UNIT 3 Flashcards
(60 cards)
Anxiety (Noun) /æŋˈzaɪəti/ - /ang-za-ı-ti/ ABOUT OVER
She felt a lot of anxiety before the exam.
Anxious (Adjective) /ˈæŋkʃəs/ - /angk-şıs/ ABOUT FOR
He was anxious about the upcoming interview.
Anxiously (Adverb) /ˈæŋkʃəsli/ - /angk-şıs-li/
She waited anxiously for the results of the test.
Kaygı
Sınavdan önce çok fazla kaygı hissetti.
Endişeli
Yaklaşan görüşme hakkında endişeliydi.
Endişeyle
Testin sonuçlarını endişeyle bekledi.
Appreciate (Verb) /əˈpriːʃieɪt/ - /ı-pri-şi-eyt/ OF
I really appreciate your help with the project.
Appreciation (Noun) /əˌpriːʃiˈeɪʃən/ - /ı-pri-şi-ey-şın/
She expressed her appreciation for all the hard work.
Takdir Etmek
Projeye yardımcı olmanızı gerçekten takdir ediyorum.
Takdir
Tüm sıkı çalışmaları için takdirini ifade etti.
Attribute (Verb) /əˈtrɪbjuːt/ - /ı-trib-yut/
Her success can be attributed to her hard work and dedication.
TO
Attribute (Noun) /ˈætrɪbjuːt/ - /at-trib-yut/
Patience is an important attribute for a teacher.
Attribution (Noun) /ˌætrɪˈbjuːʃən/ - /at-ri-byu-şın/
The attribution of the painting to Picasso is still debated by art critics.
Atfetmek
Başarısını sıkı çalışması ve adanmışlığına atfedebiliriz.
Özellik
Sabır, bir öğretmen için önemli bir özelliktir.
Atıf
Tablonun Picasso’ya ait olduğu atfı, hala sanat eleştirmenleri arasında tartışılmaktadır.
Authenticity (Noun) /ɔːˌθɛnˈtɪsɪti/ - /o-then-tis-ı-ti/
The authenticity of the ancient artifact was confirmed by experts.
Authentic (Adjective) /ɔːˈθɛntɪk/ - /o-then-tik/
The restaurant serves authentic Italian cuisine.
Authentically (Adverb) /ɔːˈθɛntɪkli/ - /o-then-tik-li/
The dish was prepared authentically, just like in Italy.
Gerçeklik
Antik eserlerin gerçekliği, uzmanlar tarafından onaylandı.
Gerçek
Restoran, gerçek İtalyan mutfağı sunuyor.
Gerçek Bir Şekilde
Yemek, İtalya’da olduğu gibi gerçek bir şekilde hazırlandı.
Barrier (Noun) /ˈbæriər/ - /be-ri-ır/
The language barrier made communication difficult during the meeting.
Engel
Dil engeli, toplantı sırasında iletişimi zorlaştırdı.
Complicate (Verb) /ˈkɒmplɪkeɪt/ - /kom-pli-keyt/
The new rules will only complicate the process.
Complication (Noun) /ˌkɒmplɪˈkeɪʃən/ - /kom-pli-key-şın/
The surgery was successful, without any complications.
Complicated (Adjective) /ˈkɒmplɪkeɪtɪd/ - /kom-pli-key-tıd/
The instructions were too complicated to follow.
Zorlaştırmak
Yeni kurallar, süreci sadece zorlaştıracak.
Komplikasyon
Ameliyat başarılıydı, hiçbir komplikasyon olmadı.
Karmaşık
Talimatlar takip edilmesi için çok karmaşıktı.
Consist of (Phrasal Verb) /kənˈsɪst ʌv/ - /kın-sist ıv/
The team consists of five members, each with unique skills.
Oluşmak
Takım, her biri benzersiz becerilere sahip beş üyeden oluşmaktadır.
Cope (Verb) /koʊp/ - /koʊp/
She struggled to cope with the stress of her new job.
WİTH
Coping (Noun) /ˈkoʊpɪŋ/ - /ko-ping/
Coping with difficult situations requires patience and resilience.
Baş Etmek
Yeni işinin stresinden başa çıkmakta zorlandı.
Baş Etme
Zorlu durumlarla baş etme, sabır ve direnç gerektirir.
Encounter (Verb) /ɪnˈkaʊntər/ - /in-kau-ntır/
We encountered several problems during the project.
Encounter (Noun) /ɪnˈkaʊntər/ - /in-kau-ntır/
Their encounter at the conference led to a fruitful collaboration.
Karşılaşmak
Projede birkaç sorunla karşılaştık.
Karşılaşma
Konferanstaki karşılaşmaları, verimli bir işbirliğine yol açtı.
Ethics (Noun) /ˈɛθɪks/ - /eth-iks/
The ethics of the decision were questioned by many people.
Ethical (Adjective) /ˈɛθɪkəl/ - /eth-ı-kıl/
It is important to make ethical choices in business.
Unethical (Adjective) /ʌnˈɛθɪkəl/ - /an-eth-ı-kıl/
His actions were considered unethical by the company.
Ethically (Adverb) /ˈɛθɪkəli/ - /eth-ı-kı-li/
She was ethically responsible for the project’s success.
Unethically (Adverb) /ʌnˈɛθɪkəli/ - /an-eth-ı-kı-li/
He acted unethically when he manipulated the results.
Etik
Kararın etikliği birçok kişi tarafından sorgulandı.
Etik
İş dünyasında etik seçimler yapmak önemlidir.
Etik Olmayan
Onun eylemleri şirket tarafından etik olmayan olarak değerlendirildi.
Etik Olarak
Projede başarıdan etik olarak sorumluydu.
Etik Olmayan Bir Şekilde
Sonuçları manipüle ettiğinde etik olmayan bir şekilde hareket etti.
Expose (Verb) /ɪkˈspoʊz/ - /ik-spoʊz/
The documentary aimed to expose the truth behind the scandal.
TO
Exposure (Noun) /ɪkˈspoʊʒər/ - /ik-spo-zhır/
The exposure to new ideas broadened her perspective.
Açığa Çıkarmak
Belgesel, skandalın ardındaki gerçeği açığa çıkarmayı amaçlıyordu.
Maruz Kalma
Yeni fikirlere maruz kalmak, bakış açısını genişletti.
Extensive (Adjective) /ɪkˈstɛnsɪv/ - /ik-sten-siv/
The company has extensive experience in the tech industry.
Extensively (Adverb) /ɪkˈstɛnsɪvli/ - /ik-sten-siv-li/
She traveled extensively throughout Europe during her vacation.
Kapsamlı
Şirket, teknoloji sektöründe kapsamlı deneyime sahiptir.
Kapsamlı Bir Şekilde
Tatilinde Avrupa’da kapsamlı bir şekilde seyahat etti.
External (Adjective) /ɪkˈstɜːrnəl/ - /ik-stur-nıl/
The external appearance of the building was impressive.
Externally (Adverb) /ɪkˈstɜːrnəli/ - /ik-stur-nı-li/
Externally, the car looks brand new, but it has some mechanical issues.
Dış
Binanın dış görünüşü etkileyiciydi.
Dışarıdan
Dışarıdan, araba yepyeni görünüyor, ama bazı mekanik sorunları var.
Foundation (Noun) /faʊnˈdeɪʃən/ - /faunde-şın/
The foundation of the building was reinforced to ensure stability. OF
Temel
Binanın temeli, istikrarı sağlamak için güçlendirildi.
Fulfil (Verb) /fʊlˈfɪl/ - /ful-fil/
She worked hard to fulfil her dreams of becoming a doctor.
Fulfillment (Noun) /fʊlˈfɪlmənt/ - /ful-fil-ment/
The fulfillment of his goals brought him great satisfaction.
Fulfilled (Adjective) /fʊlˈfɪld/ - /ful-fild/
He felt fulfilled after completing the challenging project.
Gerçekleştirmek
Bir doktor olma hayalini gerçekleştirmek için çok çalıştı.
Gerçekleşme
Hedeflerinin gerçekleşmesi ona büyük bir tatmin sağladı.
Gerçekleşmiş
Zorlu projeyi tamamladıktan sonra kendisini tatmin olmuş hissetti.
Hesitate (Verb) /ˈhɛzɪteɪt/ - /hez-i-teyt/
He hesitated before making a decision about the job offer.
ABOUT
Hesitation (Noun) /ˌhɛzɪˈteɪʃən/ - /hez-i-tey-şın/
There was a slight hesitation in her voice when she answered the question.
Hesitant (Adjective) /ˈhɛzɪtənt/ - /hez-i-tınt/
She was hesitant to speak in front of the large audience.
Tereddüt Etmek
İş teklifini kabul etmeden önce tereddüt etti.
Tereddüt
Soruyu cevaplarken sesinde hafif bir tereddüt vardı.
Tereddütlü
Büyük bir topluluk önünde konuşmakta tereddütlüydü.
Involve (Verb) /ɪnˈvɒlv/ - /in-volv/
The project will involve a lot of research and planning.
İN
Involvement (Noun) /ɪnˈvɒlvmənt/ - /in-volv-ment/
Her involvement in the community has made a positive impact.
Involved (Adjective) /ɪnˈvɒlvd/ - /in-volvd/
He was involved in a charity event last weekend.
İlgilendirmek
Proje, çok fazla araştırma ve planlama gerektirecek.
Katılım
Toplumdaki katılımı olumlu bir etki yarattı.
İlgili
Geçen hafta sonu bir hayır etkinliğine katıldı.
Intervene (Verb) /ɪnˈtɜːrviːn/ - /in-tur-veen/
The teacher had to intervene when the students started arguing.
İN
Intervention (Noun) /ˌɪntəˈvɛnʃən/ - /in-tur-ven-şın/
The intervention of the police prevented the situation from escalating.
Müdahale Etmek
Öğrenciler tartışmaya başladığında öğretmen müdahale etmek zorunda kaldı.
Müdahale
Polisin müdahalesi, durumun daha da kötüleşmesini engelledi.
Negotiate (Verb) /nɪˈɡoʊʃieɪt/ - /ni-goʊ-şieyt/
They need to negotiate the terms before signing the contract. WİTH FOR ABOUT
Negotiation (Noun) /nɪˌɡoʊʃiˈeɪʃən/ - /ni-goʊ-şi-ei-şın/
The negotiation process took several hours to complete.
Pazarlık Yapmak
Sözleşmeyi imzalamadan önce şartları pazarlık yapmaları gerekiyor.
Pazarlık
Pazarlık süreci tamamlanması birkaç saat sürdü.
Recall (Verb) /rɪˈkɔːl/ - /ri-kol/
She tried to recall the details of the meeting, but couldn’t remember everything.
Recall (Noun) /rɪˈkɔːl/ - /ri-kol/
The recall of the product was issued due to safety concerns.
Hatırlamak
Toplantının detaylarını hatırlamaya çalıştı, ancak her şeyi hatırlayamadı.
Geri Çağırma
Ürünün geri çağırılması, güvenlik endişeleri nedeniyle yapıldı.
Remind (Verb) /rɪˈmaɪnd/ - /ri-maind/
Can you remind me to send the email later today?
OF
Reminder (Noun) /rɪˈmaɪndər/ - /ri-main-dır/
I set a reminder on my phone to call her tomorrow.
Hatırlatmak
Bana bugün sonra e-posta göndermemi hatırlatabilir misin?
Hatırlatıcı
Telefonumda, yarın onu aramak için bir hatırlatıcı kurdum.
Tragedy (Noun) /ˈtrædʒədi/ - /tra-jı-di/
The fire was a terrible tragedy that affected many families.
Tragic (Adjective) /ˈtrædʒɪk/ - /tra-jik/
The loss of his childhood home was a tragic event.
Tragically (Adverb) /ˈtrædʒɪkli/ - /tra-jik-li/
Tragically, the accident resulted in the loss of life.
Facia
Yangın, birçok aileyi etkileyen korkunç bir facia oldu.
Trajik
Çocukluk evinin kaybı trajik bir olaydı.
Trajik Bir Şekilde
Trajik bir şekilde, kaza can kaybına yol açtı.
Uniqueness (Noun) /juːˈniːknɪs/ - /yu-niik-nıs/
Her uniqueness as an artist made her work stand out from the rest.
TO
Unique (Adjective) /juːˈniːk/ - /yu-niik/
She has a unique style that no one else can replicate.
Uniquely (Adverb) /juːˈniːkli/ - /yu-niik-li/
His approach to the problem was uniquely innovative.
Benzersizlik
Onun bir sanatçı olarak benzersizliği, işlerini diğerlerinden ayırıyordu.
Benzersiz
Benzersiz bir tarzı var, başkası bunu taklit edemez.
Benzersiz Bir Şekilde
Probleme yaklaşımı benzersiz bir şekilde yenilikçiydi.
ound (Noun) /wuːnd/ - /wuund/
He received a wound on his arm during the accident.
Wound (Verb) /wuːnd/ - /wuund/
She wound the bandage around his leg to stop the bleeding.
Wounded (Adjective) /ˈwuːndɪd/ - /wund-id/
The soldier was badly wounded in the battle.
Yaralanma
Kaza sırasında kolundan bir yara aldı.
Sarmak
Sargıyı bacağını etrafına sardı, kanamayı durdurmak için.
Yaralı
Asker, savaşta ağır bir şekilde yaralandı.