book 14 Flashcards

1
Q

hitch

A

hitch
f. çekmek, sıyırmak, aksamak, topallamak, çekiştirmek, bağlamak, takmak, arabaya koşmak, bağlanmak, evlenmek

i. çekme, çekiverme, çekiş, aksaklık, aksama, aksilik, terslik, arıza

Examples
Then after we did our hitch, we both went our separate ways,
Askerliğimizi yaptıktan sonra, yollarımız ayrıldı…
Janet and Michael are going to get hitched in June.
Janet ve Michael haziran ayında evlenecekler.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

myth

A

myth
i. mit, efsane, hayali şey

Examples

  • You didn’t come here to d an objective story.
  • There’s no such thing. The objective journalist is a myth you read about……like Gerard or Phoenix an honest politician.
  • Buraya objektif bir hikaye yazmak için gelmediniz.
  • Böyle birşey yoktur. Objektif gazeteci diye okuduğunuz şey, bir mit sadece …. aynı Gerard ya da Pheonix’in dürüst politikacılar olması gibi.
  • Do you know what it is? What Medusa even means?
  • No, all I know is the myth.
  • You know, a woman so ugly that if you looked at her, you’d turned to stone.
  • Ne olduğunu biliyor musun? Medusa’nın ne anlama geldiğini biliyor musun?
  • Hayır, tüm bildiğim bir mit olduğudur.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

taming

A

taming
i. evcilleştirme, uslandırma

Examples
Nicholas caught a wolf and tried to tame it.
Nicholas bir kurt yakaladı ve onu evcilleştirmeye çalıştı.
The bear is quite tame and doesn’t bite.
Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

helm

A

helm

i. dümen, idare, kontrol, yönetim, miğfer

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

brutal

A

brutal
s. vahşi, yabani, acımasız, gaddar, zalim, kaba, yontulmamış, sert, şiddetli

Examples
He always behaves compassionately everyone, whereas his sister is brutal entirely.
O herkese merhametle davranıyor, oysa kız kardeşi büsbütün yabani.
- l’m scared. Please don’t go tonight, stay here with me.
- No, l’ll sleep downstairs. l’ll protect you. l’m ten times more brutal than Dragon.
- When you’re so disrespectfull …
- But now, you’re crossing the line.
- Please forgive me…
- Korkuyorum. Lütfen bu gece gitme, burada benimle kal.
- Hayır. Alt katta uyuyacağım. Seni korurum. Ben Dragon’dan on kat daha vahşiyim.
- Bu kadar saygısız olduğunda…
- Ama şimdi, çizgiyi aşıyorsun.
- Lütfen, beni affet…

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

steer

A

steer
f. sürmek, dümenle idare etmek, yönetmek, idare etmek, yönlendirmek, dümen kullanmak, yönetilmek

i. öküz, dana, iğdiş edilmiş boğa

Examples
It might be set off by microwave ovens, so I would steer clear of pancake houses of the international variety.
Mikrodalga fırınlarla başlatılabilir bu iş, böylece uluslar arası çeşitliliğe sahip krep evlerinden kurtulurum.
She steered our efforts in the right direction.
O bizim çabalarımızı doğru yönde yönlendirdi.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

dodge

A

dodge
f. yana kaçmak, kenara sıçramak, fırlamak, kaçınmak, sıyrılmak; kaçamak yapmak; atlatmak, kaytarmak

i. yana çekilme, kurtulma; kurnazlık; hile; dolap

Examples
I’m spending my Sunday
night with dodge.
Pazar akşamımı
kaçamakla geçiriyorum.
Willy the kid arrived in dodge city one evening.
Genç Willy bir akşam Dodge şehrine ulaştı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

rite

A

rite
i. dini tören, ayin, aşai rabbani ayini, usul, yöntem, yol yordam

Examples
In Japan, one should never stick the chopsticks in the rice, as this is a funerary rite.
Japonya’da asla çubuklarınızı pilavın içine saplamamanız gerekir; çünkü bu bir cenaze ayinidir.
Meeting your girlfriend’s parents in Japan is quite a rite in itself.
Japon kız arkadaşınızın ailesiyle tanışmak başlı başına bir tören.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

sentimental

A

sentimental
s. duygulara hitap eden, duygulu, içli, duygusal, hissi

adj. appealing to the emotions; nostalgic, tender, romantic; overly emotional, corny
adj. sentimental, appealing to the emotions, emotional, full of feeling
adv. sentimentally, emotionally, with emotion, with feeling, in a sentimental manner

Examples
Nicholas couldn’t help but feel sentimental.
Nicholas’ın duygusal olması elinde değildi.
You have won the endorsement of the sentimental, the greedy. I am none of those.
Duygusal, hırslı insanların desteğini kazandın. Ben asla onlardan değilim.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

litter

A

litter
f. talaş sermek, dağıtmak, karıştırmak, yavrulamak

i. tahtırevan, çöp, sedye, kedi kumu, hayvanların altına serilen talaş, bir batında doğan yavrular, dağınıklık, döküntü

Examples
Don't litter.
Yere çöp atmayın.
Debris littered the streets.
Moloz sokakları kirletti.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

detour

A

detour
f. servis yolundan vermek (trafik); sapmak, saptırmak

i. dolambaçlı yol; servis yolu; sapak, sapma

Examples
He took a detour to avoid the heavy traffic.
Yoğun trafikten kaçınmak için tali yoldan gitti.
Is there a detour or should I enter the city?
Alternatif var mı, şehrin içine girmeli miyim?

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

hindsight

A

hindsight
i. önemini sonradan anlama, geç anlama, gez (silah)

Examples
In hindsight, this was a mistake.
Geriye dönüp baktığımda, bu bir hataydı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

come up with

A

come up with
ulaşmak, yetişmek, ortaya atmak, öne sürmek, ileri sürmek

Examples
Nicholas came up with a good solution.
Nicholas yeni bir çözüm ileri sürdü.
Nicholas came up with a new technique.
Nicholas yeni bir teknik öne sürdü.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

lasso

A

lasso
f. kementle yakalamak

i. kement

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

wit

A

wit
f. yâni, bilmek, öğrenmek

i. zekâ, ince zekâ, akıl, ince espri, nükte, zeki kimse

Examples
At last the little money which I had saved began to run short, and I was at my wit’s end as to what I should do.
Sonunda biriktirmiş olduğum para tükenmeye başladı, ne yapmam gerektiğine gelince, iyice şaşkınım.
- He was a good man, too a humanitarian man. A man of wit and humour. He joined the Special Forces. And after that his…ideas, methods…became…unsound.
- İyi bir adamdı, çok insanietperver biriydi. akıl ve mizah adamıydı. Özel Birliğe katıldı. Ve bundan sonra da … fikirleri…. metodları sıhhatsizleşti.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

stink

A

stink
f. pis kokmak, iğrenç kokmak, kokmak, kötü olmak, iğrenç olmak, berbat olmak, kötü kokmak, kokutmak, kokusundan anlamak

i. pis koku, ucuz parfüm

Examples
(sad): ‘cause it stinks in the kitchen.
Mutfakta berbat kokuyor.
Along those lines, I want to tell you upfront that some days are going to stink.
Buraya kadar bahsettiğim şeylerle bağlantılı olarak, bazı günlerin berbat geçeceğini önceden size söylemek istiyorum.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

ointment

A

ointment
i. merhem

Examples
The holiday was wonderful, the only fly in the ointment was bad weather.
Tatil çok iyiydi. Tek neşe kaçıran/keyif bozan şey kötü havaydı.
I’m itching from mosquito bites. Do you have any ointment?
Sivrisinek sokmalarından kaşınıyorum. Herhangi bir merhemin var mı?

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

craft

A

craft
i. beceri, hüner, sanat, zanaat; gemi; hile; uçak

Examples
Craft must have clothes, but truth loves to go naked.
El sanatının giysisi olmalı, ama gerçek çıplak gitmeyi seviyor.
Flower arranging is a traditional craft in Japan.
Çiçek düzenleme Japonya’da geleneksel bir zanaattır.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

abbey

A

abbey
i. manastır, manastır kilisesi

Examples
Well, I should really like to stay, but recollected some urgent affairs at my abbey
Şey, gerçekten kalmak isterdim ama manastırımda beni bekleyen bazı acil işler olduğunu hatırladım.
The tragedy of modern war is that the young men die fighting each other - instead of their real enemies back home in the capitals.
Edward Abbey
Modern savaşın trajedisi genç adamların birbirleri ile -asıl düşmanlarının yurtta başkentlerde iken- savaşarak ölmeleridir.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

paralyzed

A

paralyzed
s. kötürüm

Examples
The child was paralyzed with fear.
Çocuk korkudan felç oldu.
I heard that a paralyzed man was eaten alive by maggots.
Ben felçli bir adamın kurtçuklar tarafından canlı canlı yenildiğini duydum.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

stowaway

A

stowaway
i. kaçak yolcu, gemiye kaçak binen yolcu

Examples
Tom was a stowaway on a ship.
Tom gemide kaçak bir yolcuydu.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
22
Q

blushing

A

blushing
s. yüzü kızaran, terbiyeli, efendi

i. kızarma

Examples
Nicholas blushed when he saw Mary naked.
Nicholas Mary’yi çıplak görünce kızardı.
At the first blush, it seems an excellent plan.
İlk bakışta harika bir plan gibi görünüyordu.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
23
Q

contemplate

A

contemplate
f. tasarlamak; niyet etmek; düşünmek; seyretmek, süzmek, dalmak

Examples
He contemplated taking a trip to Paris.
Paris'e bir gezi yapmayı düşündü.
I'm contemplating this option.
Ben bu seçeneği düşünüyorum.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
24
Q

breed

A

breed
f. doğurmak, çoğalmak, yavrulamak; yetiştirmek, beslemek; çiftleşmek, üretmek

i. cins, soy, nesil, tür

Examples
What's your favorite breed of dog?
Favori köpek ırkın nedir?
The British captured Breed's Hill.
ingilizler Breed's Hill'i ele geçirdi.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
25
Q

cordial

A

cordial
s. samimi, candan, içten; kâlbe güç veren

i. canlandırıcı ilaç, uyarıcı madde; likör, tatlı içecek

Examples
You tell your employer, if he ever wastes my time like this again, our next meeting will not be so cordial.
Patronuna söylersin, eğer bir daha zamanımı yine böyle boşa harcarsa, gelecek toplantımız böyle samimi olmayacak.
The cherry cordials are her favorites out of the whole chocolate box.
Bütün çikolata kutusunun dışında kiraz likörleri onun gözdeleridir.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
26
Q

drown

A

drown
f. boğmak, suda boğulmak, suda boğmak, bastırmak, dağıtmak

i. boğma

Examples
If you go into the deep water you may drown.
Derin suya girersen boğulabilirsin.
He saved a little boy from drowning.
Küçük bir çocuğu boğulmaktan kurtardı.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
27
Q

stern

A

stern
i. kıç, arka taraf

s. arka, sert, katı, şiddetli, inatçı, acımasız, haşin, amansız, kıç

Examples
Our greatest responsibility is not to be pencils of the past.
Robert A. M. Stern
En büyük sorumluluğumuz geçmişin kalemleri olmamaktır.
Silvia had a stern father who never praised her.
Silvia’nın onu övmeyen sert bir babası vardı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
28
Q

bestow

A

bestow
f. vermek, bağışlamak, hediye etmek, yerine koymak

Examples
He bestowed a large amount of money on the institute.
Enstitüye büyük miktarda para bağışladı.
The college bestowed an honorary degree on him.
Üniversite ona fahri doktora unvanı verdi.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
29
Q

diversion

A

diversion
i. ilgisini başka tarafa çekme, dikkatini dağıtma, saptırma; şaşırtma; yanıltma; oyalama, eğlence

Examples
We need a diversion.
Bir oyalamaya ihtiyacımız var.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
30
Q

feeble

A

feeble
s. kuvvetsiz, zayıf, güçsüz, cılız, çelimsiz, eli ayağı tutmayan, çürük, kötü, hafif

Examples
To crush the feeble intellect of the unhappy old man, to force him to abjure his faith, and thus prevent him from being restored to his position in the East.
Mutsuz yaşlı adamın zayıf iradesini ezmek, onu bağlılığından vazgeçirmek ve böylece Doğudaki görevine yeniden atanmasını engellemek.
Happiness is a feeble flower.
Mutluluk kırılgan bir çiçektir.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
31
Q

strap him down

A

bağla onu

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
32
Q

disembowel

A

disembowel

f. bağırsaklarını çıkarmak; içini temizlemek

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
33
Q

vessel

A

vessel
i. kap, tas, damar, kanal, alet, tekne, gemi

Examples
A blood vessel burst inside his brain.
Beyninde bir kan damarı patladı.
Our best bet is to defuse the motion sensor and get this off site in a blast containment vessel before it vaporizes the block.
İddiamız, hareket sensörünü etkisiz hale getirip bu yerleşim alanını tüm blok buharlaşmadan önce çok büyük ve emin bir gemiye taşımak.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
34
Q

giraffe

A

giraffe
i. zürafa

Examples
A giraffe extends its neck to get food.
Bir zürafa yiyeceğini almak için boynunu uzatır.
Zebras and giraffes are found at a zoo.
Zebralar ve zürafalar bir hayvanat bahçesinde bulundular.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
35
Q

eunuch (unik)

A

eunuch

i. haremağası, hadım

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
36
Q

intricacy (intrikasi)

A

intricacy
i. karışıklık, karmakarışıklık, anlaşılmazlık

Examples
The investigator tried to figure out the intricacies of the crime.
Dedektif suç inceliklerini anlamaya çalıştı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
37
Q

ripped

A

ripped
s. sökülmüş

Examples
Nicholas sometimes rips off his customers.
Nicholas bazen müşterilerinden fahiş fiyat ister.
He ripped up all her letters and photos.
Tüm mektuplarını ve fotoğraflarını yırttı.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
38
Q

sleeve

A

sleeve
i. kol (giysi), yen, kol, kol düzeni, ek bileziği, zıvana

Examples
The coat has sleeves and keeps me warm.
Paltomun kolları uzun olduğundan beni ısıtır.
His sleeve touched the greasy pan.
Onun kolu yağlı tavaya dokundu.
How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
39
Q

jabber

A

jabber
f. hızlı konuşmak, çabuk ve anlaşılmaz konuşmak, ağzında yuvarlamak

i. hızlı konuşma

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
40
Q

blatant

A

blatant
s. gürültücü, yaygaracı; bariz, besbelli olan

Examples
That’s a blatant lie.
Bu bariz bir yalan.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
41
Q

dung

A

dung
f. gübrelemek

i. gübre

42
Q

tribute

A

tribute
i. devletin devlete barış için ödediği para, haraç, hürmet, takdir, övgü, işçinin payına düşen maden

Examples
The czar was always sending us commands - you shall not do this and you shall not do that - till there was very little left that we might do, except pay tribute and die.
Mary Antin
Haraç ödemek ve ölmekten başka, yapacağımız çok az şey kalıncaya kadar, Sezar bize herzaman emirler gönderiyordu;bunu yapmayacaksınız, şunu yapmayacaksınız..
I should like to pay tribute to those who sacrificed their life our case.
Davamız uğruna canlarını verenlere şükranlarımı sunarım.

43
Q

womb

A

womb

i. rahim, dölyatağı, kaynak, köken

44
Q

heel

A

heel
f. topuğunu yere vurarak dans etmek, topuk takmak, dizinin dibinden ayrılmamak, topuk pası vermek, yana yatmak (gemi), yana yatırmak (gemi)

i. topuk, ökçe, golf sopası ucu, kalleş, aşağılık kimse, alçak

Examples
The dog was walking at his heels.
Köpek onun topuklarında yürüyordu.
He's head over heels in love with Mary.
O Mary'ye sırılsıklam aşık.
45
Q

dash

A

dash
f. vurmak, çarpmak, karalamak, atmak, savurmak, parçalamak, püskürtmek, fışkırtmak, sıçratmak, yıkmak, cesaretini kırmak, düş kırıklığina uğratmak, dolaştırmak, atılmak, fırlamak, savrulmak, lanet etmek

i. hızlı koşma; hücum, saldırı, ataklık; atılganlık; hamle, atılma; darbe, vurma; tire; bir tutam, bir yudum, bir damla; gösteriş; kısa mesafeli koşu

Examples
Mother called and I dashed home.
Annem çağırınca hemen eve koştum.
He dashed to catch the last train.
Son trene yetişmek için hızlı koştu.
46
Q

imprecise

A

imprecise
s. 1. kesin olmayan. 2. dikkatsiz, titiz olmayan, özensiz.

Examples
It's so imprecise.
Çok kesin değil.
We were imprecise.
Biz dikkatsizdik.
47
Q

diary

A

diary
i. günlük, hatıra defteri, ajanda; jurnal

Examples
Takeshi keeps a diary in English.
Takeshi ingilizce bir günlük tutar.
I must write in my diary every day.
Her gün günlüğüme yazmalıyım.
48
Q

condemn

A

condemn
f. kınamak, ayıplamak; suçlamak; mahkum etmek, çarptırmak, hüküm vermek; el koymak; kamulaştırmak; istimlak etmek

Examples
The judge condemned him to death.
Yargıç onu ölüme mahkum etti.
This building has been condemned.
Bu bina istimlak edildi.
49
Q

cling

A

cling
f. yapışmak, sarılmak; bağlanmak, sadık kalmak; tırmanmak, tutunmak

Examples
The boy is clinging to his mother.
Çocuk annesine tutunuyor.
That child was clinging to his mother.
O çocuk annesine sarılıyordu.
50
Q

relic

A

relic
i. kalıntı, eski eser, yadigâr, hatıra, kutsal emanet

Examples
We discovered relics of an ancient civilisation.
Eski bir uygarlıkla ilgili kalıntılar bulduk.

51
Q

spolied

A

şımarık

52
Q

joint

A

joint
f. birleştirmek, bitiştirmek, eklemek

i. birleşme yeri, esrar, ek yeri, eklem, ot, mafsal, batakhane, esrarlı sigara
s. müşterek, ortaklaşa, birlikte, ortak, birleşik, birleşmiş

Examples
The knee is the body's largest joint.
Diz vücudun en büyük eklemidir.
They made a joint decision to divorce.
Boşanmak için ortak bir karar aldılar.
53
Q

ripe

A

ripe
s. olgun, olmuş, dinlendirilmiş, ergin, bekletilmiş, pişkin, erişkin, görmüş geçirmiş, kemâle ermiş, uygun, hazır, ameliyata hazır (apse), açık saçık, müstehcen, sulu

Examples
Cherries are ripe in June or July.
Kirazlar haziran ve temmuz ayında olgunlaşır.
Are you green and growing or ripe and rotting?
Ray Kroc
Ham ve büyüyen misin yoksa olgun ve çürüyen misin?

54
Q

embark

A

embark
f. bindirmek, uçağa yüklemek, yolcu almak, uçağa binmek, uçağa bindirmek, yüklemek, yatırmak, yüklenmek, girişmek, kalkışmak, atılmak

Examples
Tomorrow the ship embarks for San Francisco for her final voyage.
Yarın gemi, son deniz yolculuğunu yapmak üzere San Francisco’ya doğru yola çıkacak.
I’m about to embark on a journey around the world.
Dünyanın çevresinde seyahate başlamak üzereyim

55
Q

enterprise

A

Enterprise
i. girişim, atılım, girişkenlik, teşebbüs, kuruluş, atılganlık, cesaret

Examples
Change the free enterprise stuff. We need concrete examples. The postal service?
Serbest girişimcilik saçmalığını değiştir. Elle tutulur örneklere ihtiyacımız var. Mesala posta hizmeti?
Tell me, honestly…don’t you think it’s rather unwise to continue this philanthropic enterprise?
bana adam gibi anlat ( dürüstçe). bunun gerçekten hayırsever bir işletme (kuruluş) olduğunu düşünüyormusun ?

56
Q

envious

A

envious
s. gıpta eden, kıskanan, kıskanç

Examples
I’m envious of you because you have a good boss.
iyi bir patronun olduğu için seni kıskanıyorum.
Sitting next to me, my father would say, ‘If I could Tibby, I would gather those diamonds and make you a headdress so dazzling that even Isis herself would be envious!”.
Babam yanıma oturup, ‘Eğer imkanım olsaydı Tibby, şu elmasları toplar ve sana Isis’in bile kıskanacağı büyüleyici bir taç yapardım!” derdi.

57
Q

knack for

A

uğraşmak

58
Q

court

A

court
f. kur yapmak, yaltaklanmak; istemek; aranmak, davet etmek

i. mahkeme; avlu, dar sokak; kort, oyun alanı; saray, konak, saray halkı; oturum, celse; hükümdarlık, saltanat, kur, toplantı

Examples
The garden which is in front of the house has a tennis court.
Evin önündeki bahçede bir tenis kortu vardır.
He was summoned to appear in court.
Mahkemeye çağrıldı.

59
Q

perk

A

perk
f. canlanmak, neşelenmek, kendine gelmek, dikmek, kaldırmak, başını dikmek

i. maaştan hariç kazanılan para, ek ödeme, ikramiye, tip

Examples
Tom will perk up.
Tom sağlığına kavuşacak.

60
Q

crossover

A

crossover

i. geçit; genetik değişim, değişime uğratılmış karekteristik yapı; aşma, atlama

61
Q

nomad

A

nomad
s. göçebe

Examples
The pre-Islamic Arabs were nomads.
İslam öncesi Araplar göçebeydiler.

62
Q

blizzard

A

blizzard
i. kar fırtınası, tipi

Examples
We had a blizzard.
Tipi oldu.
We were caught in a blizzard.
Tipiye yakalandık.
63
Q

prodigy

A

prodigy
i. olağanüstü şey, mucize, harika, dahi

Examples
Tom is a child prodigy.
Tom harika bir çocuk.
He truly is a prodigy.
O, gerçekten bir dahidir.
64
Q

stumble upon

A

stumble upon

rastlamak, tesadüfen bulmak

65
Q

trifled with

A
Examples
The commander is not to be trifled with.
Komutan nasıl eğlenileceğini bilmiyor.
Tom is not to be trifled with.
Tom, onunla dalga geçilecek biri değil.
66
Q

slay

A

slay
f. öldürmek, katletmek, katliam yapmak

Examples
This is the part of the story where our knight is slaying the dragon.
Bu hikayedeki şovalyemizin ejderhayı öldüren bölümdür.
He was slain by Achilles, his body dragged around the walls of Troy.
Achilles tarafından öldürüldü, ve bedeni Truva’nın surları boyunca sürüklendi.

67
Q

riddance

A

riddance
i. kurtulma, başından atma

Examples
Good riddance!
Hele şükür gittiler!

68
Q

faint

A

faint
f. bayılmak, bitkin düşmek, hali kalmamak

i. bayılma, baygınlık
s. baygın, bitkin, halsiz, bir parça, zayıf, soluk, sönük, uçuk, belli belirsiz, ürkek, korkak, çekingen, cesaretsiz

Examples
The sound of shouting grew faint.
Bağırma sesi giderek zayıfladı.
She felt faint at the sight of blood.
Kanı görünce bayılacak gibi hissetti.
69
Q

as if

A

as if
sözde, sanki

Examples
Live every day as if it were your last, do every job as if you were the boss, drive as if all other vehicles were police cars, treat everybody else as if he were you.
Her günü son gününmüş gibi yaşa Her işi patronmuşsun gibi yap, diğer bütün arabalar polis arabasıymış gibi araba sür, herkese kendine davranıyormuş gibi davran.
He speaks as if he were an American.
Sanki bir Amerikalıymış gibi konuşur.

70
Q

plead

A

plead
f. savunmak, müdafaa etmek, savunma yapmak, dava açmak, rica etmek, dilemek, yalvarmak, bahane etmek, mazeret göstermek, açıklamak, duyurmak, avukatlığını yapmak

Examples
She pleaded with him to not leave.
O ona gitmemesi için yalvardı.
He pleaded with the judge for mercy.
Merhamet için yargıca yalvardı.
71
Q

get used

A

Alışmak

Examples
Nicholas got used to working with Mary.
Nicholas Mary ile çalışmaya alışkındı.
You'll get used to it in no time.
Ona çabucak alışacaksın.
72
Q

amulet

A

amulet
i. nazarlık, nazar boncuğu; tılsım, muska

Examples
Nicholas thought that the amulet would protect him from witches.
Nicholas muskanın kendisini cadılardan koruyacağını düşünüyordu.
An amulet of gold encircled her upper arm and her belt was studded with jewels of many colours.
Kolunun üst tarafını altından bir halka çevreliyordu ve beli renkli mücevherlerle donatılmıştı.

73
Q

vulture

A

vulture
i. akbaba, kerkenez, açgözlü kimse

Examples
He’s waiting for you to pass out. All nephews are vultures. I know, but don’t say a word. When he shows up with flowers and says:’Hello, Aunt Lydie ‘today you’re in great shape’ I know he wants my house
Ölmenizi bekler. Tüm yeğenler akbabalardır. Biliyorum, ama tek bir kelime etme. Elinde çiçeklerle gelip bana ‘merhaba, Lydie hala, bugün harika görünüyorsun’ dediğinde biliyorum ki evimi istiyor.
It’s not just humans. When male tigers are locked up together one winds up on the other’s. Lions, tigers, scorpions, rats.. even vultures when they’re in captivity.
Sadece insanlar değil. Erkek kaplanlar beraberce hapsedildiklerinde, biri çok sinirlenerek diğerine saldırır. Aslanlar, kaplanlar, akrepler, hatta esaret altındayki akbabalar..

74
Q

pluck out

A

koparmak

75
Q

handedly

A

başına

76
Q

wield

A

wield
f. kullanmak

Examples
Tempering is not the main thing. The strength of a sword is measured by the arm that wields it!
Çeliği sertleştirme işlemi asıl mesele değil. Bir kılıcın gücü onu kullanan kolla ölçülür!

77
Q

devastating

A

devastating
s. ezici, tahrip edici, yıkıcı, çarpıcı, müthiş, etkileyici

i. tahrip etme

Examples
Natural disasters can be devastating.
Doğal felaketler yıkıcı olabilir.
The plague has devastated entire cities.
Bela bütün şehri mahvetti.
78
Q

summon

A

summon
f. çağırmak, çağırtmak, çağrı yapmak, gelmesini emretmek, celp etmek, toplamak

Examples
He was summoned to appear in court.
Mahkemeye çağrıldı.
Summon up your courage and tell the truth.
Cesaretini topla ve gerçeği söyle.
79
Q

slaughter

A

slaughter
f. kesmek, boğazlamak, kılıçtan geçirmek, katletmek, toplu katliam yapmak, mahvetmek, bozguna uğratmak

i. kesim, kırım, katliam, kıyım, toplu katliam, kan dökme, mahvetme, bozguna uğratma

Examples
Millions of young men went off to war like lambs to the slaughter.
Milyonlarca genç mezbahaya giden koyunlar gibi savaşa gitti.
I may well go to the monastery like a bear, to slaughter calves on the altar.
Ben de pekala bir ayı gibi manastıra gidip, kurban taşının üstünde danaları kesebilirim.

80
Q

shore

A

shore
f. destek olmak, desteklemek, kanıtlamak, payanda vurmak

i. sahil, deniz kıyısı, deniz kenarı, kıyı, kara, dayanak, destek, payanda

Examples
The boat anchored near the shore.
Tekne kıyıya yakın demir attı.
We walked along the shore of the lake.
Göl kıyısı boyunca yürüdük.
81
Q

infirmary

A

infirmary
i. revir, hastane

Examples
You had better go to the infirmary.
Revire gitsen iyi olur.
You'd better go to the infirmary.
Sen revire gitsen iyi olur.
82
Q

stimulant

A

stimulant
i. uyarıcı, uyarıcı ilaç, içki, tahrik eden şey

s. uyarıcı, canlandırıcı, uyaran

Examples
It turned out that some Russian athletes have used a new stimulant called ‘meldonium’.
Bazı Rus sporcuların ‘Meldonyum’ adı verilen yeni bir uyarıcı kullandıkları ortaya çıktı.

83
Q

tenfold

A

tenfold

s. on kat, on misli

84
Q

keepsake

A

keepsake

i. hatıra

85
Q

vulnerable

A

vulnerable
s. yaralanabilir, kolay incinir, zedelenebilir, savunmasız, eğilimli

Examples
The exorcism was never completed Valek was left vulnerable, able to survive only at night.
Şeytan çıkarma töreni hiçbir zaman tamamlanmadı. Valek zayıf bir halde, sadece gece hayatta kalabilecek şekilde bırakıldı.
I’m petrified. I’m vulnerable. I felt like just a prisoner to my own fame. That’s why I wanted to die
Taş kesildim. Ben zayıfım. Kendi şöhretim içinde bir tutsak gibiyim. Bu yüzden ölmek istedim.

86
Q

wrath

A

wrath
i. öfke, gazap, hiddet

Examples
You do not want to incur the wrath of God.
Sen Tanrının gazabına uğramak istemezsin.
-They serve you more than your spouse
-I do not believe you can thus appease my wrath
-Sana, kendi eşinin verdiği hizmetten daha iyi bir hizmet veriyorlar.
-Öfkemi böyle yatıştırmaya çalışmana inanamıyorum.

87
Q

stance

A

stance
i. duruş, durum, vaziyet

Examples
The volatile course of Turkey-EU relations, along with the perception that politicians and citizens in EU member states oppose Turkey’s membership, cause Turkish public to take a reactive stance on EU membership.
Türkiye-AB ilişkilerindeki dalgalı seyir ve AB üyesi ülkelerin siyasetçi ve vatandaşlarının Türkiye’nin üyeliğine karşı oldukları şeklindeki algı Türk kamuoyunun AB üyeliğine ilişkin tepkisel bir tutum sergilemesine neden olmaktadır.
He had a strong stance on the subject.
Konuyla ilgili güçlü bir duruşu vardı.

88
Q

nomads

A

nomad
s. göçebe

Examples
The pre-Islamic Arabs were nomads.
İslam öncesi Araplar göçebeydiler.

89
Q

fugitive

A

fugitive
i. kaçak, firari, mülteci

s. kaçak, kaçan, çabuk geçen, geçici, kısa ömürlü

Examples
The fugitive crossed the river.
Kaçak nehri geçti.
The fugitive is armed and dangerous.
Kaçak, silahlı ve tehlikelidir.
90
Q

badger

A

badger
f. kızdırmak, gücendirmek, rahatsız etmek, rahat vermemek, başının etini yemek (Argo); yakasını bırakmamak

i. porsuk

Examples
Badgers dig deep holes.
Porsuklar derin çukurlar kazarlar.
Stop badgering me.
Başımın etini yemeyi bırak.
91
Q

elaborate

A

elaborate
f. özen göstermek, üzerinde durmak, ayrıntılara inmek, açmak

s. özenli, dikkatle hazırlanmış, ayrıntılı

Examples
Nicholas' explanation is very elaborate.
Nicholas'ın açıklaması çok ayrıntılı.
She made elaborate preparations for the party.
Parti için özenli hazırlıklar yaptı.
92
Q

monument

A

monument
i. anıt, abide

Examples
Wyoming was the first national monument erected in this country by Theodore Roosevelt in 1915.
Wyoming, bu ülkede 1915’te Theodore Roosevelt tarafından inşa edilen ilk ulusal anıttı.
On our way to the hotel we saw parks, bridges, monuments and a big church.
Otele giderken parklar, köprüler, anıtlar ve büyük bir kilise gördük.

93
Q

stronghold

A

stronghold
i. kale, iyi korunan yer, sığınak

Examples
Tonight your escorts come to take you to our stronghold. I would gladly lay down my life to save yours.
Bu gece korumalarınız sizi bizim kaleye götürmeye geliyorlar. Ben de zevkle sizin hayatınızı kurtarmak için kendi hayatımı sunuyorum.

94
Q

curfew

A

curfew
i. sokağa çıkma yasağı; karatma zamanı; yat borusu; karartma zili

Examples
Given Lux’s failure to make curfew, everyone expected a crackdown.
Lux’un eve dönüş saatini tutturamayışı yüzünden herkes bir facia bekliyordu.
A curfew was imposed on the city.
Şehirde sokağa çıkma yasağı konuldu.

95
Q

sewer

A

sewer
i. dikişçi, lağım

Examples
I was in the storm sewer under my house. There’s all these tunnels.
Evimin altındaki fırtına kanalındaydım. Orada pek çok tünel var.
He can get into anyone’s basement through the storm sewers.
O istediği kişinin bodrumuna girebiliyor, fırtına kanalları sayesinde.

96
Q

procession

A

procession
i. alay, tören alayı, geçit töreni, kafile

Examples
The mayor walked at the head of the procession.
Belediye başkanı geçit töreninin başında yürüdü.
That night as the Roman supply train rolled out of Alexandria, a muffled laugh could be heard from the third cart in the procession.
O gece Roma ikmal treni İskenderiye’den çıkarken, geçitteki üçüncü arabadan gülüşmeler duyulabiliyordu.

97
Q

agile

A

agile
s. çevik, atik, kıvrak; becerikli

Examples
Tom is surprisingly agile.
Tom beklenmedik biçimde çevik.

98
Q

nimble

A

nimble
s. çabuk, tez, atik, tetik, uyanık, açıkgöz, çevik

Examples
He has a nimble mind.
Onun çevik bir zekası var.
Squirrels are nimble in climbing trees.
Sincaplar ağaçlara tırmanmada çabuktur.
99
Q

fathom

A

fathom
f. derinliğini ölçmek, derinine inmek, içyüzünü araştırmak, anlamak, kavramak

i. kulaç (1.83 m.), anlama, kavrama

Examples
And that we couldn’t fathom them at all.
ve aslında onları hiç anlayamadığımızı da.

100
Q

bleak

A

bleak
i. inci balığı, tatlısu sardalyası

s. soğuk, rüzgâr alan, rüzgârlı; çıplak; umutsuz, kasvetli, üzgün

Examples
The economic situation is very bleak.
Ekonomik durum çok iç karartıcı.
The outlook is bleak.
Görünüm kasvetli.