UNIT 5 Flashcards
(64 cards)
Advantage (Noun) /ədˈvɑːntɪdʒ/ of - /ədvántıc/
Having a good education gives you a clear advantage in the job market.
Disadvantage (Noun) /ˌdɪsədˈvɑːntɪdʒ/ - /dizədvántıc/
The main disadvantage of living in a big city is the high cost of living.
Avantaj (İsim)
İyi bir eğitime sahip olmak, iş piyasasında açık bir avantaj sağlar.
Dezavantaj (İsim)
Büyük bir şehirde yaşamanın başlıca dezavantajı yüksek yaşam maliyetidir.
Availability (Noun) /əˌveɪlə of ˈbɪləti/ - /əveyləbílıti/
The availability of fresh produce varies by season.
Available (Adjective) /əˈveɪləbl/ - /əveyləbl/
This product is available in all major stores.
Unavailable (Adjective) /ˌʌnəˈveɪləbl/ - /anəveyləbl/
The manager is currently unavailable for a meeting.
Mevcutluk (İsim)
Taze ürünlerin mevcudiyeti mevsime göre değişir.
Mevcut (Sıfat)
Bu ürün, tüm büyük mağazalarda mevcuttur.
Mevcut Olmayan (Sıfat)
Müdür şu anda bir toplantı için mevcut değil.
Background (Noun) / ofˈbækɡraʊnd/ - /bækraund/
Her background in science helped her secure the job.
Geçmiş (İsim)
Bilimsel geçmişi, iş bulmasına yardımcı oldu.
Beauty (Noun) /ˈbjuːti/ - /byuhti/
The beauty of the sunset took my breath away.
Beautiful (Adjective) /ˈbjuːtɪfəl/ - /byu:tıfıl/
She has a beautiful smile.
Beautifully (Adverb) /ˈbjuːtɪfəli/ - /byu:tıfli/
She sang the song beautifully.
Güzellik (İsim)
Gün batımının güzelliği beni büyüledi.
Güzel (Sıfat)
Onun güzel bir gülüşü var.
Güzelce (Zarf)
Şarkıyı güzelce söyledi.
Brave (Adjective) /breɪv/ - /breyv/
The brave soldier fought courageously in battle.
Bravely (Adverb) /ˈbreɪvli/ - /breyvli/
She bravely stood up to the bully.
Cesur (Sıfat)
Cesur asker savaşta cesurca savaştı.
Cesurca (Zarf)
O, zorba karşısında cesurca durdu.
Break (Verb) /breɪk/ - /breyk/
She broke the vase by accident.
Broken (Adjective) /ˈbroʊkən/ - /broʊkın/
The broken chair needs to be repaired.
Kırmak (Fiil)
Kazara vazoyu kırdı.
Kırık (Sıfat)
Kırık sandalye tamir edilmelidir.
Challenge (Noun) /ˈtʃælɪndʒ/ - / to çælınc/
Climbing Mount Everest is a huge challenge.
Challenge (Verb) /ˈtʃælɪndʒ/ - /çælınc/
She decided to challenge herself and take on the marathon.
Challenging (Adjective) /ˈtʃælɪndʒɪŋ/ - /çælıncığin/
The project was challenging, but they completed it on time.
Meydan Okuma (İsim)
Everest Dağı’na tırmanmak büyük bir meydan okumadır.
Meydan Okumak (Fiil)
Kendini zorlamak için maratona katılmaya karar verdi.
Zorlu (Sıfat)
Proje zorluydu, ancak zamanında tamamladılar.
Condition (Noun) /kənˈdɪʃən/ - /kın’dıfın/
The car is in good condition after the repairs.
Condition (Verb) /kənˈdɪʃən/ - /kın’dıfın/
The success of the project will condition the company’s future.
Conditional (Adjective) /kənˈdɪʃənl/ - /kın’dıfınl/
The offer is conditional on the approval of the board.
Conditionally (Adverb) /kənˈdɪʃənəli/ - /kın’dıfınalı/
He was accepted conditionally, pending his final exam results.
Koşul (İsim)
Araba tamirlerden sonra iyi durumda.
Koşullamak (Fiil)
Projenin başarısı, şirketin geleceğini koşullandıracaktır.
Koşullu (Sıfat)
Teklif, yönetim kurulunun onayına bağlıdır.
Koşullu Olarak (Zarf)
Son sınav sonuçlarına bağlı olarak koşullu olarak kabul edildi.
Decade (Noun) /ˈdɛkeɪd/ - /dekeyd/
The company has grown significantly over the last decade.
On Yıl (İsim)
Şirket, son on yılda önemli ölçüde büyüdü.
Depend (Verb) /dɪˈpɛnd/ - on /dipend/
You can always depend on me for help.
Dependence (Noun) /dɪˈpɛndəns/ - /dipendens/
His dependence on his parents is a concern.
Dependent (Adjective) /dɪ ONˈpɛndənt/ - /dipendınt/
She is still financially dependent on her family.
Bağlı Olmak (Fiil)
Her zaman yardım için bana güvenebilirsin.
Bağımlılık (İsim)
Ailesine olan bağımlılığı bir endişe kaynağıdır.
Bağımlı (Sıfat)
Ailesine hala maddi olarak bağımlıdır.
Determine (Verb) /dɪˈtɜːmɪn/ - /dıtörmın/
She will determine the best course of action.
Determined (Adjective) /dɪˈtɜːmɪnd/ - /dıtörmınd/
He is determined to succeed no matter what.
Belirlemek (Fiil)
En iyi hareket planını belirleyecek.
Kararlı (Sıfat)
Ne olursa olsun başarılı olmaya kararlı.
Earn (Verb) /ɜːrn/ - /örn/
She works hard to earn a living.
Earning (Noun) /ˈɜːrnɪŋ/ - /örnın/
His monthly earnings are enough to cover his expenses.
Kazanmak
Geçimini sağlamak için çok çalışıyor.
Kazanç
Aylık kazancı masraflarını karşılamaya yetiyor.
Element (Noun) /ˈelɪmənt/ - /elımınt/
Water is an essential element for life.
Öge
Su, yaşam için temel bir ögedir.
Express (Verb) /ɪkˈsprɛs/ - İN /ikspres/
She tried to express her feelings through art.
Express (Adjective) /ɪkˈsprɛs/ - /ikspres/
He took the express train to get there faster.
Expression (Noun) /ɪkˈsprɛʃən/ - /ikspreşın/
Her facial expression showed she was happy.
İfade Etmek
Duygularını sanat aracılığıyla ifade etmeye çalıştı.
Hızlı
Oraya daha hızlı ulaşmak için ekspres trene bindi.
İfade
Yüz ifadesi, mutlu olduğunu gösteriyordu.
Extreme (Adjective) /ɪkˈstriːm/ - /ikstrim/
The extreme weather caused widespread damage.
Extremely (Adverb) /ɪkˈstriːmli/ - /ikstrimli/
She was extremely happy with the results.
Aşırı
Aşırı hava koşulları geniş çapta hasara neden oldu.
Son Derece
Sonuçlardan son derece memnundu.
Identify (Verb) /aɪˈden·təˌfaɪ/ - /aydentifay/
The police were able to identify the suspect.
Identification (Noun) /aɪˌden·tə·fɪˈkeɪ·ʃən/ - /aydentifikeyşın/
You need to show identification to enter the building.
Identity (Noun) /aɪˈden·tə·ti/ - /aydentıti/
She felt a strong connection to her cultural identity.
Identified (Adjective) /aɪˈden·təˌfaɪd/ - /aydentifayd/
The identified problems have been resolved.
Unidentified (Adjective) /ˌʌn·aɪˈden·təˌfaɪd/ - /anaydentifayd/
The object in the sky remained unidentified.
Tanımlamak
Polis, şüpheliyi tanımlayabildi.
Kimlik
Binaya girmek için kimlik göstermeniz gerekiyor.
Kimlik, Özdeşlik
Kültürel kimliğiyle güçlü bir bağ hissetti.
Tanımlanmış
Tanımlanan sorunlar çözüldü.
Tanımlanmamış
Gökyüzündeki cisim tanımlanamadı.
İMAGE
GÖRÜNTÜ
Individual (Noun) /ˌɪn·dəˈvɪdʒ·u·əl/ - /indivıcuwıl/
Each individual has their own unique perspective.
Individual (Adjective) /ˌɪn·dəˈvɪdʒ·u·əl/ - /indivıcuwıl/
She values individual achievements over group success.
Individually (Adverb) /ˌɪn·dəˈvɪdʒ·u·əli/ - /indivıcuwıli/
The tasks were assigned individually to each team member.
Birey
Her bireyin kendine özgü bir bakış açısı vardır.
Bireysel
O, bireysel başarıları grup başarısından daha çok önemser.
Bireysel Olarak
Görevler, her bir ekip üyesine bireysel olarak verildi.
Matter (Verb) /ˈmæt̬·ər/ - /metır/
What you do now will matter in the future.
Matter (Noun) /ˈmæt̬·ər/ - /metır/
This is a serious matter that needs to be addressed.
Önemli Olmak
Şu an yaptıkların gelecekte önemli olacak.
Konu
Bu, ele alınması gereken ciddi bir konudur.
Mean (Verb) /miːn/ - /miin/ OF
What do you mean by this word?
Meaning (Noun) /ˈmiːnɪŋ/ - /miinink/
The meaning of this phrase is unclear.
Demek
Bu kelimeyle ne demek istiyorsun?
Anlam
Bu ifadenin anlamı belirsiz.
Mind (Noun) /maɪnd/ - /maynd/
A healthy mind is just as important as a healthy body.
Mind (Verb) /maɪnd/ - /maynd/
Do you mind if I open the window?
Zihin
Sağlıklı bir zihin, sağlıklı bir beden kadar önemlidir.
Önemsemek
Camı açmamın bir sakıncası var mı?
Involve (Verb) /ɪnˈvɑːlv/ - /involv/ İN WİTH
The project will involve many team members.
Involvement (Noun) /ɪnˈvɑːlv·mənt/ - /involvmınt/
Her involvement in the event was highly appreciated.
Dahil Etmek
Proje, birçok takım üyesini içerecek.
Katılım
Etkinlikteki katılımı büyük takdir gördü.
Poverty (Noun) /ˈpɑː.vɚ.ti/ - /povırti/
Poverty remains a significant global issue.
Poor (Adjective) /pʊr/ - /puır/
Many families live in poor conditions.
Poorly (Adverb) /ˈpʊr·li/ - /puırli/
He performed poorly in the exam.
Yoksulluk
Yoksulluk hâlâ önemli bir küresel sorundur.
Fakir
Birçok aile kötü şartlarda yaşıyor.
Kötü Bir Şekilde
Sınavda kötü bir performans sergiledi.
Predict (Verb) /prɪˈdɪkt/ - /prıdikt/
It is difficult to predict the weather accurately.
Prediction (Noun) /prɪˈdɪk.ʃən/ - /prıdıkşın/ ABOUT
Her prediction about the future was impressive.
Predictable (Adjective) /prɪˈdɪk.tə.bəl/ - /prıdiktıbıl/
His reaction was completely predictable.
Unpredictable (Adjective) /ˌʌn.prɪˈdɪk.tə.bəl/ - /anprıdiktıbıl/
Life is often unpredictable.
Tahmin Etmek
Havayı doğru bir şekilde tahmin etmek zordur.
Tahmin
Gelecek hakkındaki tahmini etkileyiciydi.
Tahmin Edilebilir
Tepkisi tamamen tahmin edilebilirdi.
Tahmin Edilemez
Hayat çoğu zaman tahmin edilemezdir.