UNIT 8 Flashcards
(61 cards)
WITH Adversity
Noun: /ədˈvɜːrsɪti/ - /ad-vur-suh-tee/
She showed great strength in the face of adversity.
Adverse
Adjective: /ˈædvɜːrs/ - /ad-vurs/
The new policy had an adverse effect on the economy.
Adversely
Adverb: /ˈædvɜːrsli/ - /ad-vurs-lee/
His health was adversely affected by stress.
Zorluk
O, zorluklar karşısında büyük bir güç gösterdi.
Olumsuz
Yeni politika, ekonomi üzerinde olumsuz bir etki yaptı.
Olumsuz bir şekilde
Sağlığı, stres nedeniyle olumsuz bir şekilde etkilendi.
Compile FROM FOR
Verb: /kəmˈpaɪl/ - /kuhm-pahyl/
She compiled a list of the best restaurants in the city.
Compilation
Noun: /ˌkɒmpɪˈleɪʃən/ - /kom-pi-ley-shuhn/
The book is a compilation of historical documents.
Derlemek
Şehirdeki en iyi restoranların bir listesini derledi.
Derleme
Kitap, tarihi belgelerin bir derlemesidir.
Confer WITH ABOUT
Verb: /kənˈfɜːr/ - /kuhn-fur/
The committee will confer to discuss the new policy.
Görüşmek
Komite, yeni politikayı tartışmak için görüşecek.
Contradict
Verb: /ˌkɒntrəˈdɪkt/ - /kon-truh-dikt/
His statements contradict each other.
Contradiction BETWEEN
Noun: /ˌkɒntrəˈdɪkʃən/ - /kon-truh-dik-shuhn/
There is a clear contradiction between his words and actions.
Contradictory
Adjective: /ˌkɒntrəˈdɪktəri/ - /kon-truh-dik-tuh-ree/
The witness gave contradictory statements during the trial.
Çelişmek
Onun ifadeleri birbirleriyle çelişiyor.
Çelişki
Sözleri ile eylemleri arasında açık bir çelişki var.
Çelişkili
Tanık, mahkemede çelişkili ifadeler verdi.
Converse
Verb: /kənˈvɜːrs/ - /kuhn-vurs/
They sat together and conversed for hours.
The Converse
Noun: /ˈkɒnvɜːrs/ - /kon-vurs/
She believes success leads to happiness, but the converse may also be true.
Converse WITH
Adjective: /ˈkɒnvɜːrs/ - /kon-vurs/
There is a converse relationship between effort and failure.
Conversely
Adverb: /kənˈvɜːrsli/ - /kuhn-vurs-lee/
She loves spicy food; conversely, her brother avoids it.
Sohbet etmek
Birlikte oturup saatlerce sohbet ettiler.
Tersi
O, başarının mutluluk getirdiğine inanıyor, ancak tersi de doğru olabilir.
Zıt
Çaba ve başarısızlık arasında zıt bir ilişki vardır.
Tersine
O, baharatlı yemekleri sever; tersine, erkek kardeşi bundan kaçınır.
Digest
Verb: /daɪˈdʒɛst/ - /dai-jest/
It takes time for the body to digest heavy meals.
Digestion
Noun: /daɪˈdʒɛstʃən/ - /dai-jes-chuhn/
Proper digestion is essential for good health.
Digestive
Adjective: /daɪˈdʒɛstɪv/ - /dai-jes-tiv/
Eating fiber-rich foods supports the digestive system.
Sindirmek
Vücudun ağır yemekleri sindirmesi zaman alır.
Sindirim
Sağlıklı bir yaşam için doğru sindirim çok önemlidir.
Sindirimle ilgili
Lif açısından zengin yiyecekler, sindirim sistemini destekler.
Dismiss FROM
Verb: /dɪsˈmɪs/ - /dis-mis/
The manager dismissed the employee due to poor performance.
Dismissal
Noun: /dɪsˈmɪsəl/ - /dis-mis-uhl/
His unfair dismissal led to a legal dispute.
Dismissive
Adjective: /dɪsˈmɪsɪv/ - /dis-mis-iv/
She gave a dismissive response to his concerns.
Kovmak / Reddetmek
Müdür, çalışanı düşük performans nedeniyle kovdu.
Kovulma / Reddedilme
Onun haksız yere kovulması yasal bir anlaşmazlığa yol açtı.
Umursamaz
Endişelerine karşı umursamaz bir yanıt verdi.
Exaggerate
Verb: /ɪɡˈzædʒəreɪt/ - /ig-za-juh-reyt/
He tends to exaggerate his achievements.
Exaggeration
Noun: /ɪɡˌzædʒəˈreɪʃən/ - /ig-za-juh-rey-shuhn/
Saying he is the best player in the world is an exaggeration.
Exaggerated
Adjective: /ɪɡˈzædʒəreɪtɪd/ - /ig-za-juh-rey-tid/
Her reaction to the news was exaggerated.
Exaggeratedly
Adverb: /ɪɡˈzædʒəreɪtɪdli/ - /ig-za-juh-rey-tid-lee/
He sighed exaggeratedly to show his frustration.
Abartmak
O, başarılarını abartma eğiliminde.
Abartı
Onun dünyanın en iyi oyuncusu olduğunu söylemek bir abartıdır.
Abartılı
Haber karşısındaki tepkisi abartılıydı.
Abartılı bir şekilde
Hayal kırıklığını göstermek için abartılı bir şekilde iç çekti.
Extract from
Verb: /ɪkˈstrækt/ - /ik-strakt/
They extracted water from the underground well.
Extraction
Noun: /ɪkˈstrækʃən/ - /ik-strak-shuhn/
The extraction of minerals requires advanced technology.
Çıkarmak
Yeraltı kuyusundan su çıkardılar.
Çıkarma
Minerallerin çıkarılması ileri teknoloji gerektirir.
Longevity of
Noun: /lɒnˈdʒɛvɪti/ - /lon-jev-uh-tee/
A healthy diet contributes to longevity.
Uzun ömür
Sağlıklı bir beslenme, uzun ömre katkı sağlar.
Mature
Adjective: /məˈtʊər/ - /muh-toor/
She is a mature individual, thoughtful and considerate in her actions.
Maturity
Noun: /məˈtjʊəriti/ - /muh-toor-ih-tee/
Maturity is essential in handling life’s challenges with wisdom.
Immaturity
Noun: /ˌɪməˈtjʊəriti/ - /im-uh-toor-ih-tee/
His immaturity was clear from his reckless behavior.
Mature
Verb: /məˈtʊər/ - /muh-toor/
He matured quickly after the difficult experience.
Immature
Adjective: /ˌɪməˈtʊər/ - /im-uh-toor/
Her immature response surprised everyone at the meeting.
Maturely
Adverb: /məˈtʊəli/ - /muh-toor-lee/
She reacted maturely to the criticism, taking it constructively.
Olgun
O, düşünceli ve dikkatli davranan olgun bir bireydir.
Olgunluk
Olgunluk, hayatın zorluklarını bilgelikle ele almak için gereklidir.
Olgunlaşmamışlık
Onun olgunlaşmamışlığı, dikkatsiz davranışlarından belli oluyordu.
Olgunlaşmak
Zorlu deneyimden sonra hızla olgunlaştı.
Olgunlaşmamış
Toplantıda onun olgunlaşmamış cevabı herkesi şaşırttı.
Olgunca
Eleştiriyi olgunca ele aldı, yapıcı bir şekilde değerlendirdi.
Meticulous
Adjective: /mɪˈtɪkjʊləs/ - /mi-tik-yuh-luhs/
She is meticulous in her work, ensuring every detail is perfect.
Meticulously
Adverb: /mɪˈtɪkjʊləsli/ - /mi-tik-yuh-luhs-lee/
He planned the event meticulously, considering every possible outcome.
Titiz
O, işinde titizdir, her detayın mükemmel olmasını sağlar.
Titizlikle
Etkinliği titizlikle planladı, her olasılığı göz önünde bulundurdu.
Outcome of
Noun: /ˈaʊtkʌm/ - /out-kum/
The outcome of the experiment was surprising.
Sonuç
Deneyin sonucu şaşırtıcıydı.
Outnumber by
Verb: /aʊtˈnʌmbər/ - /out-num-ber/
The number of students outnumbers the available seats in the classroom.
Sayıca fazla olmak
Öğrencilerin sayısı, sınıftaki mevcut koltuklardan fazla.
Preciousness
Noun: /ˈprɛʃəsnɪs/ - /pre-shuhs-nuhs/
The preciousness of the moment made her smile.
to be Precious
Adjective: /ˈprɛʃəs/ - /pre-shuhs/
Her necklace is a precious family heirloom.
Preciously
Adverb: /ˈprɛʃəsli/ - /pre-shuhs-lee/
She handled the antique vase preciously, afraid of breaking it.
Değerli olma
Anın değerli olması onu gülümsetti.
Değerli
Onun kolyesi, değerli bir aile yadigarıdır.
Değerli bir şekilde
Antika vazonun kırılmasından korkarak onu değerli bir şekilde tuttu.
Previous
Adjective: /ˈpriːviəs/ - /pree-vee-uhs/
The previous chapter was difficult to understand.
Previously
Adverb: /ˈpriːviəsli/ - /pree-vee-uhs-lee/
He had previously worked in a different department.
Önceki
Önceki bölüm anlaması zordu.
Önceden
Daha önce farklı bir departmanda çalışmıştı.
Reproduce
Verb: /ˌriːprəˈdjuːs/ - /ree-pruh-doos/
The animals reproduce in the spring season.
Reproduction
Noun: /ˌriːprəˈdʌkʃən/ - /ree-pruh-duhk-shuhn/
The reproduction of the species occurs in the wild.
Reproductive
Adjective: /ˌriːprəˈdʌktɪv/ - /ree-pruh-duhk-tiv/
Reproductive health is important for overall well-being.
Reproductively
Adverb: /ˌriːprəˈdʌktɪvli/ - /ree-pruh-duhk-tiv-lee/
Some species reproduce reproductively in certain environments.
Çoğalmak
Hayvanlar ilkbahar mevsiminde çoğalır.
Çoğalma
Türlerin çoğalması doğada gerçekleşir.
Üreme ile ilgili
Üreme sağlığı, genel sağlık için önemlidir.
Üreme açısından
Bazı türler, belirli ortamlar içinde üreme açısından çoğalır.
Ratio of
Noun: /ˈreɪʃiəʊ/ - /ray-shee-oh/
The ratio of students to teachers is 10:1.
Oran
Öğrencilerin öğretmenlere oranı 10:1’dir.
Reconstruct
Verb: /ˌriːkənˈstrʌkt/ - /ree-kuhn-struhkt/
They plan to reconstruct the damaged building after the earthquake.
Reconstruction
Noun: /ˌriːkənˈstrʌkʃən/ - /ree-kuhn-struhk-shuhn/
The reconstruction of the bridge took several years.
Reconstructive
Adjective: /ˌriːkənˈstrʌktɪv/ - /ree-kuhn-struhk-tiv/
She underwent reconstructive surgery after the accident.
Yeniden inşa etmek
Depremden sonra hasar gören binayı yeniden inşa etmeyi planlıyorlar.
Yeniden inşa
Köprünün yeniden inşası birkaç yıl sürdü.
Yeniden yapılandırıcı
Kazadan sonra yeniden yapılandırıcı cerrahi geçirdi.
about
Reveal
Verb: /rɪˈviːl/ - /ri-veel/
The magician will reveal the secret at the end of the show.
Açığa çıkarmak
Sihirbaz, gösterinin sonunda sırrı açığa çıkaracak.
Sequence of
Noun: /ˈsiːkwəns/ - /see-kwuhns/
The events followed a logical sequence.
Sequence
Verb: /ˈsiːkwəns/ - /see-kwuhns/
She will sequence the data according to the dates.
Sequential
Adjective: /sɪˈkwɛnʃəl/ - /si-kwen-shuhl/
The process involves sequential steps that must be followed in order.
Dizi
Olaylar mantıklı bir dizi halinde sıralandı.
Sıralamak
Veriyi tarihlere göre sıralayacak.
Sırasıyla
Süreç, sırasıyla takip edilmesi gereken adımları içerir.
Undermine
Verb: /ˌʌndərˈmaɪn/ - /uhn-der-mayn/
His actions were meant to undermine her authority at work.
Zayıflatmak
Onun hareketleri, işyerindeki otoritesini zayıflatmayı amaçlıyordu.
Accuracy
Noun: /ˈækjʊrəsi/ - /ak-yur-uh-see/
The accuracy of the data is essential for the research.
Accurate
Adjective: /ˈækjərət/ - /ak-yur-uht/
His calculation was accurate, with no mistakes.
to be Inaccurate
Adjective: /ɪnˈækjərət/ - /in-ak-yur-uht/
The information provided was inaccurate and misleading.
Accurately
Adverb: /ˈækjərətli/ - /ak-yur-uht-lee/
She recorded the data accurately, following all guidelines.
Inaccurately
Adverb: /ɪnˈækjərətli/ - /in-ak-yur-uht-lee/
The report was written inaccurately, leading to confusion.
Doğruluk
Verilerin doğruluğu, araştırma için çok önemlidir.
Doğru
Hesaplaması doğruydu, hiç hata yoktu.
Yanlış
Sağlanan bilgiler yanlıştı ve yanıltıcıydı.
Doğru bir şekilde
Verileri doğru bir şekilde kaydetti, tüm yönergelere uyarak.
Yanlış bir şekilde
Rapor yanlış bir şekilde yazıldı, bu da karışıklığa yol açtı.
to be Asset
Noun: /ˈæsɛt/ - /as-set/
The company’s most valuable asset is its skilled workforce.
Varlık
Şirketin en değerli varlığı, nitelikli iş gücüdür.