Adjektiv/Adverb Flashcards
(34 cards)
zeitweise
- Almanca: zeitweise (zarf / Adverb)
Türkçesi:
• zaman zaman
• ara sıra
• belli dönemlerde / geçici olarak
İngilizce anlamları:
• occasionally
• at times
• from time to time
• temporarily
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• gelegentlich (ara sıra)
• manchmal (bazen)
• phasenweise (dönem dönem)
• vorübergehend (geçici olarak)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• ständig (sürekli)
• dauerhaft (kalıcı olarak)
• immer (her zaman)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Wegen technischer Probleme war die Webseite zeitweise nicht erreichbar.
→ Teknik sorunlar nedeniyle web sitesi geçici olarak erişilemezdi. - Er lebte zeitweise im Ausland, bevor er nach Deutschland zurückkehrte.
→ Almanya’ya dönmeden önce bir süre yurtdışında yaşadı. - Zeitweise fühlte sie sich überfordert von den vielen Aufgaben.
→ Bazen çok fazla görevden bunalmış hissediyordu. - Die wirtschaftliche Lage war zeitweise sehr instabil.
→ Ekonomik durum bazı dönemlerde oldukça istikrarsızdı. - Während der Sanierung wurde der Zugang zum Gebäude zeitweise gesperrt.
→ Tadilat sırasında binaya giriş geçici olarak kapatıldı.
- Wegen technischer Probleme war die Webseite zeitweise nicht erreichbar.
⸻
zeitraubend
⸻
- Almanca: zeitraubend (sıfat / Adjektiv)
Türkçesi:
• zaman alan
• zaman çalan
• vakit alıcı
• yorucu ve uzun süren
İngilizce anlamları:
• time-consuming
• lengthy
• tedious
• taking up a lot of time
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• langwierig (uzun süren)
• aufwendig (zahmetli, zaman isteyen)
• mühsam (zahmetli)
• zeitintensiv (çok zaman gerektiren)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• zeitsparend (zaman kazandıran)
• effizient (etkili, verimli)
• schnell (hızlı)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Die Recherche für die wissenschaftliche Arbeit war äußerst zeitraubend.
→ Akademik çalışma için yapılan araştırma son derece zaman alıcıydı. - Das Ausfüllen der Formulare erwies sich als zeitraubender Prozess.
→ Formların doldurulması zaman alan bir süreç olarak ortaya çıktı. - Viele Verwaltungsaufgaben sind unnötig kompliziert und zeitraubend.
→ Pek çok idari görev gereksiz yere karmaşık ve zaman çalıcıdır. - Die zeitraubende Vorbereitung der Konferenz erforderte ein großes Team.
→ Konferansın zaman alıcı hazırlığı büyük bir ekip gerektirdi. - Obwohl die Methode effektiv ist, ist sie leider auch sehr zeitraubend.
→ Yöntem etkili olmasına rağmen ne yazık ki çok zaman alıcıdır.
- Die Recherche für die wissenschaftliche Arbeit war äußerst zeitraubend.
⸻
zeitaufwendig
⸻
- Almanca: zeitaufwendig (sıfat / Adjektiv)
Türkçesi:
• zaman gerektiren
• vakit alan
• emek ve süre isteyen
İngilizce anlamları:
• time-consuming
• requiring a lot of time
• time-intensive
Not: „zeitaufwendig“ kelimesi, „zeitraubend“ kelimesine çok benzer, ama daha nötr bir tondadır.
„Zeitraubend“ biraz daha olumsuz (zaman çalan) iken, „zeitaufwendig“ daha çok sadece zaman gerektiriyor anlamındadır.
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• zeitintensiv (çok zaman gerektiren)
• langwierig (uzun süren)
• aufwendig (zahmetli, emek isteyen)
• umfangreich (kapsamlı)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• zeitsparend (zaman kazandıran)
• effizient (verimli)
• schnell erledigt (çabuk halledilen)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Die Restaurierung des alten Gemäldes war äußerst zeitaufwendig, aber lohnenswert.
→ Eski tablonun restorasyonu son derece zaman alıcıydı ama buna değdi. - Die Erstellung eines detaillierten Projektplans ist oft zeitaufwendig, verhindert aber spätere Fehler.
→ Ayrıntılı bir proje planı hazırlamak genellikle zaman alıcıdır ama sonradan yapılacak hataları önler. - Die Bewerbung für ein Stipendium kann ein sehr zeitaufwendiger Prozess sein.
→ Burs başvurusu oldukça zaman gerektiren bir süreç olabilir. - Zeitaufwendige Aufgaben sollten möglichst früh am Tag erledigt werden.
→ Zaman alan görevler mümkün olduğunca günün erken saatlerinde yapılmalıdır. - Obwohl die Methode zeitaufwendig ist, liefert sie präzise Ergebnisse.
→ Yöntem zaman gerektirse de kesin sonuçlar verir.
- Die Restaurierung des alten Gemäldes war äußerst zeitaufwendig, aber lohnenswert.
⸻
zeitgemäß
⸻
- Almanca: zeitgemäß (sıfat / Adjektiv)
Türkçesi:
• zamana uygun
• çağdaş
• günümüze uygun
• modern
İngilizce anlamları:
• contemporary
• modern
• up to date
• in keeping with the times
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• modern (modern)
• aktuell (güncel)
• zeitnah (çağa yakın, zamanına uygun)
• heutig (bugünkü, günümüz)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• altmodisch (modası geçmiş)
• veraltet (eskimiş)
• anachronistisch (çağ dışı)
• überholt (geride kalmış)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Das Unternehmen strebt eine zeitgemäße Digitalisierung seiner Prozesse an.
→ Şirket, süreçlerinin çağdaş bir şekilde dijitalleştirilmesini hedefliyor. - Eine zeitgemäße Ausbildung sollte digitale Kompetenzen beinhalten.
→ Günümüze uygun bir eğitim dijital becerileri içermelidir. - Sein Kleidungsstil ist nicht besonders zeitgemäß, aber sehr individuell.
→ Giyim tarzı çok modern değil ama oldukça özgün. - Die Architektur des Gebäudes wirkt schlicht und zeitgemäß.
→ Binanın mimarisi sade ve zamana uygun görünüyor. - Es ist wichtig, dass Gesetze regelmäßig überprüft und zeitgemäß angepasst werden.
→ Yasaların düzenli olarak gözden geçirilip günümüze uygun şekilde uyarlanması önemlidir.
- Das Unternehmen strebt eine zeitgemäße Digitalisierung seiner Prozesse an.
⸻
zeitgleich
⸻
- Almanca: zeitgleich (zarf ve sıfat – Adverb / Adjektiv)
Türkçesi:
• aynı anda
• eş zamanlı
• aynı zamanlı
• eşzamanlı olarak
İngilizce anlamları:
• simultaneously
• at the same time
• concurrent(ly)
• synchronous(ly)
„zeitgleich“ kelimesi hem olayların eş zamanlı gerçekleşmesini, hem de karşılaştırmalı olarak aynı tarihte olmasını ifade eder.
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• simultan (eş zamanlı)
• gleichzeitig (aynı anda)
• synchron (senkronize, eş zamanlı)
• parallellaufend (paralel gerçekleşen)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• zeitversetzt (zaman kaymalı, farklı zamanlarda)
• asynchron (eş zamanlı olmayan)
• nacheinander (ardışık, sırayla)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Die beiden Sportereignisse fanden zeitgleich in verschiedenen Städten statt.
→ İki spor etkinliği farklı şehirlerde eş zamanlı olarak gerçekleşti. - Trotz unterschiedlicher Standorte arbeiteten die Teams zeitgleich am Projekt.
→ Farklı lokasyonlara rağmen ekipler projede eş zamanlı çalıştı. - Der Film wurde zeitgleich in mehreren Ländern veröffentlicht.
→ Film, birçok ülkede aynı anda yayımlandı. - Die Demonstrationen liefen zeitgleich zu den politischen Verhandlungen.
→ Gösteriler, siyasi görüşmelerle eş zamanlı olarak devam etti. - Dank moderner Technologie ist eine zeitgleiche Übertragung weltweit möglich.
→ Modern teknoloji sayesinde dünya çapında eş zamanlı yayın mümkündür.
- Die beiden Sportereignisse fanden zeitgleich in verschiedenen Städten statt.
⸻
zeitlos
⸻
- Almanca: zeitlos (sıfat / Adjektiv)
Türkçesi:
• zamansız
• modası geçmeyen
• klasik
• her döneme uygun
• eskimeyen
İngilizce anlamları:
• timeless
• classic
• ageless
• enduring
„Zeitlos“ kelimesi, özellikle moda, tasarım, sanat, güzellik veya fikirler için kullanılır ve bu şeylerin her dönemde değerini koruduğunu belirtir.
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• klassisch (klasik)
• dauerhaft (kalıcı)
• ewig (sonsuz)
• unvergänglich (solmaz, kalıcı)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• modisch (modaya uygun, geçici)
• vergänglich (geçici)
• kurzlebig (kısa ömürlü)
• altmodisch (modası geçmiş)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Das Design dieses Stuhls ist schlicht und zeitlos.
→ Bu sandalyenin tasarımı sade ve zamansızdır. - Ihre Schönheit gilt als zeitlos – unabhängig vom Alter.
→ Güzelliği yaşa bağlı olmaksızın zamansız kabul edilir. - Das Buch enthält zeitlose Weisheiten, die heute noch gültig sind.
→ Kitap, bugün hâlâ geçerli olan zamansız bilgelikler içeriyor. - Ein zeitloser Stil überdauert Modetrends und bleibt immer aktuell.
→ Zamansız bir stil moda trendlerinin ötesinde kalır ve her zaman güncel kalır. - Die Botschaft des Films ist zeitlos und spricht Menschen aller Generationen an.
→ Filmin mesajı zamansızdır ve tüm kuşaklara hitap eder.
- Das Design dieses Stuhls ist schlicht und zeitlos.
⸻
schlicht
⸻
- Almanca: schlicht (sıfat / Adjektiv, bazen zarf / Adverb)
Türkçesi:
• sade
• gösterişsiz
• yalın
• basit ama zarif
• dürüst (kişilik anlamında)
İngilizce anlamları:
• simple
• plain
• modest
• unpretentious
• straightforward
„Schlicht“ kelimesi hem tasarım, kıyafet, mobilya gibi şeyler için, hem de kişilik özellikleri için kullanılır. Zarif ama abartısız şeyleri tanımlar.
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• einfach (basit)
• zurückhaltend (gösterişsiz, ölçülü)
• bescheiden (alçakgönüllü)
• unauffällig (dikkat çekmeyen)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• auffällig (göze çarpan)
• prunkvoll (gösterişli)
• verschnörkelt (süslü, oymalı)
• extravagant (aşırı gösterişli)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Die Wohnung ist schlicht eingerichtet, aber sehr gemütlich.
→ Daire sade döşenmiş ama çok konforlu. - Ihr Kleid war schlicht, doch elegant und geschmackvoll.
→ Elbisesi sadeydi, ama zarif ve zevkliydi. - Er lebt in schlichten Verhältnissen, ohne viel Luxus.
→ Lüks olmadan, sade koşullarda yaşıyor. - Seine Ausdrucksweise ist schlicht und verständlich.
→ Onun ifade tarzı sade ve anlaşılırdır. - Trotz ihrer Berühmtheit bleibt sie eine schlichte und bodenständige Person.
→ Şöhretine rağmen sade ve mütevazı bir insan olarak kalıyor.
- Die Wohnung ist schlicht eingerichtet, aber sehr gemütlich.
⸻
prunkvoll
⸻
- Almanca: prunkvoll (sıfat / Adjektiv)
Türkçesi:
• gösterişli
• ihtişamlı
• süslü
• debdebeli
• lüks ve dikkat çekici
İngilizce anlamları:
• magnificent
• splendid
• pompous
• opulent
• lavish
„Prunkvoll“ genellikle saraylar, törenler, elbise ve dekorasyonlar, konuşmalar gibi görkemli ve etkileyici şeyler için kullanılır.
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• prächtig (ihtişamlı)
• glanzvoll (göz kamaştırıcı)
• opulent (aşırı lüks)
• luxuriös (lüks)
• imposant (etkileyici, heybetli)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• schlicht (sade)
• einfach (basit)
• bescheiden (alçakgönüllü)
• zurückhaltend (gösterişsiz)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Der Saal war prunkvoll mit Gold und Kristallen geschmückt.
→ Salon altın ve kristallerle ihtişamlı şekilde süslenmişti. - Die Hochzeit fand in einem prunkvollen Schloss statt.
→ Düğün görkemli bir şatoda gerçekleşti. - Seine Rede war prunkvoll, aber inhaltlich oberflächlich.
→ Konuşması gösterişliydi ama içerik açısından yüzeyseldi. - Die prunkvollen Feste des Barockzeitalters sind legendär.
→ Barok döneminin ihtişamlı kutlamaları efsanedir. - Sie trägt gerne prunkvolle Kleidung, die alle Blicke auf sich zieht.
→ O, tüm dikkatleri üzerine çeken gösterişli kıyafetler giymeyi sever.
- Der Saal war prunkvoll mit Gold und Kristallen geschmückt.
⸻
Das Zeitalter
⸻
- Almanca: das Zeitalter (isim / neutral – das)
Türkçesi:
• çağ
• dönem
• devir
• yüzyıl
İngilizce anlamları:
• age
• era
• epoch
• period
„Zeitalter“ kelimesi, genellikle tarihsel, teknolojik veya kültürel bakımdan belirli bir dönemi tanımlamak için kullanılır: z. B. „das Mittelalter“ (Orta Çağ), „das digitale Zeitalter“ (dijital çağ) gibi.
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Epoche (epok / çağ)
• die Ära (çağ / dönem)
• die Periode (periyot)
• die Zeitperiode (zaman dönemi)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• „Zeitalter“ kelimesinin tam zıttı yoktur çünkü bir dönemdir; ancak anlık olaylar veya der Zeitpunkt (tekil zaman noktası) gibi kavramlarla karşıtlık kurulabilir.
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Wir leben im Zeitalter der Digitalisierung und künstlichen Intelligenz.
→ Dijitalleşme ve yapay zekâ çağında yaşıyoruz. - Das Zeitalter der Aufklärung brachte große gesellschaftliche Veränderungen mit sich.
→ Aydınlanma Çağı büyük toplumsal değişiklikler getirdi. - Im Zeitalter der sozialen Medien verändert sich zwischenmenschliche Kommunikation rasant.
→ Sosyal medya çağında insanlar arası iletişim hızla değişiyor. - Jedes Zeitalter hat seine eigenen Werte und Ideale hervorgebracht.
→ Her çağ kendi değerlerini ve ideallerini ortaya koymuştur. - Im industriellen Zeitalter stand der technische Fortschritt im Vordergrund.
→ Sanayi çağında teknik ilerleme ön plandaydı.
- Wir leben im Zeitalter der Digitalisierung und künstlichen Intelligenz.
⸻
zeitig
⸻
- Almanca: zeitig (sıfat / Adjektiv ve zarf / Adverb)
Türkçesi:
• erken
• zamanında
• vaktinde
• uygun zamanda
İngilizce anlamları:
• early
• in time
• timely
• punctual(ly)
„Zeitig“ özellikle bir şeyin geç olmadan yapılması gerektiğini ifade eder. Konuşma dilinde „früh“ kelimesine benzer, ama „zeitig“ genellikle vaktinde / çok geç olmadan anlamına gelir.
⸻
**2. Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• früh (erken)
• rechtzeitig (tam zamanında)
• pünktlich (dakik, zamanında)
• beizeiten (erken vakitte – daha edebi)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• spät (geç)
• verspätet (gecikmiş)
• zu spät (çok geç)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Wenn du zeitig losgehst, kommst du stressfrei an.
→ Erken çıkarsan strese girmeden varırsın. - Ich habe versucht, zeitig ins Bett zu gehen, um morgen fit zu sein.
→ Yarın zinde olmak için erkenden yatmaya çalıştım. - Man sollte zeitig mit der Prüfungsvorbereitung beginnen.
→ Sınav hazırlığına zamanında başlamak gerekir. - Trotz des Regens kamen die Gäste zeitig zur Veranstaltung.
→ Yağmura rağmen misafirler etkinliğe zamanında geldi. - Sie erledigte ihre Aufgaben stets zeitig und zuverlässig.
→ O, görevlerini daima vaktinde ve güvenilir bir şekilde yerine getirirdi.
- Wenn du zeitig losgehst, kommst du stressfrei an.
⸻
unheimlich
A
⸻
- Almanca: unheimlich (sıfat ve zarf olarak kullanılır)
Türkçesi:
• Ürkütücü / korkutucu
• Tuhaf
• Tekinsiz
• Çok (yoğun anlamda, mecaz kullanımla)
• Aşırı derecede
İngilizce anlamları:
• eerie
• uncanny
• creepy
• spooky
• incredibly / extremely (mecaz anlamda)
„Unheimlich“ kelimesi hem negatif bir his (korkutucu, huzursuz edici) anlamına gelir, hem de güçlü bir abartma ifadesi olarak (“çok fazla”, “aşırı”) kullanılabilir.
⸻
- Kullanım Açıklamaları
A. Olumsuz – Korkutucu anlamda:
• „Ein unheimliches Geräusch“ → Korkutucu bir ses
• „Die Stille war unheimlich.“ → Sessizlik tekinsizdi.
B. Pekiştirici – Aşırı anlamda (konuşma dilinde):
• „Das war unheimlich interessant!“ → Bu aşırı derecede ilginçti!
• „Er ist unheimlich schnell!“ → O inanılmaz hızlı!
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• (A anlamında) gruselig, furchteinflößend, bedrohlich, seltsam
• (B anlamında) extrem, enorm, unglaublich, wahnsinnig
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• (A anlamında) angenehm, beruhigend, vertraut
• (B anlamında) wenig, kaum, leicht
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Es war unheimlich, wie leer die Stadt mitten in der Nacht war.
→ Gecenin ortasında şehrin bu kadar boş olması ürkütücüydü. - Sie hat ein unheimliches Talent für Sprachen.
→ Diller konusunda inanılmaz bir yeteneği var. - Das alte Haus wirkte unheimlich, besonders bei Nebel.
→ Eski ev özellikle sisli havada tekinsiz görünüyordu. - Ich finde ihn unheimlich sympathisch, obwohl ich ihn kaum kenne.
→ Onu pek tanımasam da inanılmaz sempatik buluyorum. - Diese Musik hat eine unheimliche Wirkung auf meine Stimmung.
→ Bu müziğin ruh halim üzerinde tuhaf bir etkisi var.
- Es war unheimlich, wie leer die Stadt mitten in der Nacht war.
⸻
entschleunigen
⸻
- Almanca: entschleunigen (fiil – düzenli, zayıf fiil)
Türkçesi:
• Yavaşlatmak
• Hızını düşürmek
• Tempoyu azaltmak
• Yavaş yaşamaya yönelmek
İngilizce anlamları:
• to slow down
• to decelerate
• to reduce speed
• to take things more slowly
„Entschleunigen“, modern hayatın stresli ve hızlı temposuna karşı kullanılan bir yaşam tarzı ve hareket kavramıdır. Bireylerin veya süreçlerin bilinçli olarak yavaşlatılmasını ifade eder.
⸻
- Fiilin Çekimi (Präsens & Perfekt)
Kişi Präsens (şimdiki zaman) Perfekt (geçmiş zaman)
ich entschleunige habe entschleunigt
du entschleunigst hast entschleunigt
er/sie/es entschleunigt hat entschleunigt
wir entschleunigen haben entschleunigt
ihr entschleunigt habt entschleunigt
sie/Sie entschleunigen haben entschleunigt
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• verlangsamen (yavaşlatmak)
• abbremsen (hızını kesmek)
• zur Ruhe kommen (sakinleşmek)
• entschärfen (hafifletmek)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• beschleunigen (hızlandırmak)
• antreiben (hız vermek, zorlamak)
• hetzen (koşturmak, acele ettirmek)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- In einer hektischen Welt ist es wichtig, bewusst zu entschleunigen.
→ Hızlı tempolu bir dünyada bilinçli olarak yavaşlamak önemlidir. - Der Urlaub in den Bergen hat mir geholfen, den Alltag zu entschleunigen.
→ Dağlardaki tatil, günlük hayatımın temposunu yavaşlatmama yardımcı oldu. - Viele Menschen sehnen sich danach, ihr Leben zu entschleunigen.
→ Pek çok insan, hayatlarını yavaşlatmayı arzuluyor. - Mit Yoga und Meditation versuche ich, meinen Geist zu entschleunigen.
→ Yoga ve meditasyonla zihnimi yavaşlatmaya çalışıyorum. - Die digitale Welt erschwert es, wirklich zu entschleunigen.
→ Dijital dünya, gerçekten yavaşlamayı zorlaştırıyor.
- In einer hektischen Welt ist es wichtig, bewusst zu entschleunigen.
⸻
künftiger
künftig
„künftiger“ Almanca’da bir sıfattır ve “gelecek, ilerideki, ileride olacak olan” anlamına gelir. Genellikle bir isimle birlikte kullanılarak gelecekte gerçekleşmesi beklenen bir durumu, kişiyi ya da olayı tanımlar.
⸻
- Temel Bilgiler
• Grundform (temel şekli): künftig
• Komparativ / Superlativ: kullanılmaz (zaman ifadesi olduğu için karşılaştırılamaz)
• Türkçesi: gelecekteki, ilerideki
⸻
- İngilizce Anlamları
• future
• upcoming
• prospective
• forthcoming (daha resmi bağlamlarda)
⸻
- Kullanım Örnekleri
• künftiger Arbeitsplatz → gelecekteki iş yeri
• künftige Generationen → gelecek nesiller
• mein künftiger Chef → gelecekteki patronum
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• zukünftig
• später
• in der Zukunft liegend
• bevorstehend (yaklaşan)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• vergangen (geçmiş)
• ehemalig (önceki)
• früher (önceden)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Die künftigen Entwicklungen der Technologie sind kaum vorhersehbar.“
→ Teknolojinin gelecekteki gelişmeleri neredeyse öngörülemez. - „Künftige Entscheidungen sollten stärker auf Nachhaltigkeit ausgerichtet sein.“
→ Gelecekteki kararlar daha çok sürdürülebilirliğe odaklanmalı. - „Wir tragen Verantwortung für künftige Generationen.“
→ Gelecek nesiller için sorumluluk taşıyoruz. - „Die künftige Zusammenarbeit mit dem Partnerunternehmen ist entscheidend.“
→ Partner şirketle gelecekteki iş birliği belirleyici olacak. - „Der künftige Präsident kündigte umfassende Reformen an.“
→ Gelecekteki başkan kapsamlı reformlar açıkladı.
- „Die künftigen Entwicklungen der Technologie sind kaum vorhersehbar.“
⸻
İstersen „künftig“ sıfatını içeren kısa bir paragraf ya da sunum cümlesi de hazırlayabilirim. Yardımcı olayım mı?
vorteilhaft
„vorteilhaft“ Almanca’da çok yaygın kullanılan bir sıfattır ve bir şeyin faydalı, avantajlı, yararlı olduğunu ifade eder.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ Avantajlı
→ Faydalı
→ Yararlı
→ Elverişli
⸻
- İngilizce Anlamı
• advantageous
• beneficial
• favorable
• useful
⸻
- Kullanım Açıklaması
Bu sıfat, hem somut (örneğin: „vorteilhafte Bedingungen“ – elverişli koşullar), hem soyut (örneğin: „vorteilhafte Wirkung“ – faydalı etki) durumlar için kullanılabilir.
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• nützlich (yararlı)
• hilfreich (yardımcı)
• lohnenswert (değerli)
• positiv
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• nachteilig (dezavantajlı)
• schädlich (zararlı)
• ungünstig (elverişsiz)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Es wäre vorteilhaft, frühzeitig mit der Prüfungsvorbereitung zu beginnen.“
→ Sınav hazırlığına erken başlamak faydalı olurdu. - „Ein Auslandssemester ist oft sehr vorteilhaft für die berufliche Laufbahn.“
→ Yurt dışı dönemi genellikle kariyer açısından çok avantajlıdır. - „Ihre Sprachkenntnisse erwiesen sich als äußerst vorteilhaft im Bewerbungsgespräch.“
→ Dil bilgisi, iş görüşmesinde son derece faydalı oldu. - „Sportliche Betätigung hat viele vorteilhafte Auswirkungen auf die Gesundheit.“
→ Spor yapmak sağlığa birçok faydalı etki yapar. - „Die neue Software bietet vorteilhafte Funktionen für Unternehmen.“
→ Yeni yazılım, şirketler için avantajlı özellikler sunuyor.
- „Es wäre vorteilhaft, frühzeitig mit der Prüfungsvorbereitung zu beginnen.“
⸻
Künftige Rolle
„künftige Rolle“ ifadesi Almanca’da bir kişinin ya da şeyin gelecekte üstleneceği görev, pozisyon, sorumluluk veya etki alanı anlamına gelir.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ Gelecekteki rol
→ İlerideki görev
→ İleride üstleneceği pozisyon / etki
⸻
- İngilizce Anlamı
• future role
• upcoming role
• prospective role
⸻
- Kullanım Açıklaması
Bu ifade hem sosyal, mesleki hem de politik ya da teknolojik bağlamlarda kullanılabilir:
• „Die künftige Rolle Deutschlands in Europa“
→ Almanya’nın Avrupa’daki gelecekteki rolü
• „Seine künftige Rolle im Unternehmen ist noch unklar.“
→ Şirketteki gelecekteki rolü henüz net değil.
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• zukünftige Funktion
• kommende Aufgabe
• erwartete Verantwortung
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• ehemalige Rolle (önceki rol)
• jetzige Position (şimdiki pozisyon)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Seine künftige Rolle als Führungskraft erfordert neue Kompetenzen.“
→ Yönetici olarak gelecekteki rolü, yeni beceriler gerektiriyor. - „Die künftige Rolle der künstlichen Intelligenz wird kontrovers diskutiert.“
→ Yapay zekânın gelecekteki rolü tartışmalı şekilde ele alınıyor. - „Ich frage mich, welche künftige Rolle Bildung in der digitalen Gesellschaft spielen wird.“
→ Eğitimin dijital toplumda nasıl bir gelecekteki rol oynayacağını merak ediyorum. - „Die künftige Rolle von Wasser als Ressource wird immer bedeutender.“
→ Su kaynağının gelecekteki rolü giderek daha önemli hale geliyor. - „Er bereitet sich intensiv auf seine künftige Rolle im Projektteam vor.“
→ Projede üstleneceği gelecekteki rol için yoğun şekilde hazırlanıyor.
- „Seine künftige Rolle als Führungskraft erfordert neue Kompetenzen.“
⸻
Bezüglich
„bezüglich“ Almanca’da çok kullanılan bir edattır (präposition) ve cümleye -e dair, ile ilgili, hakkında anlamı katar. Resmî ve yazılı dilde sıkça görülür.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ … hakkında
→ … ile ilgili olarak
→ … konusunda
→ … bakımından
⸻
- İngilizce Anlamı
• regarding
• concerning
• in relation to
• with regard to
⸻
- Kullanım Açıklaması
Genellikle Genitiv hâliyle (ilgi eki) kullanılır:
„Bezüglich des Projekts gibt es neue Informationen.“
→ Proje hakkında yeni bilgiler var.
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• hinsichtlich (bakımından)
• in Bezug auf
• betreffend
• was … betrifft
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• unabhängig von (…den bağımsız olarak)
• losgelöst von (…den ayrı olarak)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Bezüglich Ihrer Anfrage werden wir uns morgen bei Ihnen melden.“
→ Talebinizle ilgili olarak yarın sizinle iletişime geçeceğiz. - „Es gibt viele Unsicherheiten bezüglich der wirtschaftlichen Entwicklung.“
→ Ekonomik gelişmeyle ilgili birçok belirsizlik var. - „Bezüglich der Prüfung gelten neue Regeln.“
→ Sınavla ilgili yeni kurallar geçerlidir. - „Bezüglich des Treffens herrscht noch Unklarheit über den genauen Termin.“
→ Toplantı hakkında kesin tarih hâlâ net değil. - „Bezüglich der Studienwahl sollte man sich gut informieren.“
→ Bölüm seçimi konusunda iyi bilgi edinilmelidir.
- „Bezüglich Ihrer Anfrage werden wir uns morgen bei Ihnen melden.“
⸻
lästig
Kelime: Lästig
Türkçe Anlamı: Can sıkıcı, rahatsız edici, usandırıcı, baş belası.
İngilizce Anlamları: Annoying, bothersome, irritating, troublesome.
⸻
Almanca Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• Angenehm (hoş, keyifli)
• Erfreulich (sevindirici)
• Sympathisch (sempatik)
Almanca Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• Lästig: Nervig, Störend, Unangenehm, Unerwünscht, Aufdringlich
⸻
C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle:
1. Die ständigen Nachfragen des Journalisten wurden zunehmend lästig.
(Gazetecinin sürekli soruları giderek can sıkıcı hâle geldi.)
2. Ich finde es lästig, jeden Tag im Stau stehen zu müssen.
(Her gün trafikte beklemek bana çok can sıkıcı geliyor.)
3. Manche Kollegen sind so lästig, dass man kaum in Ruhe arbeiten kann.
(Bazı iş arkadaşları o kadar rahatsız edici ki insan rahat çalışamıyor.)
4. Die Mücken waren in der Sommernacht besonders lästig.
(Yaz gecesi sivrisinekler özellikle rahatsız ediciydi.)
5. Obwohl die Aufgabe lästig war, erledigte sie sie gewissenhaft.
(Görev can sıkıcı olsa da, o yine de titizlikle yerine getirdi.)
⸻
blauäugig
📘 Adjektiv: blauäugig
⸻
✅ Türkçe Anlamları:
1. (Kelime anlamı)
• mavi gözlü
2. (Mecaz anlam)
• saf,
• aşırı iyi niyetli,
• kolay kanan,
• naif,
• dünyadan habersiz
Genellikle eleştirel ya da hafif alaycı bir tonda kullanılır.
⸻
✅ İngilizce Anlamları:
1. (Literal): blue-eyed
2. (Figurative):
• naive
• gullible
• overly idealistic
• unsuspecting
• too trusting
⸻
🟦 Benzer Anlamlılar (Synonyme – figurativ):
• leichtgläubig → kolay inanan
• naiv → saf
• gutgläubig → iyi niyetli
• weltfremd → dünyadan bihaber
• unerfahren → deneyimsiz
🟥 Zıt Anlamlılar (Antonyme – figurativ):
• misstrauisch → kuşkucu
• skeptisch → şüpheci
• abgeklärt → hayat tecrübesi olan
• realistisch → gerçekçi
⸻
✳️ C1 Düzeyinde 5 Beispielsätze mit „blauäugig“ + Türkçe Anlamları:
1. Es ist blauäugig zu glauben, dass alle Menschen nur Gutes im Sinn haben.
(Herkesin sadece iyi niyetli olduğunu sanmak saflıktır.)
2. Sie ging blauäugig in die Verhandlungen und wurde schnell enttäuscht.
(Görüşmelere safça girdi ve hemen hayal kırıklığına uğradı.)
3. Er war zu blauäugig, um die wahren Absichten seines Geschäftspartners zu erkennen.
(İş ortağının gerçek niyetlerini anlayamayacak kadar safmış.)
4. Blauäugig investierte sie ihr ganzes Erspartes in das fragwürdige Projekt.
(Şüpheli projeye tüm birikimini safça yatırdı.)
5. Politiker dürfen nicht blauäugig sein, wenn es um internationale Beziehungen geht.
(Siyasetçiler, uluslararası ilişkiler söz konusu olduğunda saf olmamalıdır.)
⸻
İstersen bu sıfatı içeren kısa bir hikâye ya da mecaz ve gerçek anlamını karşılaştıran bir tablo da hazırlayabilirim. Yardımcı olayım mı? 😊
plausibel
📘 Adjektiv: plausibel
⸻
✅ Türkçe Anlamları:
• mantıklı
• akla yatkın
• inandırıcı
• makul
• anlaşılır
“Plausibel” sıfatı, bir açıklama veya gerekçenin mantıklı, ikna edici ve anlaşılır olduğunu ifade eder.
⸻
✅ İngilizce Anlamları:
• plausible
• reasonable
• believable
• credible
• convincing
⸻
🟦 Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• glaubhaft → inandırıcı
• nachvollziehbar → anlaşılabilir
• einleuchtend → açık ve mantıklı
• logisch → mantıklı
• überzeugend → ikna edici
🟥 Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• unplausibel → mantıksız
• unglaubwürdig → inandırıcı olmayan
• widersprüchlich → çelişkili
• fragwürdig → şüpheli
• absurd → saçma
⸻
✳️ C1 Düzeyinde 5 Beispielsätze mit „plausibel“ + Türkçe Anlamları:
1. Die Erklärung des Zeugen klang plausibel und wurde vom Gericht akzeptiert.
(Tanığın açıklaması mantıklıydı ve mahkeme tarafından kabul edildi.)
2. Er konnte seine Verspätung mit einem plausiblen Grund rechtfertigen.
(Geç kalmasını mantıklı bir gerekçeyle açıklayabildi.)
3. Die Theorie ist zwar ungewöhnlich, aber durchaus plausibel.
(Teori alışılmadık olsa da kesinlikle akla yatkın.)
4. Die Forscher präsentierten eine plausible Lösung für das komplexe Problem.
(Araştırmacılar karmaşık soruna mantıklı bir çözüm sundular.)
5. Ihre Argumente waren plausibel, aber nicht vollständig überzeugend.
(Onun argümanları mantıklıydı ama tamamen ikna edici değildi.)
⸻
rasant
📘 Adjektiv: rasant
⸻
✅ Türkçe Anlamları:
• hızlı, ani, çok çabuk gelişen
• baş döndürücü hızda
• çok hızlı tempolu
• sert ve ani şekilde ilerleyen
• (Konuşma dilinde) etkileyici veya heyecan verici (örn. rasanter Film)
⸻
✅ İngilizce Anlamları:
• rapid
• swift
• fast-paced
• spectacular (in some contexts)
• dramatic (when describing sharp, fast changes)
⸻
🟦 Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• schnell → hızlı
• blitzartig → yıldırım gibi
• stürmisch → fırtına gibi / şiddetli
• temporeich → tempolu
• sprunghaft → sıçramalı / ani
🟥 Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• langsam → yavaş
• schleppend → ağır ilerleyen
• gemächlich → rahat ve yavaş
• allmählich → yavaş yavaş, kademeli
⸻
✳️ C1 Düzeyinde 5 Beispielsätze mit „rasant“ + Türkçe Anlamları:
1. Die Technologie hat sich in den letzten Jahren rasant weiterentwickelt.
(Teknoloji son yıllarda baş döndürücü bir hızla gelişti.)
2. Der Film war rasant und voller spannender Szenen.
(Film çok hızlı tempoluydu ve heyecan verici sahnelerle doluydu.)
3. Die Zahl der Infizierten stieg rasant an.
(Enfekte kişi sayısı çok hızlı bir şekilde arttı.)
4. Er machte eine rasante Karriere im internationalen Management.
(Uluslararası yönetimde çok hızlı bir kariyer yaptı.)
5. Mit rasanter Geschwindigkeit fuhr der Wagen durch die Kurve.
(Araç virajdan baş döndürücü bir hızla geçti.)
⸻
unermüdlich
📘 Adjektiv: unermüdlich
⸻
✅ Türkçe Anlamları:
• yorulmak bilmeyen
• bıkmadan usanmadan
• sürekli, aralıksız
• tükenmez bir azimle
• bitmek tükenmek bilmeyen bir şekilde
“Unermüdlich”, bir kişinin ya da bir eylemin çok uzun süre, azimle, hiç durmadan ve motivasyon kaybetmeden sürdüğünü anlatır.
Genellikle olumlu bir anlam taşır, takdir ya da hayranlık bildiren durumlarda kullanılır.
⸻
✅ İngilizce Anlamları:
• tireless
• relentless
• indefatigable
• unflagging
• persistent
⸻
🟦 Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• ausdauernd → dayanıklı
• beharrlich → ısrarlı
• stetig → sürekli
• energisch → enerjik
• zielstrebig → kararlı
🟥 Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• müde → yorgun
• nachlassend → azalan
• träge → tembel, ağır
• lustlos → isteksiz
• wankelmütig → kararsız, değişken
⸻
✳️ C1 Düzeyinde 5 Beispielsätze mit „unermüdlich“ + Türkçe Anlamları:
1. Sie arbeitet unermüdlich daran, die Lebensbedingungen der Menschen zu verbessern.
(İnsanların yaşam koşullarını iyileştirmek için yorulmadan çalışıyor.)
2. Der Wissenschaftler forschte unermüdlich, bis er einen Durchbruch erzielte.
(Bilim insanı bir atılım elde edene kadar yorulmadan araştırdı.)
3. Unermüdlich kämpften die Helfer gegen die Flammen im Wald.
(Yardım ekipleri ormandaki alevlere karşı bıkmadan savaştılar.)
4. Er verfolgt sein Ziel unermüdlich, trotz vieler Rückschläge.
(Birçok aksiliğe rağmen hedefine yorulmadan ilerliyor.)
5. Die Aktivistin setzte sich unermüdlich für soziale Gerechtigkeit ein.
(Aktivist, sosyal adalet için yorulmak bilmeden mücadele etti.)
⸻
mangelnde
📘 Wortart: „mangelnde“ (Partizip / Adjektivform von „mangeln an“)
⸻
✅ Türkçe Anlamı:
• eksik olan,
• yetersiz,
• noksan,
• olmayan,
• yokluğu hissedilen
“mangelnde” sıfatı, bir şeyin eksikliğini ya da yetersizliğini tanımlar. Genellikle “mangelnde Erfahrung” (yetersiz deneyim), “mangelnde Kommunikation” (eksik iletişim) gibi kullanılır.
⸻
✅ İngilizce Anlamları:
• lacking
• insufficient
• inadequate
• deficient
⸻
🟦 Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• fehlend → eksik
• unzureichend → yetersiz
• dürftig → kıt, yetersiz
• knapp → sınırlı
• schwach → zayıf
🟥 Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• ausreichend → yeterli
• vorhanden → mevcut
• stark → güçlü
• kompetent → yetkin
• ausgeprägt → belirgin
⸻
✳️ C1 Düzeyinde 5 Beispielsätze mit „mangelnde“ + Türkçe Anlamları:
1. Die mangelende Kommunikation führte zu Missverständnissen im Team.
(Eksik iletişim, ekip içinde yanlış anlamalara yol açtı.)
2. Seine Bewerbung wurde wegen mangelnder Berufserfahrung abgelehnt.
(Başvurusu, mesleki deneyim yetersizliğinden reddedildi.)
3. Mangelnde Vorbereitung war der Hauptgrund für das Scheitern der Präsentation.
(Yetersiz hazırlık, sunumun başarısız olmasının başlıca nedeniydi.)
4. Das Projekt scheiterte an mangelnder Unterstützung von Seiten der Politik.
(Proje, siyasi destek yetersizliği nedeniyle başarısız oldu.)
5. Mangelnde Konzentration kann zu schweren Fehlern führen.
(Dikkat eksikliği ciddi hatalara yol açabilir.)
⸻
unzureichende
📘 Wortart: „unzureichende“ (Adjektiv, deklinierte Form von unzureichend)
⸻
✅ Türkçe Anlamı:
• yetersiz,
• eksik,
• kifayetsiz,
• tatmin edici olmayan,
• yetersiz kalan
„Unzureichende“, bir şeyin beklenen ya da gereken düzeye ulaşmadığını ve yeterli olmadığını belirtmek için kullanılır.
Genellikle olumsuz durumlar, başarısızlık nedenleri, eleştiriler gibi bağlamlarda geçer.
⸻
✅ İngilizce Anlamları:
• insufficient
• inadequate
• deficient
• lacking
• not enough
⸻
🟦 Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• mangelhaft → kusurlu
• schwach → zayıf
• dürftig → kıt
• ungenügend → yeterli olmayan
• knapp → sınırlı
🟥 Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• ausreichend → yeterli
• genügend → yeterli
• vollkommen → eksiksiz
• zufriedenstellend → tatmin edici
• optimal → en uygun
⸻
✳️ C1 Düzeyinde 5 Beispielsätze mit „unzureichende“ + Türkçe Anlamları:
1. Die unzureichende Finanzierung gefährdet den Fortbestand des Projekts.
(Yetersiz finansman, projenin devamını tehlikeye atıyor.)
2. Unzureichende Deutschkenntnisse stellen für viele Migranten ein großes Hindernis dar.
(Yetersiz Almanca bilgisi, birçok göçmen için büyük bir engel teşkil ediyor.)
3. Die unzureichende Vorbereitung spiegelte sich in seiner schlechten Leistung wider.
(Yetersiz hazırlık, onun kötü performansına yansıdı.)
4. Unzureichende Sicherheitsvorkehrungen führten zu mehreren Unfällen.
(Yetersiz güvenlik önlemleri, birkaç kazaya yol açtı.)
5. Das Unternehmen steht wegen unzureichender Qualität der Produkte in der Kritik.
(Şirket, ürünlerin yetersiz kalitesi nedeniyle eleştiriliyor.)
⸻
unterschätzen
📘 Verb: unterschätzen
(trennbares Verb değil – düzenli fiildir)
⸻
✅ Türkçe Anlamı:
• küçümsemek
• hafife almak
• gereğinden az değer vermek
• yanlış değerlendirmek (eksik tahmin etmek)
Bir şeyin gerçek değerini, etkisini veya gücünü olduğundan düşük görmek anlamında kullanılır. İnsanlar, durumlar veya riskler için geçerlidir.
⸻
✅ İngilizce Anlamları:
• to underestimate
• to underrate
• to undervalue
• to misjudge (as less important or serious)
⸻
🟦 Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• missachten → önemsememek
• gering schätzen → azımsamak
• nicht ernst nehmen → ciddiye almamak
• verkennen → yanlış değerlendirmek
🟥 Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• überschätzen → abartmak, fazla değer vermek
• hoch einschätzen → yüksek takdir etmek
• würdigen → değerini bilmek
• respektieren → saygı göstermek
⸻
✳️ C1 Düzeyinde 5 Beispielsätze mit „unterschätzen“ + Türkçe Anlamları:
1. Man sollte niemals die Entschlossenheit eines motivierten Teams unterschätzen.
(Motivasyonu yüksek bir ekibin kararlılığı asla küçümsenmemelidir.)
2. Er hat völlig unterschätzt, wie viel Arbeit das Projekt erfordert.
(Projenin ne kadar emek gerektirdiğini tamamen hafife aldı.)
3. Viele Menschen unterschätzen die langfristigen Folgen von Stress.
(Birçok insan stresin uzun vadeli etkilerini hafife alır.)
4. Die Gefahr wurde anfangs unterschätzt und daher nicht ernst genommen.
(Tehlike başta hafife alındı ve bu yüzden ciddiye alınmadı.)
5. Sie unterschätzt regelmäßig ihr eigenes Potenzial.
(Kendi potansiyelini sürekli küçümsüyor.)
⸻