Trennbare Verben Flashcards
(120 cards)
anstreichen
Türkçe Anlamı:
1. Boyamak (Bir yüzeyi, genellikle duvarı veya başka bir yüzeyi, bir boya ile kaplamak.)
2. Vurgulamak, altını çizmek (Önemli bir şeyi belirtmek veya dikkat çekmek için kullanılır.)
Almanca Anlamı:
• (Eine Oberfläche mit Farbe bedecken, z. B. Wände oder Möbel) – Bir yüzeyi boya ile kaplamak, örneğin duvarları veya mobilyaları boyamak.
• (Etwas besonders betonen oder hervorheben) – Bir şeyi özellikle vurgulamak veya belirtmek.
İngilizce Anlamı:
• To paint
• To underline, to emphasize
⸻
1. Ich muss die Wände im Wohnzimmer anstreichen, weil die Farbe verblasst ist. • Oturma odasındaki duvarları boyamam gerekiyor çünkü renk solmuş. 2. In der Besprechung hat er mehrmals die Wichtigkeit des Projekts angestrichen. • Toplantıda, projenin önemini defalarca vurguladı. 3. Sie wollte das Fensterrahmen anstreichen, aber sie hatte keine Zeit dafür. • Pencere çerçevelerini boyamak istedi, ama buna zamanı yoktu. 4. Der Maler hat die Tür in einem schönen Blau angestrichen. • Ressam kapıyı güzel bir maviye boyadı. 5. In seinem Bericht hat er die finanziellen Schwierigkeiten des Unternehmens angestrichen. • Raporunda şirketin mali zorluklarını vurguladı.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Abkratzen (kazımak, temizlemek)
• Verblassen (solmak, renk kaybolmak)
• Entfernen (kaldırmak, silmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Bemalen (boyamak)
• Markieren (işaretlemek, vurgulamak)
• Hervorheben (öne çıkarmak, belirtmek)
abschließen
Türkçe Anlamı:
1. Tamamlamak, bitirmek (Bir işi veya süreci sona erdirmek.)
2. Kilitlemek, kapatmak (Bir şeyi güvence altına almak için kapalı hale getirmek.)
3. Sonuçlandırmak (Bir anlaşmayı veya sözleşmeyi bitirip sonlandırmak.)
Almanca Anlamı:
• (Beenden oder zu Ende führen, etwas abschließen) – Bir şeyi bitirmek veya tamamlamak.
• (Etwas verschließen, zum Beispiel ein Schloss benutzen) – Bir şeyi kilitlemek veya kapalı hale getirmek.
• (Ein Vertrag oder eine Vereinbarung abschließen) – Bir sözleşmeyi veya anlaşmayı sonlandırmak.
İngilizce Anlamı:
• To finish
• To lock
• To conclude, to complete
⸻
1. Wir haben den Vertrag gestern endlich abgeschlossen. • Sözleşmeyi dün sonunda imzaladık. 2. Er hat das Studium nach fünf Jahren erfolgreich abgeschlossen. • Beş yılın sonunda eğitimi başarıyla tamamladı. 3. Vergiss nicht, die Tür abzuschließen, bevor du gehst. • Gitmeden önce kapıyı kilitlemeyi unutma. 4. Das Unternehmen hat die Verhandlungen erfolgreich abgeschlossen. • Şirket müzakereleri başarıyla tamamladı. 5. Nach dem Treffen müssen wir das Projekt abschließen. • Toplantıdan sonra projeyi tamamlamamız gerekiyor.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Beginnen (başlamak)
• Öffnen (açmak)
• Fortsetzen (devam etmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Beenden (bitirmek, tamamlamak)
• Abschließen (tamamlamak, bitirmek)
• Schließen (kapatmak, kilitlemek)
anschließen
Türkçe Anlamı:
1. Bağlamak, eklemek (Bir şeyi başka bir şeye bağlamak veya bir gruba katılmak.)
2. Katılmak, aynı fikirde olmak (Bir görüşe, plana veya hareketine katılmak.)
3. Bitirilen bir şeye dahil olmak (Bir şeyi sonlandırdıktan sonra, o şeye katılmak veya devam etmek.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas verbinden oder anfügen, z. B. ein Gerät an den Computer anschließen) – Bir şeyi başka bir şeyle bağlamak veya eklemek.
• (Sich einer Gruppe oder einem Plan anschließen) – Bir gruba veya plana katılmak.
• (Nach einer bestimmten Aktivität teilnehmen oder etwas fortführen) – Belirli bir etkinlikten sonra katılmak veya devam etmek.
İngilizce Anlamı:
• To connect, to attach
• To join, to affiliate with
• To follow, to agree with
⸻
1. Kannst du das Kabel an den Drucker anschließen? • Kabloyu yazıcıya bağlayabilir misin? 2. Nach dem Vortrag schloss sich das Publikum der Diskussion an. • Konferansın ardından seyirciler tartışmaya katıldılar. 3. Ich möchte mich dem Team anschließen, um am Projekt zu arbeiten. • Proje üzerinde çalışmak için takıma katılmak istiyorum. 4. Sie schloss sich der Gruppe an, um an der Wohltätigkeitsveranstaltung teilzunehmen. • Hayır etkinliğine katılmak için gruba katıldı. 5. Nach dem ersten Teil des Trainings werden wir uns mit dem nächsten Thema anschließen. • Eğitim kısmının ilk bölümünü bitirdikten sonra bir sonraki konuya geçeceğiz.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Trennen (ayırmak, bölmek)
• Abschließen (bitirmek, sonlandırmak)
• Verlassen (terk etmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Verbinden (bağlamak, birleştirmek)
• Mitmachen (katılmak, iştirak etmek)
• Beitreten (katılmak, üye olmak)
einschließen
Türkçe Anlamı:
1. İçine almak, dahil etmek (Bir şeyin içine birini veya bir şeyi dahil etmek.)
2. Kapsamak, içine almak (Bir durumu veya grubu kapsamak veya bir şeyin içinde yer almak.)
3. Kilitlemek, kapatmak (Bir şeyi bir yerin içine kilitlemek veya kapanmasını sağlamak.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas in etwas hineinnehmen oder inkludieren) – Bir şeyi başka bir şeyin içine almak veya dahil etmek.
• (Etwas in etwas einbeziehen, z. B. eine Gruppe von Personen) – Bir durumu, kişi ya da grubu kapsamak.
• (Etwas verschließen oder einrahmen, z. B. ein Zimmer abschließen) – Bir şeyi kapatmak veya kilitlemek.
İngilizce Anlamı:
• To include, to encompass
• To lock in, to enclose
• To comprise, to take in
⸻
1. Der Preis für das Ticket schließt die Eintrittskosten für das Museum ein. • Biletin fiyatı, müze giriş ücretini içeriyor. 2. Die Umfrage schließt alle Altersgruppen ein. • Anket, tüm yaş gruplarını kapsıyor. 3. Um die Wohnung zu sichern, muss man alle Fenster einschließen. • Evi güvence altına almak için tüm pencereleri kapatmak gerekir. 4. In diesem Vertrag sind auch alle zusätzlichen Kosten eingeschlossen. • Bu sözleşmede ek ücretler de dahil edilmiştir. 5. Wir sollten alle wichtigen Informationen in den Bericht einschließen. • Tüm önemli bilgileri rapora dahil etmeliyiz.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Ausschließen (dışlamak, hariç tutmak)
• Freilassen (serbest bırakmak, salıvermek)
• Entfernen (kaldırmak, çıkarmak)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Integrieren (bütünleştirmek, dahil etmek)
• Kombinieren (birleştirmek)
• Einbeziehen (dahil etmek, içine almak)
ausschließen
Türkçe Anlamı:
1. Hariç tutmak, dışlamak (Birini veya bir şeyi bir grup veya durumdan dışlamak.)
2. Bir şeyin mümkün olmadığını kabul etmek, imkansızlaştırmak (Bir durumu, olayı veya olasılığı göz önünden çıkarmak.)
3. Kapatmak, engellemek (Bir şeyin yapılmasını engellemek veya bir yere girmeyi yasaklamak.)
Almanca Anlamı:
• (Jemanden oder etwas von einer Gruppe oder einer Situation ausschließen) – Birini ya da bir şeyi bir gruptan veya durumdan dışlamak.
• (Etwas als nicht möglich oder wahrscheinlich betrachten und daher nicht in Betracht ziehen) – Bir durumu imkansız kabul edip dışarıda bırakmak.
• (Einen Zugang oder eine Möglichkeit blockieren) – Bir yere giriş veya bir fırsatın önünü kapamak.
İngilizce Anlamı:
• To exclude, to leave out
• To rule out, to eliminate
• To shut out, to block
⸻
1. Wir dürfen niemanden aufgrund seiner Herkunft ausschließen. • Hiçbirini kökenine göre dışlayamayız. 2. Der Verdächtige wurde aus der Untersuchung ausgeschlossen. • Şüpheli, soruşturma dışı bırakıldı. 3. Es ist schwer, diese Möglichkeit auszuschließen. • Bu olasılığı dışlamak zor. 4. Die Teilnehmerzahl ist auf 20 Personen begrenzt, also müssen wir leider einige Teilnehmer ausschließen. • Katılımcı sayısı 20 kişiyle sınırlı, bu yüzden maalesef bazı katılımcıları dışlamak zorundayız. 5. Wenn du die Grundregel nicht beachtest, wirst du von der Gruppe ausgeschlossen. • Temel kurala uymadığın takdirde gruptan dışlanırsın.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Einbeziehen (dahil etmek)
• Integrieren (bütünleştirmek)
• Akzeptieren (kabul etmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Ausklammern (hariç tutmak)
• Verdrängen (dışlamak, engellemek)
• Abweisen (geri çevirmek, reddetmek)
abziehen
Türkçe Anlamı:
1. Çekmek, sıyırmak (Bir şeyi bir yerden çekip çıkarmak veya kaldırmak.)
2. Çıkarmak, kesmek (Bir şeyin üzerinden bir kısmını almak veya düşürmek.)
3. Geri almak, alıkoymak (Bir miktar parayı, değerini veya kazancı geri almak.)
4. Çıkartmak, silmek (Bir şeyin üzerinden iz bırakmadan bir şeyin ortadan kaldırılması.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas von einer Fläche abnehmen, z. B. einen Fleck abziehen) – Bir şeyi bir yüzeyden almak veya çıkarmak.
• (Von einem Wert oder einer Zahl etwas abziehen) – Bir değerden veya sayıdan bir şey çıkarmak.
• (Eine bestimmte Menge an Geld oder Vorteil abziehen) – Belirli bir miktar para veya avantajı kesmek veya almak.
• (Etwas entfernen oder abtragen) – Bir şeyi kaldırmak veya çıkarmak.
İngilizce Anlamı:
• To subtract, to deduct
• To remove, to take off
• To pull off, to peel off
• To withdraw
⸻
1. Ich muss den Preis um 10 Euro abziehen, weil es einen Rabatt gibt. • Fiyattan 10 Euro düşürmem gerekiyor çünkü bir indirim var. 2. Er hat die Farbe von der Wand abgezogen. • O, duvardaki boyayı sıyırdı. 3. Von deinem Gehalt wird eine Steuer abgezogen. • Maaşından vergi kesilecektir. 4. Die Polizei hat den Verdächtigen von der Liste der Zeugen abgezogen. • Polis, şüpheliyi tanıklar listesinden çıkardı. 5. Du kannst die Steuern von den Einnahmen abziehen. • Gelirden vergileri çıkarabilirsin.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Hinzufügen (eklemek)
• Einbeziehen (dahil etmek)
• Auftragen (sürmek, uygulamak)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Abschöpfen (çekmek, almak)
• Abziehen (kesmek, düşürmek)
• Ausschütten (boşaltmak, dağıtmak)
einlegen
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi bir yere yerleştirmek, koymak (Bir şeyin belirli bir yere yerleştirilmesi veya eklenmesi.)
2. Turşu yapmak, salamura etmek (Gıdaların tuzlu suya veya sirkeye konularak muhafaza edilmesi.)
3. Bir şeyi, bir durumu veya bir işlemeyi başlatmak (Bir işlem, protesto veya başvuru gibi bir şeyin yapılması.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas an einen bestimmten Ort legen oder hineintun) – Bir şeyi belirli bir yere koymak veya yerleştirmek.
• (Lebensmittel in eine Flüssigkeit wie Essig oder Salzlösung legen, um sie zu konservieren) – Gıdaları muhafaza etmek amacıyla tuzlu suya veya sirkeye koymak.
• (Eine Handlung beginnen, z. B. einen Protest einlegen) – Bir işlem veya protesto başlatmak.
İngilizce Anlamı:
• To insert, to place
• To pickle, to marinate
• To lodge, to file
⸻
1. Ich werde die Gurken in Essig einlegen, damit wir sie später essen können. • Salatalıkları sirkeye koyacağım, böylece onları sonra yiyebiliriz. 2. Er hat Einspruch gegen die Entscheidung eingelegt. • Karara itiraz etti. 3. Du musst das Papier in den Umschlag einlegen, bevor du es abschickst. • Mektubu göndermeden önce kağıdı zarfın içine yerleştirmen gerekiyor. 4. Die Ärztin hat ein Verfahren zur Untersuchung eingelegt. • Doktor, inceleme için bir işlem başlattı. 5. Ich möchte einige Vorschläge zur Verbesserung der Arbeitsbedingungen einlegen. • Çalışma koşullarını iyileştirmek için bazı önerilerde bulunmak istiyorum.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Entnehmen (çıkarmak, almak)
• Entfernen (kaldırmak, çıkarmak)
• Abziehen (çıkarmak, kesmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Hineinlegen (içeri koymak)
• Ablegen (bırakmak, koymak)
• Einfügen (eklemek, yerleştirmek)
ablegen
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi bir yere koymak veya bırakmak (Genellikle bir şeyin kullanılmadan önce veya sonra bir yere konulması.)
2. Üzerinden çıkarmak, soyunmak (Giysi, eşya veya bir şeyi üstten çıkarmak.)
3. Bir yükten kurtulmak, vazgeçmek (Fiziksel veya duygusal bir yükten, sorumluluktan kurtulmak.)
4. Bir gemiyi ya da aracı hareket ettirmek (Bir geminin ya da bir aracın hareket etmeye başlaması.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas an einen bestimmten Ort legen oder abstellen) – Bir şeyi belirli bir yere koymak veya bırakmak.
• (Kleidung oder Gegenstände abnehmen, um sich zu befreien) – Giysi veya nesneleri çıkararak kendini özgürleştirmek.
• (Von einer Aufgabe oder Verantwortung Abstand nehmen) – Bir görev veya sorumluluktan uzaklaşmak, vazgeçmek.
• (Ein Schiff oder Fahrzeug in Bewegung setzen) – Bir gemiyi veya aracı hareket ettirmek.
İngilizce Anlamı:
• To put down, to lay down
• To take off (clothes), to undress
• To discard, to abandon
• To launch (a ship or vehicle)
⸻
1. Er legte seinen Mantel auf den Stuhl. • Paltonu sandalyeye koydu. 2. Nach der Arbeit legte er seine Tasche ab. • İşten sonra çantasını bıraktı. 3. Sie musste ihr altes Leben ablegen, um neu zu beginnen. • Yeni bir başlangıç yapmak için eski hayatından vazgeçmek zorunda kaldı. 4. Das Schiff legte im Hafen ab. • Gemi, limanda hareket etti. 5. Ich werde meine Sorgen für einen Moment ablegen und mich entspannen. • Bir anlığına kaygılarımı bir kenara koyup rahatlayacağım.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Aufnehmen (almak, kabul etmek)
• Anlegen (koymak, yerleştirmek)
• Hinzufügen (eklemek, ilave etmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Abstellen (bırakmak, koymak)
• Ablehnen (reddetmek, kabul etmemek)
• Entfernen (kaldırmak, çıkarmak)
anlegen
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi bir yere yerleştirmek, koymak (Bir şeyin belirli bir yere konması veya yerleştirilmesi.)
2. Yatırım yapmak (Para, mal veya değerli bir şeyi yatırım amacıyla kullanmak.)
3. Kurmak, düzenlemek (Bir şeyin başlangıcını yapmak veya bir şey için plan oluşturmak.)
4. Bir giysi veya aksesuar takmak (Kıyafet veya başka bir şey takmak veya giymek.)
5. Bir gemiyi veya aracı demirlemek (Bir gemiyi veya başka bir aracı belirli bir yere bağlamak veya sabitlemek.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas an einen bestimmten Ort legen oder positionieren) – Bir şeyi belirli bir yere yerleştirmek veya yerleştirmek.
• (Geld oder Ressourcen investieren) – Para veya kaynakları yatırım yapmak için kullanmak.
• (Etwas einrichten oder gestalten) – Bir şeyin kurulumunu yapmak veya düzenlemek.
• (Kleidung oder Schmuck tragen) – Giysi veya takı takmak.
• (Ein Schiff oder Fahrzeug im Hafen anlegen) – Bir gemi veya aracı limanda demirlemek.
İngilizce Anlamı:
• To place, to lay down
• To invest, to commit
• To establish, to set up
• To wear (clothing or accessories)
• To dock, to moor (a ship or vehicle)
⸻
1. Ich habe mein Geld in Aktien angelegt, um von den Dividenden zu profitieren. • Paramı hisse senetlerine yatırdım, böylece temettülerden yararlanacağım. 2. Er hat einen schönen Garten angelegt. • Güzel bir bahçe düzenledi. 3. Der Kapitän wird das Schiff im Hafen anlegen. • Kaptan gemiyi limanda demirleyecek. 4. Sie hat einen eleganten Schmuck angelegt, um zum Galaabend zu gehen. • Gala gecesine gitmek için şık bir takı taktı. 5. Das Unternehmen plant, in neue Technologien anzulegen. • Şirket, yeni teknolojilere yatırım yapmayı planlıyor.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Ablegen (bırakmak, koymak)
• Entfernen (çıkarmak, kaldırmak)
• Verkaufen (satmak)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Investieren (yatırım yapmak)
• Einrichten (kurmak, düzenlemek)
• Anbringen (takmak, yerleştirmek)
abnehmen
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi bir yerden almak, çıkarmak (Bir şeyi yerinden almak veya kaldırmak.)
2. Kilo vermek (Vücut ağırlığının azalması.)
3. Bir yükü hafifletmek, azaltmak (Bir sorumluluğu veya yükü azaltmak.)
4. Telefonu açmak (Telefonu cevaplamak.)
5. Bir miktar azalmak, düşmek (Bir şeyin miktarının azalması.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas von einem Ort wegnehmen oder entfernen) – Bir şeyi bir yerden almak veya çıkarmak.
• (Gewicht verlieren) – Kilo vermek, vücut ağırlığının azalması.
• (Eine Verantwortung oder Last verringern) – Bir sorumluluğu veya yükü hafifletmek.
• (Das Telefon abheben und sprechen) – Telefonu açmak, konuşmaya başlamak.
• (Eine Zahl oder Menge wird geringer) – Bir miktarın veya sayının azalması.
İngilizce Anlamı:
• To take off, to remove
• To lose weight
• To reduce, to lighten
• To pick up the phone
• To decrease, to diminish
⸻
1. Er hat in den letzten Monaten 5 Kilo abgenommen. • Son birkaç ayda 5 kilo verdi. 2. Ich muss die schweren Kisten abnehmen, bevor wir umziehen. • Taşınmadan önce ağır kutuları kaldırmam gerek. 3. Sie hat mir das Paket abgenommen, weil ich es nicht tragen konnte. • Paketi benden aldı çünkü taşıyamıyordum. 4. Kannst du bitte das Telefon abnehmen? Es ist für dich. • Lütfen telefonu alır mısın? Senin için. 5. Die Temperaturen werden im Laufe des Tages abnehmen. • Sıcaklıklar gün boyunca azalacak.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Zunehmen (artmak, kilo almak)
• Anbringen (yerleştirmek, takmak)
• Erhöhen (arttırmak, yükseltmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Verlieren (kaybetmek, yitirmek)
• Reduzieren (azaltmak, küçültmek)
• Verringern (azaltmak, eksiltmek)
einnehmen
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi almak veya içmek (Bir ilaç, besin veya sıvı almak.)
2. Bir yeri ele geçirmek, işgal etmek (Bir bölgeyi, yeri veya alanı kontrol altına almak.)
3. Bir pozisyonu veya konumu almak (Bir görevde, pozisyonda yer almak.)
4. Para almak, gelir sağlamak (Bir yerden para kazanmak veya gelir elde etmek.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas einnehmen, z. B. Medikamente oder Nahrung) – Bir şeyi almak veya içmek (ilaç veya yiyecek gibi).
• (Ein Gebiet oder eine Stadt erobern oder kontrollieren) – Bir alanı, bölgeyi ele geçirmek veya kontrol altına almak.
• (Eine Position, eine Haltung einnehmen) – Bir pozisyon almak veya bir tavır benimsemek.
• (Geld oder Einnahmen aus einer Quelle erhalten) – Para almak, gelir sağlamak.
İngilizce Anlamı:
• To take, to ingest
• To occupy, to conquer
• To take a position, to assume
• To earn, to receive income
⸻
1. Ich muss meine Medikamente regelmäßig einnehmen, um gesund zu bleiben. • İlaçlarımı düzenli olarak almam gerekiyor, böylece sağlıklı kalabilirim. 2. Die Armee hat die Stadt nach langen Kämpfen eingenommen. • Ordu, uzun çatışmalardan sonra şehri ele geçirdi. 3. Er hat die Position des Geschäftsführers in der Firma eingenommen. • Şirkette CEO pozisyonunu üstlendi. 4. Das Unternehmen hat im letzten Jahr große Einnahmen erzielt. • Şirket geçen yıl büyük gelirler elde etti. 5. Sie hat eine kritische Haltung zu der neuen Politik eingenommen. • Yeni politika hakkında eleştirel bir tutum sergiledi.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Abgeben (vermek, teslim etmek)
• Verlieren (kaybetmek, yitirmek)
• Verlassen (terk etmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Einfüllen (doldurmak, almak)
• Erhalten (almak, elde etmek)
• Übernehmen (devralmak, üstlenmek)
annehmen
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi kabul etmek (Bir öneri, teklif veya daveti kabul etmek.)
2. Bir şeyin doğru olduğunu varsaymak (Bir şeyin doğru olduğuna inanmak veya kabul etmek.)
3. Bir pozisyon veya rol almak (Bir iş veya sorumluluğu kabul etmek.)
4. Bir şeyi almak, almak üzere kabul etmek (Bir eşyayı teslim almak.)
5. Bir durumun meydana gelmesini beklemek, varsaymak (Bir durumun veya olayın olmasını beklemek.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas akzeptieren oder annehmen, z. B. ein Angebot oder eine Einladung) – Bir teklifi, öneriyi veya daveti kabul etmek.
• (Etwas als wahr oder wahrscheinlich annehmen) – Bir şeyin doğru veya olası olduğunu kabul etmek.
• (Eine Position oder Aufgabe übernehmen) – Bir görevi veya pozisyonu üstlenmek.
• (Etwas in Empfang nehmen) – Bir şeyi almak, teslim almak.
• (Einen möglichen Ausgang erwarten) – Bir olayın veya durumun olmasını beklemek.
İngilizce Anlamı:
• To accept, to agree to
• To assume, to suppose
• To take on, to assume (a role or position)
• To receive, to take (something)
• To expect, to anticipate
⸻
1. Ich nehme dein Angebot an, weil es sehr fair klingt. • Teklifini kabul ediyorum çünkü çok adil görünüyor. 2. Er nahm an, dass sie noch zu Hause war, aber sie war schon weg. • O, onun hala evde olduğunu varsaydı, ancak çoktan gitmişti. 3. Sie nahm die Verantwortung für das Projekt an. • O, projedeki sorumluluğu kabul etti. 4. Ich habe das Paket gestern angenommen. • Paketi dün aldım. 5. Es wird angenommen, dass der Flug wegen des Wetters abgesagt wird. • Havanın durumu nedeniyle uçağın iptal edilmesi bekleniyor.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Ablehnen (reddetmek, kabul etmemek)
• Verweigern (itiraz etmek, reddetmek)
• Zurückweisen (geri çevirmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Akzeptieren (kabul etmek)
• Übernehmen (üstlenmek, almak)
• Hinzunehmen (eklemek, kabul etmek)
abstellen
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi bir yere koymak, yerleştirmek (Bir eşyayı bir yere bırakmak veya konumlandırmak.)
2. Bir cihazı kapatmak veya durdurmak (Elektronik cihazları, makineleri veya araçları kapatmak.)
3. Bir aracı durdurmak veya park etmek (Bir arabayı durdurmak veya park etmek.)
4. Bir şeyi geçici olarak durdurmak veya sonlandırmak (Bir faaliyeti, işlevi geçici olarak durdurmak.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas an einen Ort stellen oder ablegen) – Bir şeyi bir yere koymak, yerleştirmek.
• (Ein Gerät oder eine Maschine ausschalten oder stoppen) – Bir cihazı veya makinayı kapatmak.
• (Ein Fahrzeug anhalten oder parken) – Bir aracı durdurmak veya park etmek.
• (Eine Tätigkeit oder Funktion vorübergehend beenden) – Bir faaliyeti veya işlevi geçici olarak sonlandırmak.
İngilizce Anlamı:
• To put down, to place
• To switch off, to turn off
• To stop, to park (a vehicle)
• To stop, to cease (a function or activity)
⸻
1. Ich habe das Auto vor dem Gebäude abgestellt. • Arabayı binanın önüne park ettim. 2. Kannst du bitte den Fernseher abstellen? Es ist schon sehr spät. • Lütfen televizyonu kapatır mısın? Artık çok geç oldu. 3. Er hat die Taschen auf dem Tisch abgestellt. • Çantaları masanın üzerine koydu. 4. Wir müssen die Maschinen abstellen, bevor wir in die Pause gehen. • Makineleri kapatmalıyız, yoksa tatile gitmeden önce. 5. Die Feuerwehr hat den Brand unter Kontrolle abgestellt. • İtfaiye, yangını kontrol altına aldı.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Anstellen (açmak, başlatmak)
• Starten (başlatmak)
• Abheben (kaldırmak, alıp kaldırmak)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Abschalten (kapatmak, durdurmak)
• Parken (park etmek)
• Ablegen (koymak, bırakmak)
anstellen
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi başlatmak, çalıştırmak (Bir cihazı, makineyi çalıştırmak veya bir işe başlamak.)
2. Bir yere yerleştirmek, dizi oluşturmak (Kişileri veya şeyleri bir sıraya koymak.)
3. Bir işte çalışmak, görev almak (Bir iş yapmak veya bir görev üstlenmek.)
4. Birine bir şey yapmak, bir şey yapmak için birini görevlendirmek (Birine bir şey yapmak için emir vermek veya görevlendirmek.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas starten oder in Gang setzen, z. B. ein Gerät, eine Tätigkeit) – Bir şey başlatmak, çalıştırmak.
• (Personen oder Dinge in eine Reihe stellen) – İnsanları veya eşyaları bir sıraya koymak.
• (In einer Arbeit oder Tätigkeit tätig sein) – Bir işte çalışmak, görev almak.
• (Jemandem eine Aufgabe oder Tätigkeit zuweisen) – Birine bir görev veya iş vermek.
İngilizce Anlamı:
• To start, to activate
• To line up, to arrange
• To work, to undertake a task
• To assign a task, to employ someone
⸻
1. Kannst du bitte den Computer anstellen? Ich muss etwas überprüfen. • Lütfen bilgisayarı açar mısın? Bir şeyi kontrol etmem gerekiyor. 2. Die Schüler stellen sich in einer Reihe an. • Öğrenciler sıraya giriyor. 3. Er hat sich entschieden, in einer Firma anzustellen. • Bir şirkette çalışmaya karar verdi. 4. Der Chef hat mir die Aufgabe anstellt, den Bericht zu schreiben. • Patron bana raporu yazma görevini verdi. 5. Bevor wir den Film schauen, müssen wir den Beamer anstellen. • Film izlemeye başlamadan önce projektörü açmamız gerekiyor.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Abstellen (kapamak, durdurmak)
• Beenden (bitirmek, sonlandırmak)
• Kündigen (işten çıkarmak, feshetmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Starten (başlatmak)
• Aktivieren (aktif hale getirmek)
• Einsetzen (başlatmak, uygulamak)
einstellen
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi durdurmak veya sonlandırmak (Bir cihazı veya faaliyeti durdurmak, sona erdirmek.)
2. Bir pozisyonda çalışmak için birini işe almak (Birini işe almak veya bir pozisyon için atama yapmak.)
3. Bir ayarı yapmak, düzenlemek (Bir cihazın, makinenin veya sistemin ayarlarını düzenlemek veya konfigüre etmek.)
4. Bir işe başlamadan önce bir şeyin hazır hale getirilmesi (Bir etkinlik veya görev için hazırlık yapmak.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas stoppen oder beenden, z. B. eine Tätigkeit oder ein Gerät) – Bir şeyin durdurulması veya sonlandırılması.
• (Jemanden für eine Tätigkeit oder Position anstellen) – Bir kişiyi işe almak, pozisyona yerleştirmek.
• (Die Einstellungen oder Konfiguration eines Gerätes anpassen) – Bir cihazın ayarlarını yapmak.
• (Vorbereitungen für eine Tätigkeit treffen) – Bir etkinlik veya iş için hazırlık yapmak.
İngilizce Anlamı:
• To stop, to cease
• To employ, to hire
• To adjust, to set (settings or configuration)
• To prepare, to make ready
⸻
1. Der Techniker hat die Maschine richtig eingestellt, sodass sie jetzt gut funktioniert. • Tekniker makinayı doğru şekilde ayarladı, böylece şimdi düzgün çalışıyor. 2. Die Firma hat vor kurzem einen neuen Mitarbeiter eingestellt. • Şirket yakın zamanda yeni bir çalışan işe aldı. 3. Wir müssen die Temperatur des Ofens einstellen, bevor wir mit dem Backen beginnen. • Fırının sıcaklığını ayarlamamız gerekiyor, böylece pişirmeye başlayabiliriz. 4. Er hat die Arbeit eingestellt, weil er keine Lust mehr hatte, weiterzumachen. • Çalışmayı bıraktı çünkü devam etmek istemiyordu. 5. Bevor du das Gerät benutzt, musst du sicherstellen, dass es korrekt eingestellt ist. • Cihazı kullanmadan önce, doğru şekilde ayarlandığından emin olmalısın.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Starten (başlatmak, başlamak)
• Aktivieren (aktif hale getirmek)
• Fortsetzen (devam ettirmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Abschalten (kapatmak, durdurmak)
• Anstellen (işe almak)
• Anpassen (ayarlamak, düzenlemek)
absteigen
Türkçe Anlamı:
1. Yüksek bir yerden aşağıya inmek (Bir yerden aşağıya doğru inmek veya alçalmaya başlamak.)
2. Bir pozisyondan veya seviyeden daha düşük bir seviyeye düşmek (Bir şeyin değerinin veya seviyesinin düşmesi.)
3. Bir otele yerleşmek, konaklamak (Bir otelde veya bir konaklama yerinde kalmak.)
4. Bir araçtan inmek, aracı terk etmek (Bir taşıma aracından çıkmak.)
Almanca Anlamı:
• (Von einem höheren Ort herunterkommen) – Daha yüksek bir yerden inmek.
• (Von einer höheren Stufe oder Position zurückfallen) – Daha düşük bir seviyeye düşmek.
• (In einem Hotel oder einer Unterkunft übernachten) – Bir otelde veya konaklama yerinde kalmak.
• (Aus einem Fahrzeug aussteigen) – Bir araçtan inmek.
İngilizce Anlamı:
• To descend, to come down
• To drop, to fall to a lower level
• To stay, to lodge (at a hotel)
• To get off, to disembark
⸻
1. Er stieg vom Rad ab und ging zu Fuß weiter. • Bisikletten indi ve yürüyerek devam etti. 2. Die Mannschaft ist nach dem letzten Spiel in der Tabelle abgestiegen. • Takım, son maçtan sonra tablodan düştü. 3. Nach der langen Reise stiegen wir im Hotel ab und ruhten uns aus. • Uzun yolculuktan sonra otelde konakladık ve dinlendik. 4. Der Fahrer stieg aus dem Auto und öffnete den Kofferraum. • Sürücü arabadan indi ve bagajı açtı. 5. Der Bergsteiger stieg vorsichtig den steilen Abhang ab. • Dağcı, dik yokuşu dikkatlice indi.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Aufsteigen (yükselmek)
• Hochgehen (yukarı çıkmak)
• Erhöhen (arttırmak, yükseltmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Abwärts gehen (aşağıya gitmek)
• Sich verringern (azalmak)
• Abfahren (hareket etmek, gitmek)
absteigen
Türkçe Anlamı:
1. Yukarıya doğru çıkmak (Bir yerden yukarıya tırmanmak veya yükselmek.)
2. Bir pozisyondan veya seviyeden daha yüksek bir seviyeye çıkmak (Birinin veya bir şeyin daha yüksek bir duruma ulaşması.)
3. Bir araçta yükselmek, artmak (Bir taşıma aracının daha yüksek bir konumda olması.)
4. Bir yarışta veya seviyede yükselmek (Bir spor veya rekabet durumunda daha yüksek bir seviyeye çıkmak.)
Almanca Anlamı:
• (Von einem niedrigen Ort auf einen höheren Ort gelangen) – Bir yerden yukarıya çıkmak.
• (Eine höhere Position oder ein höheres Niveau erreichen) – Daha yüksek bir pozisyona veya seviyeye çıkmak.
• (Sich in einem Fahrzeug nach oben bewegen) – Bir taşıma aracında yukarıya doğru hareket etmek.
• (In einer Rangliste oder einem Wettbewerb aufsteigen) – Bir sıralamada veya yarışmada yükselmek.
İngilizce Anlamı:
• To ascend, to rise
• To reach a higher position or level
• To move upwards in a vehicle
• To rise in rank or competition
⸻
1. Der Vogel stieg in den Himmel auf, als der Wind stärker wurde. • Kuş, rüzgarın şiddetlenmesiyle gökyüzüne doğru yükseldi. 2. Die Mannschaft ist nach dem Sieg in die erste Liga aufgestiegen. • Takım, zaferin ardından birinci lige yükseldi. 3. Nach dem erfolgreichen Training stieg seine Fitness stark auf. • Başarılı antrenmandan sonra onun kondisyonu çok arttı. 4. Der Aufstieg zum Gipfel war anstrengend, aber es hat sich gelohnt. • Zirveye tırmanmak yorucuydu, ama buna değdi. 5. Der Preis des Produkts ist im letzten Monat stark aufgestiegen. • Ürünün fiyatı geçen ay büyük ölçüde arttı.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Absteigen (düşmek, inmek)
• Sinken (batmak, düşmek)
• Verlieren (kaybetmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Hochsteigen (yukarıya çıkmak)
• Erhöhen (arttırmak)
• Aufwärts gehen (yukarıya gitmek)
ausgeben
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi harcamak, para veya kaynak tüketmek (Bir şeyin parasını vermek veya kaynakları kullanmak.)
2. Bir şeyin dışarıya verilmesi veya dağıtılması (Bir şeyin dağıtılması veya sağlanması.)
3. Bir şeyin belirli bir şekilde görünmesini sağlamak (Bir şeyin belirli bir şekilde gösterilmesi veya sunulması.)
4. Bir şeyin rolünü oynamak veya taklit yapmak (Birini taklit etmek veya bir durumu yansıtmak.)
Almanca Anlamı:
• (Geld oder Ressourcen für etwas verwenden) – Para veya kaynakları harcamak.
• (Etwas verteilen oder herausgeben) – Bir şeyi dağıtmak veya vermek.
• (Etwas so darstellen oder erscheinen lassen) – Bir şeyi belli bir şekilde göstermek.
• (Eine Rolle spielen oder etwas nachahmen) – Birini taklit etmek veya rol yapmak.
İngilizce Anlamı:
• To spend, to expend money or resources
• To distribute, to give out
• To make something appear, to present
• To impersonate, to pretend
⸻
1. Er gibt sein Geld meistens für Kleidung und Reisen aus. • Genellikle parasını giysi ve seyahatlere harcıyor. 2. Die Organisation gibt jährlich viele Lebensmittel an Bedürftige aus. • Organizasyon her yıl ihtiyacı olanlara çok fazla yiyecek dağıtıyor. 3. Er hat sich als sehr großzügig ausgegeben, aber es war nur ein Trick. • Kendini çok cömert olarak gösterdi, ama bu sadece bir numaraymış. 4. Wir müssen unser Budget besser ausgeben, um unnötige Ausgaben zu vermeiden. • Bütçemizi daha iyi harcamalıyız, böylece gereksiz harcamalardan kaçınabiliriz. 5. Die Schauspielerin gab sich in ihrem neuen Film als berühmte Sängerin aus. • Aktris, yeni filminde ünlü bir şarkıcı olarak taklit yaptı.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Sparen (tasarruf yapmak, biriktirmek)
• Aufhören (sonlandırmak)
• Horten (biriktirmek, depolamak)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Verbrauchen (tüketmek, harcamak)
• Verteilen (dağıtmak)
• Ausgeben für (için harcamak)
eingeben
Türkçe Anlamı:
1. Bir bilgi, veri veya komut yazmak veya girmek (Bir bilgisayar programına, sisteme veya cihaza veri, bilgi, şifre vb. girmek.)
2. Bir şeyi içeriye almak, vermek (Bir şeye, bir yere bir şey koymak veya bir şeyin içine girmek.)
Almanca Anlamı:
• (Daten, Informationen oder Befehle in ein System oder Gerät eintragen) – Verileri, bilgileri veya komutları bir sisteme veya cihaza yazmak.
• (Etwas in einen Raum oder eine Struktur hineinlegen oder hineingeben) – Bir şeyi bir alana veya yapıya vermek ya da içeri koymak.
İngilizce Anlamı:
• To enter, to input (data or information)
• To give or put into something (a place or device)
⸻
1. Du musst dein Passwort in das Feld eingeben, um dich anzumelden. • Giriş yapmak için şifreni alana girmen gerekiyor. 2. Der Benutzer gab die falsche Adresse in das System ein, was zu einem Fehler führte. • Kullanıcı yanlış adresi sisteme girdi ve bu bir hataya yol açtı. 3. Ich habe die Ergebnisse in die Tabelle eingegeben. • Sonuçları tabloya girdim. 4. Bitte geben Sie Ihre Kreditkartendaten sicher ein, um die Bestellung abzuschließen. • Lütfen kredi kartı bilgilerinizi güvenli bir şekilde girin, siparişi tamamlamak için. 5. Der Computer kann nicht auf die Daten zugreifen, wenn sie nicht korrekt eingegeben wurden. • Bilgisayar, veriler doğru şekilde girilmezse onlara erişemez.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Entfernen (silmek, çıkarmak)
• Löschen (silmek)
• Ignorieren (görmezden gelmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Eintragen (kayıt etmek, yazmak)
• Einfügen (eklemek, yapıştırmak)
• Hinzufügen (eklemek)
abgeben
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi teslim etmek, vermek (Birine bir şey vermek ya da teslim etmek.)
2. Bir görev veya sorumluluk devretmek (Bir sorumluluğu başka birine bırakmak.)
3. Bir şeyin bir yere gitmesi veya gönderilmesi (Bir şeyin bir yere yönlendirilmesi veya dağıtılması.)
4. Bir görüş veya yorumda bulunmak (Bir görüş, yorum veya açıklama yapmak.)
Almanca Anlamı:
• (Etwas an jemanden übergeben oder abliefern) – Birine bir şey teslim etmek veya vermek.
• (Eine Verantwortung oder Aufgabe weitergeben) – Bir sorumluluğu veya görevi devretmek.
• (Etwas an einen Ort senden oder weiterleiten) – Bir şeyi bir yere göndermek.
• (Eine Meinung oder Äußerung abgeben) – Bir görüş veya yorumda bulunmak.
İngilizce Anlamı:
• To hand over, to deliver
• To delegate, to pass on (a responsibility or task)
• To send, to forward something
• To express an opinion, to make a statement
⸻
1. Er hat die Schlüssel an seinen Kollegen abgegeben. • Anahtarları iş arkadaşına teslim etti. 2. Sie gab die Arbeit pünktlich ab. • O, işi zamanında teslim etti. 3. Ich habe das Paket an der Rezeption abgegeben. • Paketi resepsiyona bıraktım. 4. Die Firma gab eine Erklärung bezüglich des Vorfalls ab. • Firma, olayla ilgili bir açıklama yaptı. 5. Du musst deinen Bericht bis morgen abgeben. • Raporunu yarına kadar teslim etmen gerekiyor.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Empfangen (almak)
• Behalten (saklamak)
• Zurückgeben (geri vermek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Übergabe machen (teslim etmek)
• Abliefern (götürmek, teslim etmek)
• Einreichen (sunmak, teslim etmek)
auftragen
Türkçe Anlamı:
1. Birine bir görev veya sorumluluk vermek (Birine bir iş veya görev yüklemek.)
2. Bir şeyi yüzeye uygulamak, sürmek (Bir şeyin yüzeye, genellikle krem, boya veya başka bir maddeyi sürmek.)
3. Bir isteği yerine getirmek veya bir emir vermek (Birinin bir şey yapması için talimat vermek.)
Almanca Anlamı:
• (Jemandem eine Aufgabe oder Verantwortung geben) – Birine görev veya sorumluluk vermek.
• (Etwas auf eine Fläche auftragen, z.B. Farbe, Creme) – Bir şeyi bir yüzeye sürmek veya uygulamak.
• (Eine Bitte oder Anweisung erteilen) – Birine bir talimat vermek veya bir şey yapmasını istemek.
İngilizce Anlamı:
• To assign, to delegate (a task or responsibility)
• To apply (something to a surface)
• To instruct, to order
⸻
1. Der Chef hat mir die Verantwortung für das Projekt aufgetragen. • Patron, projeyle ilgili sorumluluğu bana verdi. 2. Er trug das Make-up sorgfältig auf, bevor er das Haus verließ. • Makyajı dikkatlice sürdü, evden çıkmadan önce. 3. Sie hat mir aufgetragen, das Dokument bis morgen einzureichen. • Benden bu belgeyi yarına kadar teslim etmemi istedi. 4. Der Maler trug mehrere Schichten Farbe auf das Bild auf. • Ressam, tabloya birkaç kat boya sürdü. 5. Ich habe ihm aufgetragen, die Aufgaben rechtzeitig zu erledigen. • Ona, görevleri zamanında yapmasını söyledim.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Abtragen (sökmek, çıkarmak)
• Entlassen (serbest bırakmak, işten çıkarmak)
• Verweigern (reddetmek, yapmamayı istemek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Delegieren (devretmek, birine görev vermek)
• Anweisen (talimat vermek)
• Aufbringen (uygulamak, sürmek)
eintragen
Türkçe Anlamı:
1. Bir şeyi kaydetmek, yazmak (Bir bilgi veya veriyi bir yere yazmak ya da kaydetmek.)
2. Birini bir listeye, deftere, kayda yazmak (Birini belirli bir kayda dahil etmek, bir yere kaydetmek.)
3. Bir şeyi resmen veya hukuken kaydetmek (Özellikle resmi bir işlemde veya kayıtta bir şeyi belgelemek.)
Almanca Anlamı:
• (Informationen oder Daten in eine Liste oder ein Formular eintragen) – Bilgi veya veriyi bir listeye veya forma yazmak.
• (Jemanden oder etwas in eine Aufzeichnung einfügen) – Birini veya bir şeyi kayda geçirmek, kaydetmek.
• (Etwas offiziell registrieren) – Bir şeyi resmi olarak kayda almak.
İngilizce Anlamı:
• To enter, to record (information, data, etc.)
• To register, to list (someone or something)
• To record officially, to register
⸻
1. Ich habe meine Daten in das Formular eingetragen. • Verilerimi forma kaydettim. 2. Er wurde in das Mitgliederverzeichnis eingetragen. • O, üye listesine kaydedildi. 3. Bitte tragen Sie Ihre Adresse in das entsprechende Feld ein. • Lütfen adresinizi uygun alana yazın. 4. Der Anwalt hat alle wichtigen Informationen in das Aktenbuch eingetragen. • Avukat, tüm önemli bilgileri dosya defterine kaydetti. 5. Die Firma hat die Änderung in das Register eingetragen. • Şirket değişikliği kayıtlara geçirdi.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Löschen (silmek)
• Verwerfen (reddetmek, geçersiz kılmak)
• Ignorieren (görmezden gelmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Einfügen (yerleştirmek, eklemek)
• Registrieren (kayıt yapmak)
• Vermerken (not almak, kaydetmek)
austragen
Türkçe Anlamı:
1. Bir yarışma veya mücadeleyi düzenlemek, gerçekleştirmek (Bir etkinlik, yarışma ya da mücadeleyi düzenlemek veya sonlandırmak.)
2. Birinin bir şeyini teslim etmek veya dağıtmak (Özellikle gazete, paket veya benzeri şeyleri bir yere götürüp teslim etmek.)
3. Bir durumu sonlandırmak veya bitirmek (Bazen bir tartışmayı veya anlaşmazlığı çözmek veya bitirmek anlamında da kullanılabilir.)
Almanca Anlamı:
• (Ein Event, ein Wettkampf oder ein Kampf ausrichten oder durchführen) – Bir etkinlik, yarışma veya mücadeleyi düzenlemek veya gerçekleştirmek.
• (Etwas verteilen oder zustellen) – Bir şeyi dağıtmak veya teslim etmek.
• (Ein Problem oder einen Konflikt zu Ende bringen) – Bir sorunu veya çatışmayı sonlandırmak.
İngilizce Anlamı:
• To organize, to carry out (a competition, event, etc.)
• To deliver, to distribute
• To resolve, to settle (a conflict or issue)
⸻
1. Die Schüler haben die Zeitung in der ganzen Stadt ausgetragen. • Öğrenciler gazeteyi şehrin her yerine dağıttılar. 2. Der Wettkampf wird morgen ausgetragen. • Yarışma yarın yapılacak. 3. Er hat das Problem in der Besprechung erfolgreich ausgetragen. • O, toplantıda problemi başarıyla çözdü. 4. Der Briefträger trägt die Post jeden Morgen aus. • Postacı, her sabah postayı dağıtır. 5. Die Organisatoren haben das Event sehr gut ausgetragen. • Organizasyon, etkinliği çok iyi düzenledi.
⸻
Zıt Anlamlıları (Antonyms):
• Einholen (geri almak, toplamak)
• Verweigern (reddetmek)
• Absagen (iptal etmek)
Benzer Anlamlıları (Synonyms):
• Verteilen (dağıtmak)
• Liefern (teslim etmek)
• Durchführen (gerçekleştirmek, yapmak)