book 15 Flashcards
(100 cards)
nasty
nasty
s. iğrenç, çirkin, kötü, pis, edepsiz, fırtınalı, ayıp, müstehcen
Examples
Nicholas can’t seem to get rid of his nasty cold.
Nicholas kötü soğuk algınlığından kurtulamıyor gibi görünüyor.
She gives me a nasty look every time she sees me.
O beni her ne zaman görse bana edepsiz bir görüntü verir.
assortment
assortment
i. sınıflandırma, ayırma; çeşitlilik, çeşit
Examples
Assuming you’re not vaporized, dissected……or otherwise killed in an assortment of supremely horrible and painful ways. Exciting, isn’t it?
Senin buharlaşmadığını, parçalara ayrılmadığını…yada çok acı veren, korkunç bir şekilde parçalanıp öldürülmediğini farzederek…Heyecan verici, değil mi?
A clocktower is full of an assortment of doodads and doohickies.
Saat kulelerinin içi çeşit çeşit zamazingoyla doludur.
hint
hint
f. çıtlatmak, üstü kapalı söylemek, dokundurmak, hissettirmek
i. ima, üstü kapalı söz, ipucu, dokundurma, çıtlatma, tavsiye, fikir, işaret, iz
n. subtle suggestion, intimation, clue; barely noticeable amount
v. allude to, suggest indirectly, intimate
n. hint, subtle suggestion, intimation, clue; barely noticeable amount
Examples
Nicholas doesn’t know how to take a hint.
Nicholas ipucunu nasıl alacağını bilmiyor.
Nicholas solved the puzzle after Mary gave him a few hints.
Mary ona birkaç ipucu verdikten sonra Nicholas bilmeceyi çözdü.
Swamp
swamp
f. batırmak, çiğnemek, hiçe saymak, yenmek
i. bataklık, batak, tarıma elverişsiz aşırı sulak arazi
Examples
Yes, our Bengali swamp snake. Oh thank you my dear. No, I don’t think I need your services any longer!
Evet, bizim bataklık yılanımız. Size gerçekten çok teşekkür ederim. Yardımınıza gerek kalmadı.
He dropped his tools and ran to the swamp.
Aletlerini bıraktı ve bataklığa koştu.
weary
weary
f. yormak, bıktırmak, bıkmak, usanmak
s. yorgun, bitkin, usandırıcı, bıkkın, bıkmış, yorucu, bıktırıcı
Examples
If you work or play too hard you will become very tired and weary.
Çok oynar ya da çalışırsan yorgun ve bitkin düşersin.
I could give you a rose.You rest your weary bones.What happened to you?
Sana bir gül vereyim.Sen de yorgun kemiklerini dinlendir. Sana ne oldu böyle?
ominous
ominous
s. uğursuz, meşum
Examples That sounds ominous. O uğursuz görünüyor. That sure sounds ominous. O kesinlikle uğursuz görünüyor.
swing
swing
f. savurmak, yumruk savurmak, fırlatmak, sallamak, sallandırmak, sarkıtmak, asmak, çark etmek, döndürmek, salınmak, başarmak, becermek, etkileyerek kandırmak, sapmak, dönmek, sallanmak, asılmak, asılarak idam edilmek, ipe çekilmek, yalpalamak, sendelemek
i. sallama, sallanma, salınma, salınım, ritim, tempo, ritm, sving, salıncak, esneklik, hareket alanı, dönme, dönüş, yön değiştirme, sapma
ünl. çabuk ol, defol, hızlan, yaylan
Examples
Swing music was a new form of jazz.
Swing müzik jazz’ın yeni bir formuydu.
We still have to swing by Wyndham’s before they close.
Kapanmadan önce Wyndham’a uğramamız gerekiyor.
machete
machete
i. pala
Examples
Nicholas hacked Mary’s leg off with a rusty machete.
Nicholas paslı bir pala ile Mary’nin bacağını kesti.
Tom hacked Mary’s leg off with a rusty machete.
Tom paslı bir pala ile Mary’nin bacağını kesti.
vine
vine
s. asma
i. bağ kütüğü, asma
Examples
He’s the seventh victim found in.. A vine gared stew. His parents were killed in an accident
O, bulunan 7. kurban…bağ taraflarındaki bir genelevde. Ebeveynleri bir kazada ölmüşler.
There’s a window with a big, old wisteria vine right by it
Büyük, eski, mor salkımlı bağı olan bir pencere var yanı sıra.
toss
toss
f. atmak, fırlatmak, yazı tura için atmak, çekmek (kürek), sallanmak (tekne), kıpırdanmak
i. havaya atma, fırlatma, yazı tura atma, arkaya atma
Examples Nicholas tossed another log on the fire. Nicholas ateşin üzerine bir kütük daha attı. I tossed and turned in bed all night. Bütün gece yatakta döndüm durdum.
boundary
boundary
i. sınır, hudut, limit, had
Examples
Soul has no musical geographical or racial boundaries.
Roy Ayers
Ruhun müzikal, coğrafik yada ırksal sınırları yoktur.
Nature knows no boundaries.
Doğa hiçbir sınır tanımaz.
bail
bail
f. kefaletle serbest bırakmak, kurtarmak; emanet etmek, suyunu boşaltmak (kayık)
i. kefil, kefalet, teminât; çember, kulp
Examples
The pilot bailed out before the plane crashed.
Pilot uçak yere çakılmadan önce paraşütle atladı.
Tom bailed Mary out of jail.
Tom Mary’yi kefaletle hapishaneden çıkardı.
struck down
vuruldu
shrine
shrine
i. türbe, tapınak, kutsal emanetlerın saklandığı yer
Examples
There used to be a small shrine around here.
Buralarda küçük bir tapınak vardı.
The shrine was built two hundred years ago.
Türbe iki yüz yıl önce inşa edildi.
cleric
cleric
i. papaz, rahip
relic
relic
i. kalıntı, eski eser, yadigâr, hatıra, kutsal emanet
Examples
We discovered relics of an ancient civilisation.
Eski bir uygarlıkla ilgili kalıntılar bulduk.
exquisite
exquisite
s. nazik, kibar, nefis, hassas, keskin, şiddetli, aşırı
Examples
And of course I tasted some of the most exquisite beers I drank in my life.
Tabii ki hayatımda içtiğim en seçkin biralardan bazılarının tadına baktım.
This is an exquisite little painting.
Bu enfes bir küçük tablodur.
alibi (elibay
alibi
i. suç anında başka yerde olduğu iddiası, suç mahallinden başka yerde, mazeret, gerekçe
Examples
All four of the boys didn’t have alibis.
Çocukların dördünün bahaneleri yoktu.
Nicholas doesn’t exactly have an airtight alibi.
Nicholas’ın tam olarak kaçar yolu olmayan bir mazareti yok.
stance
stance
i. duruş, durum, vaziyet
Examples
The volatile course of Turkey-EU relations, along with the perception that politicians and citizens in EU member states oppose Turkey’s membership, cause Turkish public to take a reactive stance on EU membership.
Türkiye-AB ilişkilerindeki dalgalı seyir ve AB üyesi ülkelerin siyasetçi ve vatandaşlarının Türkiye’nin üyeliğine karşı oldukları şeklindeki algı Türk kamuoyunun AB üyeliğine ilişkin tepkisel bir tutum sergilemesine neden olmaktadır.
He had a strong stance on the subject.
Konuyla ilgili güçlü bir duruşu vardı.
relief
relief
i. rahatlama, sıkıntıdan kurtulma, kurtarma, rahatlatma, çare, yardım, destek, ara verme, nöbet değiştirme, nöbeti alan kimse, hafifletme, kabartma, rölyef
Examples The medicine gave instant relief. ilaç anında rahatlattı. Everybody in the room let out a sigh of relief. Odadaki herkes rahat bir nefes verdi.
truce
truce
i. ateşkes, mütareke, ara
Examples
Now, I’d like to talk to you. I request a truce.
Şimdi seninle konuşmak istiyorum. Ateşkes istiyorum.
The enemy wanted to discuss a truce with us.
Düşman bizimle bir ateşkes görüşmesi yapmak istiyordu.
autograph
autograph
f. imzalamak, imza vermek; otograf baskı yapmak
i. kendi el yazısı, yazarın kendi el yazması; imza
Examples Could you please autograph this book? Lütfen bu kitabı imzalar mısın? Would you please autograph this book? Lütfen bu kitabı imzalar mısınız?
grin off
sırıtma
hefty
hefty
s. bol, iri yarı, çam yarması gibi, ağır, etkili