UNIT 7 Flashcards
(59 cards)
AN Abundance OF
Noun: /əˈbʌndəns/ - /uh-buhn-duhns/
The region is known for its abundance of natural resources.
Abundant
Adjective: /əˈbʌndənt/ - /uh-buhn-duhnt/
There is abundant wildlife in the national park.
Abundantly
Adverb: /əˈbʌndəntli/ - /uh-buhn-duhnt-lee/
The garden is abundantly filled with flowers.
Bol
Bölge, doğal kaynakların bolluğu ile tanınır.
Bol
Milli parkta bol miktarda yaban hayatı vardır.
Bolca
Bahçe, bolca çiçekle doludur.
TO
Adapt
Verb: /əˈdæpt/ - /uh-dapt/
The company has to adapt to the changing market trends.
Adaptation
Noun: /ˌædæpˈteɪʃən/ - /ad-ap-tey-shuhn/
The movie is an adaptation of a popular book.
Adaptability
Noun: /əˌdæptəˈbɪləti/ - /uh-dap-tuh-bil-i-tee/
Her adaptability to new environments made her an excellent team member.
Adaptable TO BE
Adjective: /əˈdæptəbl/ - /uh-dap-tuh-buhl/
He is very adaptable and handles change with ease.
Adapt
Verb: /əˈdæpt/ - /uh-dapt/
The company has to adapt to the changing market trends.
Adaptation
Noun: /ˌædæpˈteɪʃən/ - /ad-ap-tey-shuhn/
The movie is an adaptation of a popular book.
Adaptability
Noun: /əˌdæptəˈbɪləti/ - /uh-dap-tuh-bil-i-tee/
Her adaptability to new environments made her an excellent team member.
Adaptable
Adjective: /əˈdæptəbl/ - /uh-dap-tuh-buhl/
He is very adaptable and handles change with ease.
Aid
Noun: /eɪd/ - /ayd/
The government provided aid to the victims of the disaster.
FOR
Aid
Verb: /eɪd/ - /ayd/
She helped to aid the development of the community.
Yardım
Hükümet, felaketin kurbanlarına yardım sağladı.
Yardım etmek
Topluluğun gelişimine yardım etmeye katkıda bulundu.
Arise
Verb: /əˈraɪz/ - /uh-rahyz/
A problem may arise if we don’t address this issue now.
Ortaya çıkmak
Bu konuyu şimdi çözmezsek bir problem ortaya çıkabilir.
Burden
Noun: /ˈbɜːrdən/ - /bur-dn/
Carrying the heavy load became a great burden for him.
OF
TO
ON
Yük
Ağır yükü taşımak onun için büyük bir yük haline geldi.
Core
Noun: /kɔːr/ - /kor/
The core of the problem lies in poor communication.
Çekirdek
Sorunun çekirdeği kötü iletişimde yatmaktadır.
Corrupt
Adjective: /kəˈrʌpt/ - /kuh-rupt/
The corrupt politician was removed from office after the scandal.
Corruption
Noun: /kəˈrʌpʃən/ - /kuh-ruhp-shun/
Corruption is a serious problem in many countries.
Yolsuz
Yolsuz siyasetçi, skandalın ardından görevden alındı.
Yolsuzluk
Yolsuzluk, birçok ülkede ciddi bir sorundur.
Devastating
Adjective: /ˈdɛvəˌsteɪtɪŋ/ - /dev-uh-stay-ting/
The devastating news shocked the entire community.
Devastate
Verb: /ˈdɛvəˌsteɪt/ - /dev-uh-stayt/
The hurricane devastated the coastal town, leaving it in ruins.
TO
Yıkıcı
Yıkıcı haber, tüm toplumu şok etti.
Yıkmak
Kasırga, kıyı kasabasını yıkarak harabe haline getirdi.
Distinguish
Verb: /dɪˈstɪŋɡwɪʃ/ - /di-sting-wish/
You need to distinguish the facts from the assumptions.
Distinction BETWEEN
Noun: /dɪˈstɪŋkʃən/ - /di-stingk-shuhn/
She received a distinction for her research in biology.
Distinct
Adjective: /dɪˈstɪŋkt/ - /di-stinkt/
There is a distinct line between the two approaches.
Distinctive
Adjective: /dɪˈstɪŋktɪv/ - /di-stingk-tiv/
The restaurant is known for its distinctive flavor combinations.
Distinctively
Adverb: /dɪˈstɪŋktɪvli/ - /di-stingk-tiv-lee/
She spoke distinctively, making her stand out in the crowd.
Ayırt etmek
Gerçekleri varsayımlardan ayırt etmen gerekiyor.
Ayrım
Biyoloji alanındaki araştırmaları için bir ayrım kazandı.
Farklı
İki yaklaşım arasında belirgin bir çizgi vardır.
Kendine özgü
Restoran, kendine özgü tat kombinasyonlarıyla tanınır.
Belirgin bir şekilde
Belirgin bir şekilde konuştu, bu da onu kalabalıktan ayırıyordu.
Domesticate
Verb: /dəˈmɛstəˌkeɪt/ - /duh-mes-ti-kayt/
Humans have domesticated various animals throughout history.
Domestication OF
Noun: /dəˌmɛstəˈkeɪʃən/ - /duh-mes-ti-kay-shuhn/
The domestication of plants and animals has greatly impacted agriculture.
Domestic
Adjective: /dəˈmɛstɪk/ - /duh-mes-tik/
She prefers domestic travel over international trips.
Domestically
Adverb: /dəˈmɛstɪkli/ - /duh-mes-tik-lee/
The company is mainly focused on the domestic market.
OF
Evcilleştirmek
Tarih boyunca insanlar çeşitli hayvanları evcilleştirmiştir.
Evcilleştirme
Bitkilerin ve hayvanların evcilleştirilmesi tarımı büyük ölçüde etkilemiştir.
Yerel
Yerel seyahati uluslararası seyahate tercih eder.
Yerel olarak
Şirket, çoğunlukla yerel pazara odaklanmaktadır.
Dominate
Verb: /ˈdɒməˌneɪt/ - /dom-uh-nayt/
The team dominated the match, securing an easy victory.
Dominance OVER
Noun: /ˈdɒmɪnəns/ - /dom-uh-nuhns/
The dominance of technology in our daily lives is undeniable.
Domination
Noun: /ˌdɒmɪˈneɪʃən/ - /dom-uh-nay-shuhn/
Their domination of the sport continued for years.
Dominant
Adjective: /ˈdɒmɪnənt/ - /dom-uh-nuhnt/
The dominant species in this ecosystem is the fox.
Dominantly
Adverb: /ˈdɒmɪnəntli/ - /dom-uh-nuhnt-lee/
The dominant player performed significantly better than the rest.
Hakim olmak
Takım, maçı domine ederek kolay bir zafer kazandı.
Hakimiyet
Teknolojinin günlük hayatımızdaki hakimiyeti inkar edilemez.
Egemenlik
Spor üzerindeki egemenlikleri yıllarca devam etti.
Egemen
Bu ekosistemde egemen tür tilkidir.
Egemen bir şekilde
Egemen oyuncu, diğerlerinden çok daha iyi performans sergiledi.
Eternal
Adjective: /ɪˈtɜːrnəl/ - /ih-turn-uhl/
The eternal bond between them was unbreakable.
Eternally
Adverb: /ɪˈtɜːnəli/ - /ih-turn-uh-lee/
They will be eternally grateful for the kindness they received.
Ebedi
Aralarındaki ebedi bağ koparılamazdı.
Ebediyen
Aldıkları iyilik için ebediyen minnettar olacaklar.
Fertilize
Verb: /ˈfɜːtəˌlaɪz/ - /fur-tuh-lahyz/
Farmers fertilize the soil to improve crop yields.
Fertilizer
Noun: /ˈfɜːtəˌlaɪzər/ - /fur-tuh-lahy-zer/
Organic fertilizer can be made from compost and manure.
Fertilization
Noun: /ˌfɜːtəlaɪˈzeɪʃən/ - /fur-tuh-ly-zay-shuhn/
The process of fertilization is crucial for plant growth.
Fertile
Adjective: /ˈfɜːtaɪl/ - /fur-til/
This land is very fertile and suitable for farming.
Infertile
Adjective: /ɪnˈfɜːtaɪl/ - /in-fur-til/
Infertile soil requires extra care and nutrients to grow crops.
TO
Gübrelemek
Çiftçiler, ürün verimini artırmak için toprağı gübrelendirir.
Gübre
Organik gübre, kompost ve gübreden yapılabilir.
Gübreleme
Gübreleme süreci, bitki büyümesi için çok önemlidir.
Verimli
Bu arazi çok verimli ve tarım için uygundur.
Verimsiz
Verimsiz toprak, ürün yetiştirmek için ekstra bakım ve besin gerektirir.
(The) Former
Adjective: /ðə ˈfɔːmər/ - /thuh fawr-mur/
The former president was known for his diplomatic skills.
Former
Adjective: /ˈfɔːmər/ - /fawr-mur/
He is a former teacher who now works as a writer.
Formerly
Adverb: /ˈfɔːmərli/ - /fawr-mur-lee/
The building was formerly a factory before being converted into apartments.
GO FOR
Eski
Eski başkan, diplomatik becerileriyle tanınıyordu.
Eski
O, şimdi yazar olarak çalışan eski bir öğretmendir.
Eskiden
Bina, apartmanlara dönüştürülmeden önce eskiden bir fabrikaydı.
Inhabit
Verb: /ɪnˈhæbɪt/ - /in-hab-it/
Many species of birds inhabit this forest.
Inhabitant
Noun: /ɪnˈhæbɪtənt/ - /in-hab-i-tuhnt/
The city has a large number of inhabitants from different cultures.
Inhabited
Adjective: /ɪnˈhæbɪtɪd/ - /in-hab-i-tid/
The island is inhabited by a small community.
Uninhabited
Adjective: /ˌʌnɪnˈhæbɪtɪd/ - /uhn-in-hab-i-tid/
The remote island is uninhabited and untouched by human activity.
Inhabitable
Adjective: /ɪnˈhæbɪtəbl/ - /in-hab-i-tuh-buhl/
The house is old but still inhabitable.
Uninhabitable
Adjective: /ˌʌnɪnˈhæbɪtəbl/ - /uhn-in-hab-i-tuh-buhl/
The house was destroyed in the fire and is now uninhabitable.
Yaşamak
Birçok kuş türü bu ormanda yaşar.
Sakin
Şehir, farklı kültürlerden birçok sakine sahiptir.
Yaşanmış
Ada, küçük bir topluluk tarafından yaşanıyor.
Yaşanmaz
Uzak ada, insan etkinliğinden etkilenmemiş ve yaşanmaz durumdadır.
Yaşanabilir
Ev eski ama hala yaşanabilir durumdadır.
Yaşanmaz
Ev yangında tahrip oldu ve şimdi yaşanmaz durumda.
Intervene İN
Verb: /ɪnˈtɜːrvɛn/ - /in-tur-ven/
The teacher had to intervene to stop the argument between the students.
Intervention OF
Noun: /ˌɪntəˈvɛnʃən/ - /in-tur-ven-shun/
The intervention of the police prevented further violence.
Müdahale Etmek
Öğretmen, öğrenciler arasındaki tartışmayı durdurmak için müdahale etmek zorunda kaldı.
Müdahale
Polisin müdahalesi, daha fazla şiddeti engelledi.
Irrigate
Verb: /ˈɪrəɡeɪt/ - /ir-uh-geyt/
Farmers irrigate their fields to ensure crops grow well in dry seasons.
Irrigation
Noun: /ˌɪrɪˈɡeɪʃən/ - /ir-uh-gey-shun/
Irrigation is essential for agriculture in arid regions.
Irrigated
Adjective: /ˈɪrəɡeɪtɪd/ - /ir-uh-gey-tid/
The irrigated land produces a high yield of crops.
Sulamak
Çiftçiler, kuru sezonlarda ürünlerin iyi büyümesini sağlamak için tarlalarını suluyorlar.
Sulama
Sulama, kuru bölgelerde tarım için önemlidir.
Sulanan
Sulanan toprak, yüksek verimlilikle ürünler üretir.
Orient TOWARDS
Verb: /ˈɔːriənt/ - /aw-ree-uhnt/
It’s important to orient new employees to the company culture.
Orientation TOWARDS
Noun: /ˌɔːriənˈteɪʃən/ - /aw-ree-en-tay-shuhn/
The orientation session helps newcomers understand the company’s policies and values.
Yönlendirmek
Yeni çalışanları şirket kültürüne yönlendirmek önemlidir.
Yönlendirme
Yönlendirme oturumu, yeni gelenlerin şirketin politikalarını ve değerlerini anlamalarına yardımcı olur.
Permanence
Noun: /ˈpɜːrməns/ - /pur-muh-nuhns/
The permanence of the structure was ensured by its sturdy design.
Permanent
Adjective: /ˈpɜːrmənt/ - /pur-muh-nuhnt/
She found a permanent job after several temporary positions.
Permanently
Adverb: /ˈpɜːrməntli/ - /pur-muh-nuhnt-lee/
The changes were permanently implemented to improve efficiency.
Kalıcılık
Yapının kalıcılığı, sağlam tasarımıyla sağlandı.
Sürekli
Birçok geçici pozisyondan sonra sürekli bir iş buldu.
Kalıcı olarak
Değişiklikler, verimliliği artırmak amacıyla kalıcı olarak uygulandı.
Probability
Noun: /ˌprɒbəˈbɪləti/ - /prob-uh-bil-i-tee/
The probability of rain tomorrow is quite high.
Probable
Adjective: /ˈprɒbəbl/ - /prob-uh-buhl/
It is probable that they will arrive late.
Improbable
Adjective: /ɪmˈprɒbəbl/ - /im-prob-uh-buhl/
It seemed improbable that they would win the match.
Probably
Adverb: /ˈprɒbəbli/ - /prob-uh-blee/
She will probably finish the report by tomorrow.
Olasılık
Yarının yağmur yağma olasılığı oldukça yüksek.
Olası
Gecikmeleri muhtemel.
İhtimal dışı
Maçı kazanmaları ihtimal dışıydı.
Muhtemelen
Muhtemelen raporu yarına kadar bitirecek.
Project
Verb: /prəˈdʒɛkt/ - /pruh-jekt/
She will project the data on the screen during the meeting.
Projection
Noun: /prəˈdʒɛkʃən/ - /pruh-jek-shun/
The projection of sales for next quarter looks promising.
Projected
Adjective: /prəˈdʒɛktɪd/ - /pruh-jek-tid/
The projected outcome of the project is positive.
Projeksiyon
Toplantı sırasında veriyi ekranda projeksiyon yapacak.
Tahmin
Gelecek çeyrek için satış tahmini umut verici görünüyor.
Tahmin edilen
Projenin tahmin edilen sonucu olumlu.
Radical
Noun: /ˈrædɪkəl/ - /ra-dih-kuhl/
He is a radical who advocates for significant changes in society.
Radical
Adjective: /ˈrædɪkəl/ - /ra-dih-kuhl/
The proposal suggested a radical approach to solving the problem.
Radically
Adverb: /ˈrædɪkli/ - /ra-dih-klee/
The way she changed the system was radically different from the old method.
Radikal kişi
Toplumda büyük değişiklikler savunan bir radikal.
Radikal
Öneri, problemi çözmek için radikal bir yaklaşım önerdi.
Radikal bir şekilde
Sistemi değiştirme şekli, eski yöntemden radikal bir şekilde farklıydı.
FROM OF
Range
Noun: /reɪndʒ/ - /raynj/
The range of products available in the store is vast.
Range
Verb: /reɪndʒ/ - /raynj/
The hotel rooms range in price from $100 to $500 per night.
Aralık
Mağazada mevcut olan ürünlerin aralığı geniştir.
Değişmek
Otel odalarının fiyatları gecelik 100 dolardan 500 dolara kadar değişmektedir.
Reputation
Noun: /ˌrɛpjuˈteɪʃən/ - /rep-yoo-tay-shuhn/
She has a strong reputation as a reliable and efficient worker.
OF
Reputational
Adjective: /ˌrɛpjʊˈteɪʃənl/ - /rep-yoo-tey-shuh-nuhl/
The company is concerned about the reputational risks associated with the scandal.
İtibar
Onun güvenilir ve verimli bir çalışan olarak güçlü bir itibarı vardır.
İtibari
Şirket, skandal ile ilgili itibari risklerden endişe ediyor.
