkıcı ve tekrarlayıcı buluyordu.
5. I find ironing clothes incredibly tedious.
Ütü yapmayı inanılmaz sıkıcı buluyorum.

İstersen bu kelimenin daha resmi ya da günlük kullanımlarda nasıl farklı tonlarda yer aldığını da gösterebilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

widespread

A

“Widespread” kelimesi Türkçeye şu şekillerde çevrilebilir:
• Yaygın
• Genel
• Geniş çapta görülen

Genellikle bir olayın, durumun ya da uygulamanın büyük bir alanda veya çok sayıda kişi arasında olduğunu ifade eder.

5 örnek cümle:
1. There is widespread support for the new policy.
Yeni politikaya karşı yaygın bir destek var.
2. The disease became widespread in a short time.
Hastalık kısa sürede geniş çapta yayıldı.
3. Corruption was widespread in the government.
Hükûmette yaygın yolsuzluk vardı.
4. There is widespread use of smartphones among teenagers.
Akıllı telefon kullanımı gençler arasında çok yaygın.
5. The storm caused widespread damage across the region.
Fırtına bölgede geniş çaplı hasara yol açtı.

İstersen bu kelimenin akademik, bilimsel ya da haber dilinde nasıl kullanıldığını da örnekleyebilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

attribute

A

“Attribute” kelimesi, isim ve fiil olarak farklı anlamlara gelir:

  1. İsim (noun):

“Özellik, nitelik, vasıf”

Bir nesneye, kişiye veya kavrama ait tanımlayıcı özelliklerden söz ederken kullanılır.

Örnekler:
1. Patience is an important attribute of a good teacher.
Sabır, iyi bir öğretmenin önemli bir özelliğidir.
2. Kindness is one of her best attributes.
Nezaket onun en iyi niteliklerinden biridir.

  1. Fiil (verb):

“Atfetmek, bağlamak, yormak”
Bir şeyin nedenini ya da kaynağını bir şeye ya da birine bağlamak anlamında kullanılır.

Örnekler:
3. He attributes his success to hard work.
Başarısını çok çalışmaya bağlıyor.
4. The poem is attributed to a famous 13th-century poet.
Bu şiir, 13. yüzyıldan ünlü bir şaire atfediliyor.
5. Many scientists attribute climate change to human activity.
Birçok bilim insanı iklim değişikliğini insan faaliyetlerine yoruyor/bağlıyor.

İstersen sadece fiil ya da sadece isim haliyle ilgili daha fazla örnek ya da eş anlamlı kelimeler de verebilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

subsequently

A

“Subsequently” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Daha sonra
• Sonrasında
• Ardından
• Akabinde

Zaman sıralaması içinde bir olayın başka bir olaydan sonra gerçekleştiğini belirtir. Resmî veya yazılı anlatımda sık kullanılır.

5 örnek cümle:
1. He was arrested and subsequently released.
Tutuklandı ve daha sonra serbest bırakıldı.
2. The company lost a major client and subsequently went bankrupt.
Şirket büyük bir müşterisini kaybetti ve ardından iflas etti.
3. She studied law and subsequently became a judge.
Hukuk okudu ve sonrasında hâkim oldu.
4. The error was discovered and subsequently corrected.
Hata fark edildi ve akabinde düzeltildi.
5. They got married in 2010 and subsequently moved to Canada.
2010’da evlendiler ve daha sonra Kanada’ya taşındılar.

İstersen bu kelimenin daha gündelik eş anlamlılarıyla (“then,” “later,” “after that”) karşılaştırmasını da yapabilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

levee

A

“Levee” kelimesi bağlama göre Türkçeye farklı şekillerde çevrilebilir. En yaygın anlamları şunlardır:

  1. Set / Toprak bent / Sedde (coğrafya & mühendislik)

Bir nehrin taşmasını önlemek için yapılan yapay toprak setlerdir.

Örnekler:
1. The levee protected the town from flooding.
Set, kasabayı selden korudu.
2. They built a levee along the river to prevent overflow.
Taşkını önlemek için nehir boyunca bir sedde inşa ettiler.

  1. Resmî kabul töreni (tarihi / nadir kullanım)

Özellikle monarşik dönemlerde kralların ya da önemli kişilerin sabah kabul töreni anlamında da kullanılır (artık çok nadir ve tarihi bir anlamdır).

Örnek:
3. The king held a levee for his guests in the morning.
Kral sabah misafirleri için bir resmî kabul töreni düzenledi.

Genelde günümüzde “levee” dendiğinde coğrafi anlamı (nehir seti, taşkın koruma bariyeri) kastedilir.
İstersen “levee breach” (setin yıkılması) gibi kavramları da açıklayabilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

revere

A

“Revere” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Saygı göstermek
• Derin saygı duymak
• Taparcasına sevmek / büyük hayranlık beslemek

Genellikle bir kişiye, lidere, büyüğe ya da kutsal bir şeye duyulan derin hayranlık ve saygı anlamında kullanılır. Resmî ve edebi dilde sık görülür.

5 örnek cümle:
1. The students revere their teacher for her wisdom.
Öğrenciler, bilgeliğinden dolayı öğretmenlerine derin saygı duyuyor.
2. He is revered as a national hero.
O, ulusal bir kahraman olarak saygı görüyor.
3. Many people revere ancient traditions.
Birçok insan eski

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

warrant

A

“Warrant” kelimesi hem isim hem de fiil olarak kullanılır ve Türkçeye farklı anlamlarla çevrilebilir:

  1. İsim (noun):

a. İzin / Yetki belgesi / Emir (özellikle resmî veya hukuki)

→ Arama emri, tutuklama emri gibi
• The police had a warrant to search his house.
Polis, evini aramak için bir arama emrine sahipti.
• The judge issued a warrant for his arrest.
Hâkim onun tutuklanması için tutuklama emri çıkardı.

b. Garanti / Teminat (daha genel kullanımda)
• There’s no warrant for such behavior.
Bu tür bir davranış için hiçbir gerekçe yok.

  1. Fiil (verb):

a. Haklı göstermek / Gerekli kılmak / Gerektirmek
• The situation doesn’t warrant such a reaction.
Durum böyle bir tepkiyi gerektirmiyor/haklı kılmıyor.
• His actions warrant punishment.
Davranışları cezayı gerektiriyor/hak ediyor.

5 örnek cümle (hem isim hem fiil kullanımıyla karışık):
1. The police need a warrant to enter your home.
Polis evine girmek için arama emrine ihtiyaç duyar.
2. His behavior doesn’t warrant your anger.
Onun davranışı senin öfkeni haklı çıkarmaz.
3. The court issued a warrant for her arrest.
Mahkeme onun tutuklanması için tutuklama emri çıkardı.
4. Nothing can warrant such cruelty.
Böyle bir zulmü hiçbir şey haklı çıkaramaz.
5. They acted without legal warrant.
Yasal bir yetki olmadan harekete geçtiler.

İstersen bu kelimenin finansal kullanımı olan “warrant (warrant certificate)” gibi terimleri de açıklayabilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

negate

A

“Negate” kelimesi Türkçeye şu şekillerde çevrilebilir:
• Geçersiz kılmak
• İptal etmek
• Yok saymak / ortadan kaldırmak
• (Mantıkta) Olumsuzlamak

Anlamına göre kullanımlar:

  1. Bir şeyi geçersiz ya da etkisiz hâle getirmek
    • This discovery negates previous theories.
    Bu keşif, önceki teorileri geçersiz kılıyor.
  2. İnkâr etmek / yok saymak
    • You can’t negate the importance of hard work.
    Sıkı çalışmanın önemini yok sayamazsın.
  3. Mantıkta “olumsuzlamak” (negation)
    • To negate a statement in logic, you use ‘not’.
    Mantıkta bir ifadeyi olumsuzlamak için “not” kullanırsın.

5 örnek cümle:
1. This does not negate our responsibility.
Bu, sorumluluğumuzu ortadan kaldırmaz.
2. His apology doesn’t negate the damage he caused.
Onun özrü, verdiği zararı geçersiz kılmaz.
3. A single mistake shouldn’t negate all your efforts.
Tek bir hata, tüm çabalarını boşa çıkarmaz.
4. The drug’s side effects can negate its benefits.
İlacın yan etkileri faydalarını etkisiz hâle getirebilir.
5. She tried to negate what she had said earlier.
Daha önce söylediklerini inkâr etmeye çalıştı.

İstersen bu kelimenin akademik veya teknik metinlerdeki kullanımlarını da inceleyebiliriz.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

precipitate

A

“Precipitate” kelimesi hem fiil hem sıfat hem de isim olarak kullanılır ve bağlama göre Türkçeye farklı şekillerde çevrilebilir.

  1. Fiil (verb):

a. Hızlandırmak / Yol açmak (genellikle olumsuz bir şeyi)
• The crisis precipitated a war.
Kriz bir savaşın çıkmasına neden oldu/hızlandırdı.

b. Düşürmek / Yoğunlaştırmak (kimya bağlamında)
• The chemicals precipitated as a solid.
Kimyasallar katı hâlde çöktü.

  1. Sıfat (adjective):

a. Aceleci / Düşüncesizce yapılmış
• A precipitate decision can lead to trouble.
Düşüncesizce verilen bir karar sorunlara yol açabilir.

  1. İsim (noun):

a. Çökelti (kimyada)
• The reaction formed a white precipitate.
Reaksiyon beyaz bir çökelti oluşturdu.

5 örnek cümle:
1. Fear of inflation precipitated the sell-off in the stock market.
Enflasyon korkusu, borsada satışları hızlandırdı/tetikledi.
2. His precipitate actions caused confusion.
Onun aceleci davranışları kafa karışıklığına neden oldu.
3. Cool temperatures can precipitate rain.
Düşük sıcaklıklar yağmurun yağmasına neden olabilir.
4. The experiment resulted in a yellow precipitate.
Deney sarı bir çökelti ile sonuçlandı.
5. She tried not to make a precipitate judgment.
Düşüncesizce bir yargıya varmaktan kaçınmaya çalıştı.

İstersen bu kelimenin sadece bilimsel (özellikle kimya) bağlamdaki kullanımına odaklanabiliriz.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

query

A

“Query” kelimesi hem isim hem de fiil olarak kullanılır ve bağlama göre Türkçeye farklı şekillerde çevrilebilir:

  1. İsim (noun):

a. Soru / Sorgu / Soru işareti
• If you have any queries, feel free to ask.
Herhangi bir sorunuz varsa, sormaktan çekinmeyin.
• The customer service team handled all the queries efficiently.
Müşteri hizmetleri tüm sorguları verimli şekilde halletti.

  1. Fiil (verb):

a. Sormak / Sorgulamak / Şüpheyle yaklaşmak
• He queried the accuracy of the report.
Raporun doğruluğunu sorguladı.
• She queried whether the decision was fair.
Kararın adil olup olmadığını sordu / sorguladı.

5 örnek cümle:
1. I have a quick query about the schedule.
Programla ilgili kısa bir sorum var.
2. You should query your bill if you think it’s incorrect.
Faturanın yanlış olduğunu düşünüyorsan sorgulamalısın.
3. All queries will be answered by the support team.
Tüm sorular destek ekibi tarafından yanıtlanacaktır.
4. He queried the need for additional testing.
Ek testlere ihtiyaç olup olmadığını sorguladı.
5. The teacher welcomed any queries from the students.
Öğretmen, öğrencilerden gelecek soruları memnuniyetle karşıladı.

İstersen bu kelimenin teknik kullanımlarını da (örneğin SQL query, yani veritabanı sorgusu) açıklayabilirim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

rue

A

“Rue” kelimesi hem fiil hem de daha nadiren isim olarak kullanılır ve genellikle eski ya da edebi bir tondadır. Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:

  1. Fiil (verb):

Pişman olmak, üzülmek, hayıflanmak
• He rued the day he met her.
Onunla tanıştığı güne lanet etti / pişman oldu.
• You’ll rue your decision someday.
Bir gün bu kararından pişman olacaksın.

  1. İsim (noun):

Pişmanlık, üzüntü (çok nadir ve edebi kullanım)
• She spoke with a tone of deep rue.
Derin bir pişmanlık tonuyla konuştu.

5 örnek cümle:
1. I deeply rue not spending more time with my family.
Ailemle daha fazla zaman geçirmediğime derinden pişmanım.
2. He will rue his mistake for a long time.
Hatasından uzun süre pişmanlık duyacak.
3. They rued their decision to sell the house.
Evi satma kararlarından pişman oldular.
4. She looked back on her actions with rue.
Yaptıklarına pişmanlıkla baktı.
5. You’ll rue the consequences of your actions.
Davranışlarının sonuçlarından pişman olacaksın.

İstersen bu kelimenin daha modern karşılıkları veya günlük İngilizce’deki yerini de konuşabiliriz.

22
Q

sage

A

“Sage” kelimesinin İngilizce’de iki yaygın anlamı vardır ve bağlama göre Türkçeye farklı şekilde çevrilir:

  1. İsim (noun):

a. Bilge kişi

Yaşlı, deneyimli, düşünceli ve akıllıca konuşan kimse.
• The old sage shared his wisdom with the villagers.
Yaşlı bilge, köylülere bilgeliğini paylaştı.

b. Adaçayı

Bir bitki türüdür; genellikle çay olarak ya da yemeklerde baharat olarak kullanılır.
• She added sage to the stuffing for extra flavor.
Fazladan lezzet katmak için iç harcına adaçayı ekledi.

  1. Sıfat (adjective):

Bilgece, akıllıca, derin düşünülmüş
• He gave sage advice to his students.
Öğrencilerine bilgece tavsiyeler verdi.

5 örnek cümle:
1. People came from far away to hear the sage’s words.
İnsanlar, bilgenin sözlerini duymak için uzaklardan geldi.
2. She brewed a cup of sage tea to calm her nerves.
Sinirlerini yatıştırmak için bir fincan adaçayı demledi.
3. The professor’s sage advice helped me through a tough time.
Profesörün akıllıca tavsiyesi, zor zamanlarımda bana yardımcı oldu.
4. He looked like a sage with his long beard and calm voice.
Uzun sakalı ve sakin sesiyle bilge gibi görünüyordu.
5. Sage is often used in traditional medicine.
Adaçayı, geleneksel tıpta sıkça kullanılır.

İstersen bu kelimenin edebi kullanımlarını ya da dini/metafizik anlamlarını da açabilirim.

23
Q

suffrage

A

“Suffrage” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilir:
• Oy hakkı
• Seçme hakkı

Genellikle siyasal bağlamda, özellikle kadınların oy hakkı veya genel seçim hakları ile ilgili kullanılır.

5 örnek cümle:
1. The fight for women’s suffrage was long and difficult.
Kadınların oy hakkı mücadelesi uzun ve zorluydu.
2. Universal suffrage was achieved in many countries in the 20th century.
20. yüzyılda birçok ülkede genel oy hakkı sağlandı.
3. They campaigned tirelessly for suffrage reform.
Oy hakkı reformu için yorulmadan kampanya yaptılar.
4. In some early democracies, suffrage was limited to landowners.
Bazı ilk demokrasilerde oy hakkı sadece toprak sahipleriyle sınırlıydı.
5. Suffrage is a fundamental aspect of a democratic society.
Seçme hakkı, demokratik bir toplumun temel unsurlarındandır.

İstersen “women’s suffrage movement” ya da “universal suffrage” gibi ifadelerin tarihsel gelişimini de özetleyebilirim.

24
Q

treatise

A

“Treatise” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir:
• Tez
• İnceleme yazısı
• Bilimsel eser / akademik yazı
• Araştırma kitabı

Genellikle belirli bir konuda derinlemesine ve sistematik şekilde yazılmış, ciddi ve akademik bir metni ifade eder. Felsefe, hukuk, bilim gibi alanlarda sık görülür.

5 örnek cümle:
1. He wrote a treatise on ancient Greek philosophy.
Antik Yunan felsefesi üzerine bir tez yazdı.
2. The book is a detailed treatise on climate change.
Bu kitap, iklim değişikliği üzerine ayrıntılı bir inceleme niteliğinde.
3. Her treatise on human rights won international acclaim.
İnsan haklarıyla ilgili incelemesi uluslararası beğeni kazandı.
4. The treatise explores the legal implications of the new policy.
Bu akademik yazı, yeni politikanın hukuki sonuçlarını inceliyor.
5. Newton’s Principia is a famous scientific treatise.
Newton’un Principia adlı eseri ünlü bir bilimsel yapıttır.

İstersen “treatise” ile “article,” “paper” ve “thesis” arasındaki farkları da açıklayabilirim.

25
venerate
“Venerate” kelimesi Türkçeye şu şekillerde çevrilebilir: • Saygı göstermek • Derin saygı duymak • Tazim etmek (daha eski veya dini bir ifadeyle) • Kutsal saymak (dini bağlamda) Genellikle yaşlılara, azizlere, kutsal figürlere veya büyük düşünürlere duyulan derin ve içten saygı için kullanılır. “Revere” fiiline çok benzer ama daha dini veya törensel bir tını taşır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. Many cultures venerate their ancestors. Birçok kültür, atalarına saygı gösterir. 2. She is venerated as a saint in her community. Topluluğunda bir azize olarak saygı görür/kutsal sayılır. 3. The people venerated the leader for his wisdom and justice. Halk, liderine bilgeliği ve adaleti nedeniyle derin saygı duyuyordu. 4. Buddhists venerate the Buddha in temples. Budistler, tapınaklarda Buda’ya tazim eder/saygı gösterir. 5. He was venerated by his students as a great thinker. Öğrencileri tarafından büyük bir düşünür olarak saygı görüyordu. ⸻ İstersen “venerate” ile benzer fiiller olan revere, respect, worship arasındaki ince anlam farklarını da açıklayabilirim.
26
retention
“Retention” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • Tutma / elde tutma • Koruma / muhafaza etme • Aklında tutma (hafıza ile ilgili) • Alıkoyma Bağlama göre işletmeden eğitime, insan kaynaklarından tıbba kadar farklı anlamlar kazanabilir. ⸻ 5 örnek cümle: 1. Employee retention is a major concern for the company. Şirket için çalışanları elde tutma önemli bir endişe kaynağıdır. 2. The retention of information is crucial for learning. Bilgiyi akılda tutma, öğrenme açısından çok önemlidir. 3. Water retention can cause swelling in the body. Vücutta su tutulması, şişkinliğe neden olabilir. 4. The policy aims at customer retention. Bu politika, müşteriyi elde tutmayı hedefliyor. 5. The dam allows for the retention of large amounts of water. Baraj, büyük miktarda suyun tutulmasına olanak sağlar. ⸻ İstersen bu kelimenin iş dünyasındaki ya da eğitimdeki özel kullanımlarını detaylandırabilirim (örneğin: employee retention, knowledge retention, retention rate).
27
attrition
“Attrition” kelimesi Türkçeye bağlama göre farklı şekillerde çevrilebilir. En yaygın anlamları şunlardır: ⸻ Genel Anlamları: • Yıpranma / aşınma • Azalma / eksilme • Personel kaybı • (Askerî bağlamda) Yıpratma savaşı ⸻ 5 örnek cümle: 1. The company is facing high employee attrition. Şirket, yüksek düzeyde çalışan kaybı yaşıyor. 2. Attrition has reduced our team from 20 to 15 people. Personel eksilmesi, ekibimizi 20 kişiden 15 kişiye düşürdü. 3. The constant use of the machine caused attrition of the gears. Makinenin sürekli kullanımı, dişlilerde aşınmaya neden oldu. 4. The war became a battle of attrition, wearing both sides down. Savaş, her iki tarafı da tüketen bir yıpratma savaşına dönüştü. 5. To reduce attrition, the company improved its training and benefits. Personel kaybını azaltmak için şirket, eğitim ve yan haklarını geliştirdi. ⸻ İstersen özellikle iş dünyasında kullanılan “attrition rate” gibi terimlerin anlamlarını ve hesaplama biçimlerini de açıklayabilirim.
28
attainment
“Attainment” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir: • Elde etme / ulaşma / erişim • Başarı / kazanım • Elde edilmiş şey (bilgi, beceri, seviye) Genellikle bir hedefe ulaşma, bir bilgi veya beceriyi kazanma anlamında kullanılır. Eğitim, kariyer ve kişisel gelişim bağlamlarında çok yaygındır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. Her academic attainment is truly impressive. Akademik başarıları gerçekten etkileyici. 2. The attainment of goals requires hard work and persistence. Hedeflere ulaşmak, sıkı çalışma ve kararlılık gerektirir. 3. Language attainment varies greatly among students. Öğrenciler arasında dil seviyesi büyük ölçüde değişir. 4. He takes great pride in the attainment of his professional license. Mesleki lisansını almaktan büyük gurur duyuyor. 5. Educational attainment is strongly linked to job opportunities. Eğitim seviyesi, iş fırsatlarıyla güçlü bir şekilde bağlantılıdır. ⸻ İstersen “attainment” kelimesini achievement, accomplishment ve reaching gibi benzer kelimelerle karşılaştırabiliriz.
29
presumption
“Presumption” kelimesi Türkçeye bağlama göre şu şekilde çevrilebilir: • Varsayım / ön kabul / farzetme • Küstahlık / haddini bilmezlik (negatif anlamda) • Karine (hukukta – doğru olduğu varsayılan ama ispatlanabilir bilgi) ⸻ 1. Varsayım / Ön kabul anlamında: 1. The presumption is that he is innocent until proven guilty. Varsayım, onun suçlu olduğu kanıtlanana kadar masum olduğudur. 2. There’s a general presumption that prices will rise. Fiyatların artacağı yönünde genel bir ön kabul var. ⸻ 2. Küstahlık / Haddini bilmezlik anlamında: 3. I was shocked by his presumption in speaking for everyone. Herkes adına konuşmasındaki küstahlık beni şoke etti. 4. It takes a lot of presumption to ignore the rules like that. Kuralları bu şekilde görmezden gelmek büyük bir hadsizliktir. ⸻ 3. Hukuki anlamda (karine): 5. The legal presumption is in favor of the tenant. Hukuki karine, kiracıdan yana işler. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer kavramlar olan assumption, bias, belief veya inference ile karşılaştırabiliriz.
30
embroil
“Embroil” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • Karışmak / bulaşmak (genellikle olumsuz bir duruma) • İçine sürüklemek • Dâhil etmek (bir tartışma, anlaşmazlık, savaş vb. olumsuz durumlara) Genellikle bir kişinin istemeden bir çatışma, kavga, anlaşmazlık gibi karmaşık bir durumun içine girmesi anlamında kullanılır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. He was unwillingly embroiled in the scandal. Skandala istemeden karıştı. 2. The country was embroiled in a long civil war. Ülke, uzun süren bir iç savaşa sürüklenmişti. 3. She didn’t want to get embroiled in their argument. Onların tartışmasına bulaşmak istemedi. 4. The politician got embroiled in a corruption case. Politikacı bir yolsuzluk davasına karıştı. 5. They were embroiled in legal battles for years. Yıllarca süren hukuk mücadelelerine sürüklendiler. ⸻ İstersen bu kelimenin daha resmi veya edebi kullanımlarını, ya da benzer kelimelerle (involve, entangle, implicate) farklarını da inceleyebiliriz.
31
entangle
“Entangle” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • Dolaştırmak / dolaşmak • Karıştırmak / karmaşık hâle getirmek • Birini zor bir duruma sokmak / içine çekmek Hem fiziksel (iplerin karışması gibi) hem de mecaz anlamda (karmaşık bir duruma sürüklenmek gibi) kullanılır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. The kitten got entangled in the ball of yarn. Yavru kedi ip yumağına dolaştı. 2. Her hair was entangled in the brush. Saçları fırçaya dolaşmıştı. 3. He got entangled in legal problems after the deal. Anlaşmadan sonra hukuki sorunlara bulaştı/sürüklendi. 4. Don’t entangle me in your personal issues. Beni kişisel meselelerine karıştırma. 5. The ropes were so entangled that it took hours to untie them. Halatlar o kadar dolaşmıştı ki çözmeleri saatler sürdü. ⸻ İstersen bu kelimeyi embroil, involve, trap gibi benzer anlamlı fiillerle kıyaslayabiliriz.
32
swindle
“Swindle” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • Dolandırmak • Üçkâğıtla kandırmak • Hileyle para almak / mal kaçırmak Genellikle bir kişiyi aldatarak ondan para, mal veya hak elde etmek anlamında kullanılır. Hem fiil hem isim olarak kullanılabilir. ⸻ 1. Fiil (verb): • They swindled old people out of their savings. Yaşlı insanları birikimlerinden dolandırdılar. • He was swindled by someone pretending to be a lawyer. Kendini avukat gibi tanıtan biri tarafından dolandırıldı. ⸻ 2. İsim (noun): • The whole investment scheme was a swindle. Tüm yatırım planı tam bir üçkâğıttı / dolandırıcılıktı. ⸻ 5 örnek cümle: 1. She tried to swindle him out of his inheritance. Onu mirasından dolandırmaya çalıştı. 2. Tourists are often swindled in big cities. Turistler büyük şehirlerde sıkça dolandırılır. 3. The man was arrested for running an online swindle. Adam, çevrim içi bir dolandırıcılık yürüttüğü için tutuklandı. 4. He realized too late that the deal was a swindle. Anlaşmanın bir üçkâğıt olduğunu çok geç fark etti. 5. They swindled hundreds of people using fake websites. Sahte internet siteleriyle yüzlerce insanı dolandırdılar. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer anlamlı fiillerle (cheat, scam, deceive) kıyaslayabiliriz.
33
turncoat
“Turncoat” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • Dönek • Taraf değiştiren kişi • İhanet eden / saf değiştiren kişi Genellikle bir kişinin, bağlı olduğu grup, parti, ülke ya da dava gibi bir şeyden vazgeçip karşı tarafa geçmesi anlamında aşağılayıcı bir tonda kullanılır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. He was branded a turncoat after joining the rival party. Rakip partiye katılınca dönek olarak damgalandı. 2. The general was seen as a turncoat by his former allies. General, eski müttefikleri tarafından bir hain olarak görüldü. 3. Nobody trusts a turncoat. Hiç kimse bir döneğe güvenmez. 4. The politician was called a turncoat for switching sides before the election. Seçimden önce taraf değiştirdiği için siyasetçiye dönek dendi. 5. History remembers him as a turncoat, not a hero. Tarih onu bir kahraman değil, bir hain olarak hatırlıyor. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer kelimeler olan traitor, defector, renegade ile karşılaştırabilirim.
34
acquiesce
“Acquiesce” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir: • Ses çıkarmamak / karşı çıkmamak • Kabul etmek (istemeyerek de olsa) • Boyun eğmek / razı olmak • Kabullenmek (itirazsız) Bu fiil genellikle bir duruma ya da karara gönülsüz ama sessizce razı olmayı ifade eder. Bir nevi “içine atmak” ya da “isteksizce katlanmak” gibi düşünülebilir. ⸻ 5 örnek cümle: 1. She acquiesced to her boss’s demands without protest. Patronunun taleplerine itiraz etmeden boyun eğdi. 2. Although he disagreed, he acquiesced in the decision. Katılmasa da kararı kabullendi. 3. They acquiesced to the new rules unwillingly. Yeni kuralları istemeden kabul ettiler. 4. He finally acquiesced after hours of argument. Saatlerce süren tartışmadan sonra sonunda razı oldu. 5. We must not acquiesce in injustice. Adaletsizliğe sessiz kalmamalıyız. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer kelimeler olan yield, submit, comply, consent ile karşılaştırabilirim.
35
palatable
“Palatable” kelimesi Türkçeye bağlama göre şu anlamlarda çevrilebilir: ⸻ 1. Yenilebilir / Lezzetli / Ağız tadına uygun (Genellikle yiyecek veya içecek için kullanılır) • The soup was barely palatable. Çorba zar zor yenilebilirdi (pek lezzetli değildi). • She made a palatable meal with very few ingredients. Az malzemeyle lezzetli bir yemek yaptı. ⸻ 2. Kabul edilebilir / Hoş karşılanabilir (Mecaz anlamda — fikir, öneri, durum vb. için) • The compromise was not ideal, but it was palatable. Uzlaşma ideal değildi ama kabul edilebilirdi. • They tried to make the truth more palatable. Gerçeği daha katlanılabilir hâle getirmeye çalıştılar. ⸻ 5 örnek cümle: 1. The dish was surprisingly palatable. Yemek şaşırtıcı şekilde lezzetliydi. 2. He found her explanation barely palatable. Onun açıklamasını zor kabullenebildi. 3. The idea is more palatable to younger audiences. Bu fikir genç izleyicilere daha hoş geliyor/kabul edilebilir. 4. They made the medicine more palatable by adding fruit flavor. İlacı meyve aromasıyla daha içilebilir hâle getirdiler. 5. Her tone made the bad news more palatable. Kötü haberi, sesi sayesinde daha katlanılabilir kıldı. ⸻ İstersen “palatable” kelimesini benzer ifadeler olan tasty, acceptable, agreeable ile kıyaslayabiliriz.
36
excerpt
“Excerpt” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir: • Alıntı • Parça • Seçme bölüm Genellikle bir kitap, makale, konuşma ya da filmden kısa bir bölüm veya alıntı anlamında kullanılır. Hem isim (noun) hem de daha nadiren fiil (verb) olarak kullanılabilir. ⸻ 1. İsim (noun): • She read an excerpt from her new novel. Yeni romanından bir alıntı okudu. • The article includes excerpts from the interview. Makale, röportajdan bölümler içeriyor. ⸻ 2. Fiil (verb) – daha nadir kullanım: • The essay was excerpted from a longer research paper. Makale, daha uzun bir araştırmadan alıntılandı. ⸻ 5 örnek cümle: 1. The teacher gave us an excerpt from Shakespeare’s Hamlet. Öğretmen bize Shakespeare’in Hamlet’inden bir parça verdi. 2. I loved that excerpt — now I want to read the whole book. O alıntıyı çok sevdim — şimdi kitabın tamamını okumak istiyorum. 3. This excerpt perfectly captures the tone of the novel. Bu bölüm, romanın havasını mükemmel bir şekilde yansıtıyor. 4. The documentary showed an excerpt from the president’s speech. Belgeselde başkanın konuşmasından bir kesit gösterildi. 5. He shared a short excerpt of the poem on social media. Şiirin kısa bir bölümünü sosyal medyada paylaştı. ⸻ İstersen “excerpt” kelimesini benzer anlamlı passage, quote, extract gibi kelimelerle de karşılaştırabilirim.
37
frail
“Frail” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • Zayıf / narin / güçsüz • Hassas / kırılgan • (Mecaz anlamda) dayanıksız / zayıf iradeli Hem fiziksel olarak birinin beden gücünün zayıflığını anlatmak için hem de karakter, sağlık ya da yapısal dayanıklılık gibi konularda kullanılır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. She looked frail after the long illness. Uzun süren hastalıktan sonra zayıf görünüyordu. 2. His grandmother is old and frail, but still cheerful. Büyükannesi yaşlı ve narin, ama hâlâ neşeli. 3. The bridge was too frail to support the weight. Köprü ağırlığı taşıyamayacak kadar dayanıksızdı. 4. He has a frail constitution and catches colds easily. Hassas bir bünyesi var, kolayca soğuk algınlığına yakalanıyor. 5. Her frail voice could barely be heard. Zayıf sesi zar zor duyulabiliyordu. ⸻ İstersen “frail” kelimesini benzer anlamlı fragile, weak, delicate gibi kelimelerle karşılaştırabilirim.
38
aloof
“Aloof” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir: • Soğuk (davranan) • Uzak duran / ilgisiz • Mesafeli • Kendini geri çeken Genellikle bir kişinin sosyal ya da duygusal anlamda başkalarından bilerek uzak durduğunu ya da katılmadığını ifade eder. Bazen kibirli, bazen sadece içine kapanık bir tutumu anlatır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. She remained aloof during the whole meeting. Tüm toplantı boyunca mesafesini korudu. 2. He seemed friendly at first, but later he was very aloof. İlk başta samimi görünüyordu ama sonra çok soğuk davrandı. 3. The cat is affectionate with me but aloof with strangers. Kedi bana karşı sevecen ama yabancılara karşı soğuk. 4. Despite the crisis, he stayed aloof and uninvolved. Krize rağmen uzak durdu ve olaya karışmadı. 5. They thought she was arrogant, but she was just aloof and shy. Onu kibirli sandılar ama aslında sadece mesafeli ve utangaçtı. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer anlamlı distant, detached, reserved kelimeleriyle karşılaştırabiliriz.
39
demean
“Demean” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • Aşağılamak • Küçük düşürmek • Onur kırmak / küçük görmek • Değerini düşürmek Genellikle bir kişiye ya da onun davranışlarına yönelik saygısız, küçültücü bir tutumu veya kişinin kendini aşağılamasına neden olacak bir davranışı anlatır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. He wouldn’t demean himself by begging for help. Yardım dilenerek kendini küçük düşürmek istemezdi. 2. She felt demeaned by his rude comments. Onun kaba yorumları yüzünden aşağılanmış hissetti. 3. It’s wrong to demean others to make yourself feel better. Kendini daha iyi hissetmek için başkalarını küçük görmek yanlıştır. 4. Such tasks are beneath me—they demean my position. Bu tür görevler bana göre değil — pozisyonumu küçültüyor. 5. He made a joke that demeaned the entire team. Tüm takımı aşağılayan bir şaka yaptı. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer anlamlı belittle, humiliate, degrade gibi kelimelerle karşılaştırabiliriz.
40
insidious
“Insidious” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • Sinsice ilerleyen • Gizli ama tehlikeli • Sinsi • Yavaş yavaş zarar veren Genellikle bir hastalığın, durumun veya kişinin fark edilmeden, sessizce ama zararlı şekilde ilerlemesini ya da davranmasını ifade eder. ⸻ 5 örnek cümle: 1. Cancer can be an insidious disease, showing no symptoms at first. Kanser sinsice ilerleyen bir hastalık olabilir; başlangıçta belirti göstermeyebilir. 2. The insidious spread of misinformation is hard to control. Yanlış bilgilerin sinsice yayılması kontrol altına alınması zor bir durumdur. 3. He launched an insidious campaign to undermine his rival. Rakibini baltalamak için sinsi bir kampanya başlattı. 4. The effects of stress can be insidious and long-term. Stresin etkileri gizli ve yavaş yavaş zarar verici olabilir. 5. An insidious form of corruption infected the system. Sinsi bir yolsuzluk biçimi sistemi etkisi altına aldı. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer kelimeler olan subtle, deceptive, treacherous ile karşılaştırabiliriz.
41
conviction
“Conviction” kelimesi bağlama göre Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: ⸻ 1. Mahkûmiyet / Suçlu bulma (hukuki anlamda): Bir kişinin suçlu bulunarak mahkûm edilmesi. • He has a previous conviction for theft. Daha önce hırsızlıktan bir mahkûmiyeti var. • Her conviction was overturned on appeal. Mahkûmiyeti, temyizde bozuldu. ⸻ 2. İnanç / Kesin kanaat / Sarsılmaz düşünce: Kişinin güçlü şekilde inandığı bir fikir ya da değer. • She spoke with conviction about equality. Eşitlik hakkında kararlı bir inançla konuştu. • He has strong moral convictions. Güçlü ahlaki inançları var. ⸻ 3. İkna edicilik / İnandırıcılık: Bir şeyi söylerken gösterilen güven ve kararlılık. • He lacked conviction in his argument. Savunmasında inandırıcılık eksikti. ⸻ 5 örnek cümle: 1. The jury returned a conviction after only two hours. Jüri sadece iki saat içinde mahkûmiyet kararı verdi. 2. Despite the risks, she followed her convictions. Risklere rağmen, inançlarının peşinden gitti. 3. He delivered his speech with great conviction. Konuşmasını büyük bir inandırıcılıkla yaptı. 4. The conviction changed the course of his life. Bu mahkûmiyet, hayatının yönünü değiştirdi. 5. They admire her strength of conviction. Onun inançlarının sağlamlığına hayranlar. ⸻ İstersen bu kelimeyi “belief”, “sentence”, “confidence” gibi yakın anlamlı kelimelerle de karşılaştırabiliriz.
42
resolution
“Resolution” kelimesi bağlama göre Türkçeye birçok farklı şekilde çevrilebilir. En yaygın anlamları şunlardır: ⸻ 1. Karar / Resmî karar / Karar tasarısı: Genellikle toplantı, meclis, kurul gibi yerlerde alınan resmî ve bağlayıcı kararlar için kullanılır. • The UN passed a resolution on climate change. Birleşmiş Milletler iklim değişikliğiyle ilgili bir karar kabul etti. ⸻ 2. Kararlılık / Azim: Bir şeyi yapmaya kesin olarak karar vermek; vazgeçmeden devam etme iradesi. • She showed great resolution in facing challenges. Zorluklarla yüzleşirken büyük bir kararlılık gösterdi. ⸻ 3. Çözüm / Sorunu çözme: Bir problemin ya da anlaşmazlığın çözüme kavuşturulması. • They reached a peaceful resolution to the conflict. Çatışmaya barışçıl bir çözüm ulaştılar. ⸻ 4. Çözünürlük (teknoloji / görüntü kalitesi): Bir ekranın ya da görüntünün detay seviyesini belirleyen teknik ölçü. • This TV has 4K resolution. Bu televizyon 4K çözünürlüğe sahip. ⸻ 5. Yeni yıl kararı (new year’s resolution): Kişisel gelişim ya da değişim hedefi. • My new year’s resolution is to exercise more. Yeni yıl kararım, daha çok egzersiz yapmak. ⸻ 5 örnek cümle: 1. The board voted on a resolution to increase salaries. Yönetim kurulu maaş artışı için bir karar tasarısı oyladı. 2. He tackled the problem with firm resolution. Sorunu güçlü bir kararlılıkla ele aldı. 3. Negotiations led to the resolution of the dispute. Görüşmeler, anlaşmazlığın çözülmesine yol açtı. 4. The image has a very high resolution. Görüntü çok yüksek çözünürlüklü. 5. She made a resolution to quit smoking. Sigara bırakma kararı aldı. ⸻ İstersen bu anlamları örneklerle genişletebilir veya benzer kelimelerle (determination, decision, settlement) kıyaslayabilirim.
43
expeditionary
“Expeditionary” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir: • Seferî • Sefer kuvvetiyle ilgili • Görev / keşif / askerî sefer amaçlı Genellikle askerî bağlamda, bir ülkenin başka bir bölgeye veya ülkeye görev, savaş ya da keşif amacıyla gönderdiği kuvvetler veya operasyonlar için kullanılır. ⸻ Örnek cümleler: 1. An expeditionary force was sent overseas. Yurtdışına bir seferî kuvvet gönderildi. 2. The country deployed an expeditionary unit to assist in the conflict. Ülke, çatışmaya destek olmak için bir sefer birliği konuşlandırdı. 3. The expeditionary mission included engineers and medics. Görev gücü içinde mühendisler ve sağlıkçılar da vardı. 4. Expeditionary warfare requires rapid deployment and logistics. Seferî savaş hızlı konuşlanma ve lojistik gerektirir. 5. He served in an expeditionary battalion during the war. Savaş sırasında seferî bir taburda görev yaptı. ⸻ İstersen bu kelimeyi askeri terimlerle birlikte detaylandırabilir ya da sivil kullanımı (keşif gezileriyle ilgili) varsa onlara da değinebilirim.
44
heckle
“Heckle” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir: • Sözle sataşmak • Laf atmak • Konuşmacıyı rahatsız etmek / kesmek • Araya girip alaycı ya da kışkırtıcı yorum yapmak Genellikle bir konuşma, tiyatro gösterisi ya da kamuya açık etkinlik sırasında izleyicilerden birinin rahatsız edici şekilde laf atması anlamında kullanılır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. The politician was heckled during his speech. Politikacı konuşması sırasında laf atılarak rahatsız edildi. 2. Don’t heckle the comedian—it ruins the show for everyone. Komedyene laf atma, bu herkesin keyfini kaçırır. 3. He was used to being heckled by angry audiences. Sataşan seyircilerle karşılaşmaya alışkındı. 4. Security removed the man who kept heckling the speaker. Konuşmacıya sürekli laf atan adam güvenlik tarafından dışarı çıkarıldı. 5. The crowd started to heckle when the speech got boring. Konuşma sıkıcı hale gelince kalabalık laf atmaya başladı. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer anlamlı interrupt, boo, jeer gibi kelimelerle karşılaştırabilirim.
45
negligence
“Negligence” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir: • İhmal • Dikkatsizlik • Umursamazlık • (Hukuki bağlamda) İhmal sonucu zarar verme / kusur Genellikle bir kişinin üzerine düşen görevi yerine getirmemesi veya gereken özeni göstermemesi sonucu oluşan zarar ya da sorumluluk durumunu ifade eder. ⸻ 5 örnek cümle: 1. The accident was caused by the driver’s negligence. Kaza, sürücünün ihmali nedeniyle meydana geldi. 2. She sued the hospital for medical negligence. Hastaneye tıbbi ihmal nedeniyle dava açtı. 3. Negligence of safety procedures can lead to serious accidents. Güvenlik önlemlerinin ihmali, ciddi kazalara yol açabilir. 4. His negligence cost the company thousands of dollars. Onun dikkatsizliği, şirkete binlerce dolara mal oldu. 5. The court found the employer guilty of gross negligence. Mahkeme, işvereni ağır ihmalle suçlu buldu. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer kavramlar olan carelessness, recklessness, ve liability gibi terimlerle de karşılaştırabiliriz.
46
farfetched
“Far-fetched” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • İnanılması güç • Zorlama / uydurma • Gerçeklikten uzak / abartılı Bir fikrin, hikâyenin veya açıklamanın mantıksız derecede uzak, doğal olmayan veya zoraki olduğunu ifade eder. ⸻ 5 örnek cümle: 1. His excuse for being late sounded far-fetched. Geç kalma bahanesi pek inandırıcı gelmedi. 2. The movie’s plot is interesting, but a bit far-fetched. Filmin konusu ilginç ama biraz abartılı/gerçek dışı. 3. That theory seems far-fetched and lacks evidence. Bu teori gerçeklikten uzak görünüyor ve kanıttan yoksun. 4. It’s not so far-fetched to imagine life on other planets. Diğer gezegenlerde yaşam hayal etmek o kadar da uçuk değil. 5. Her explanation was so far-fetched that nobody believed her. Açıklaması o kadar zorlamaydı ki kimse inanmadı. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer terimler olan implausible, unbelievable, ridiculous ile de karşılaştırabilirim.
47
bastion
“Bastion” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • Sığınak / Kale burcu / Tahkimatlı savunma noktası (askerî anlamda) • Güçlü savunucu / Son kale / Direniş noktası (mecaz anlamda) Asıl anlamı, bir yapının savunma amaçlı çıkıntılı bölümü olsa da, mecaz anlamda bir fikir, değer, gelenek ya da grubun güçlü şekilde korunduğu yer veya kişi için kullanılır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. The fortress was the last bastion of the rebel army. Kale, isyancı ordunun son sığınağıydı. 2. The newspaper became a bastion of free speech. Gazete, ifade özgürlüğünün bir kalesi hâline geldi. 3. This village is a bastion of traditional culture. Bu köy, geleneksel kültürün bir son kalesidir. 4. He sees himself as a bastion of morality in politics. Kendini siyasette ahlakın bir savunucusu olarak görüyor. 5. The university was long considered a bastion of liberal thought. Üniversite uzun süre boyunca liberal düşüncenin bir kalesi olarak kabul edildi. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer anlamlı stronghold, fortress, bulwark gibi kelimelerle karşılaştırabiliriz.
48
adversary
“Adversary” kelimesi Türkçeye şu şekilde çevrilebilir: • Düşman • Rakip • Hasım • Karşı taraf Genellikle bir yarışta, tartışmada, savaşta veya herhangi bir mücadelede karşı taraftaki kişi ya da grup anlamında kullanılır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. He defeated his old adversary in the final match. Final maçında eski rakibini yendi. 2. In the courtroom, the lawyer faced a tough adversary. Mahkemede avukat zorlu bir hasımla karşılaştı. 3. They respect their adversaries, even in conflict. Çatışma içinde olsalar bile düşmanlarına saygı duyarlar. 4. The hero must overcome a powerful adversary. Kahraman, güçlü bir düşmanı yenmek zorunda. 5. In politics, yesterday’s ally can become today’s adversary. Siyasette dünkü müttefik, bugünün karşı tarafı olabilir. ⸻ İstersen bu kelimeyi opponent, enemy, rival, foe gibi benzer kelimelerle karşılaştırabilirim.
49
beget
“Beget” kelimesi Türkçeye şu anlamlarda çevrilebilir: • Sebep olmak / yol açmak (mecaz) • Baba olmak / çocuk sahibi olmak (eski veya edebi anlamda) • Ortaya çıkarmak / doğurmak Özellikle eski, edebi ya da dini metinlerde kullanılır. Modern İngilizcede daha çok mecaz anlamda kullanılır. ⸻ 5 örnek cümle: 1. Violence begets violence. Şiddet şiddeti doğurur. 2. One lie begets another. Bir yalan diğerine yol açar. 3. Hatred only begets more hatred. Nefret yalnızca daha fazla nefret doğurur. 4. He begot two sons and a daughter. (eski kullanım) İki oğlan ve bir kız babasından oldu. 5. Injustice begets unrest among the people. Adaletsizlik, halk arasında huzursuzluğa neden olur. ⸻ İstersen bu kelimeyi daha modern eşdeğerleri olan cause, lead to, bring about, give rise to gibi ifadelerle karşılaştırabiliriz.
50
veneer
“Veneer” kelimesi hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanılan bir kelimedir ve Türkçeye şu şekillerde çevrilebilir: ⸻ 1. Gerçek anlamda: Kaplama / ince kaplama (özellikle mobilyada) Genellikle daha ucuz bir malzemenin üzerine yapıştırılan ince, kaliteli ahşap tabakasıdır. • The table is made of cheap wood with a walnut veneer. Masa, ucuz ahşaptan yapılmış ve üstüne ceviz kaplama konmuş. ⸻ 2. Mecaz anlamda: Sahte görünüm / yüzeydeki cilalı hâl / yapay izlenim Bir kişinin veya şeyin gerçek doğasını gizleyen, aldatıcı bir dış görünüm. • Her kindness was just a veneer to hide her ambition. Nezaketi, aslında hırsını gizlemek için bir görüntüden ibaretti. ⸻ 5 örnek cümle: 1. The cabinet had a thin veneer of oak. Dolabın üzerinde ince bir meşe kaplama vardı. 2. He maintained a veneer of confidence despite his fear. Korkusuna rağmen bir özgüven görüntüsü sürdürdü. 3. The city’s modern skyline is a veneer over deep poverty. Şehrin modern silüeti, derin yoksulluğun üstüne örtülmüş bir yüzeysel görüntü. 4. Beneath his veneer of politeness was a cold, calculating man. Nazik görünümünün altında, soğuk ve hesapçı biri vardı. 5. The luxury was only a veneer; the hotel was actually quite basic. Lüks sadece bir görüntüydü; otel aslında oldukça sıradandı. ⸻ İstersen bu kelimeyi benzer mecaz kelimeler olan facade, mask, disguise ile karşılaştırabilirim.