selâse -3 Flashcards
(33 cards)
confirm
doğrulamak, teyit etmek, tasdiklemek
Music was invented to confirm human loneliness.
[Müzik; insan yalnızlığını teyit etmek için icat edildi.]
[verify, certify]
consider
düşünmek, göz önüne almak, dikkate almak
the house is cheap, when you consider where it is
ev ucuz, nerede olduğunu hesaba kattığınızda/ düşündüğünüzde
consist
-den oluşmak
the exhibition consists of 180 drawings
sergi 180 çizimden oluşuyor
be composed or made up of
constitute
oluşturmak, teşkil etmek
single parents constitute a great proportion of the poor
[bekar ebeveynler yoksulların büyük bölümünü teşkil eder/oluşturur.]
be (a part) of a whole.
construct
inşa etmek
Depression is the inability to construct a future.
[Depresyon bir gelecek inşa edememedir.]
contain
içermek, kapsamak
does this drink contain alcohol ?
[bu içecek alkol içeriyor mu ?]
[include, involve, encompass]
contribute
katkıda bulunmak, sebep olmak
Anger does not contribute to anything good.
[Öfke hiçbir iyi şeye katkıda bulunmaz.]
control
kontrol etmek, denetlemek
Rage causes you to be unable to control events.
[Öfke, olayları kontrol edememenize neden olur.]
cost
mal olmak, tutmak (tutar)
Kind words do not cost much. Yet they accomplish much.
[Kibar kelimeler çok (bir şeye) mal olmaz/çok tutmaz, Ama onlar çok şey başarırlar.]
cut
kesmek, azaltmak
You can cut all the flowers but you cannot block spring coming.
[Bütün çiçekleri kesebilirsin ama baharın gelmesini engelleyemezsin.]
decline
- azalmak
- reddetmek
He declined my offer.
[Teklifimi reddetti]
define
tanımlamak, açıklamak
what I do that defines me.
[yaptığım şey tanımlar beni.]
demand
talep etmek, gerektirmek
No one can be good for long if goodness is not in demand.
[Hiç kimse iyi olamaz uzun süre, eğer iyilik talep edilmezse.]
demonstrate
göstermek, kanıtlamak
The survey clearly demonstrates that tourism can have positive benefits.
[Anket, turizmin olumlu faydaları olabileceğini açıkça göstermektedir.]
deny
inkar etmek, reddetmek
He never denied that he said those things.
[Bunları söylediğini asla inkar etmedi.]
depend on
bağlı olmak, güvenmek
The country depends heavily upon foreign aid.
[Ülke, büyük ölçüde dış yardımlara bağımlı/bağlı.]
derive
türemek, kaynaklamak
The story derives from a very common fairy tale.
[Hikaye çok yaygın bir masaldan türemiş/kaynaklanıyor]
detect / detector / detective
tespit etmek, bulmak, sezmek
Some sounds cannot be detected by the human ear.
[Bazı sesler, insan kulağı tarafından tespit edilemez.]
determine
belirlemek, saptamak
Eye colour is genetically determined.
[Göz rengi genetik olarak belirlenir.]
develop
gelişmek, büyümek
This exercise is designed to develop the shoulder and back muscles.
[Bu egzersiz omuz ve sırt kaslarını geliştirmek için dizayn edilmiştir.]
differ / different / difference ( v / j / n )
farklı olmak, farklılık göstermek
The three birds differ in small features (
[Üç kuş küçük özelliklerde farklılık gösterir/farklıdır]
direct / direction
yönlendirmek, yönetmek
She directs a large charity.
[O büyük bir hayır kurumunu yönlendiriyor/yönetiyor]
teknik direktör: teknik yönlendirici/yönetici
direction: yön
disappear
gözden kaybolmak, yok olmak
The sun disappeared behind a cloud.
[Güneş bir bulutun arkasında gözden kayboldu.]
disappoint / disappointment
hayal kırıklığına uğratmak
We don’t want to disappoint the fans.
[Taraftarları hayal kırıklığına uğratmak istemiyoruz.]