Nomen Flashcards
(35 cards)
Das Stofftier
- Almanca: die Stofftiere (çoğul)
Tekili: das Stofftier
Türkçesi: peluş hayvan, peluş oyuncak
İngilizce anlamları:
• stuffed animals
• soft toys
• plush toys
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Kuscheltiere (sarılmalık oyuncaklar)
• die Plüschtiere (peluş oyuncaklar)
• die Teddybären (ayı şeklinde olanlar özelinde)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
Peluş hayvanlar somut oyuncaklar olduğu için gerçek bir zıt anlamı yoktur. Ama tür olarak şöyle ayırabiliriz:
• die echten Tiere (gerçek hayvanlar)
• die Spielzeuge aus Metall oder Plastik (metal veya plastikten yapılmış oyuncaklar)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Obwohl sie längst erwachsen ist, hat sie ihre alten Stofftiere immer noch im Regal stehen.
→ Artık yetişkin olmasına rağmen eski peluş oyuncaklarını hâlâ rafında tutuyor. - Die Stofftiere wurden in liebevoller Handarbeit aus Bio-Baumwolle gefertigt.
→ Peluş oyuncaklar sevgiyle, organik pamuktan el işçiliğiyle üretildi. - Kinder entwickeln oft eine emotionale Bindung zu ihren Stofftieren, die ihnen Sicherheit gibt.
→ Çocuklar peluş oyuncaklarına sık sık duygusal bir bağ geliştirirler; bu onlara güvenlik hissi verir. - Im Museum wurde eine Sonderausstellung über die Geschichte der Stofftiere gezeigt.
→ Müzede peluş oyuncakların tarihiyle ilgili özel bir sergi gösterildi. - Nach dem Umzug entdeckte sie in einem alten Karton ihre verlorengeglaubten Stofftiere wieder.
→ Taşındıktan sonra eski bir kutuda kaybolduğunu sandığı peluş oyuncaklarını yeniden buldu.
- Obwohl sie längst erwachsen ist, hat sie ihre alten Stofftiere immer noch im Regal stehen.
⸻
Der Zeitgeist
⸻
- Almanca: der Zeitgeist
Türkçesi: zamanın ruhu, çağın ruhu
Bir dönemin hâkim düşünce tarzını, modasını, değer yargılarını ve kültürel eğilimlerini ifade eder.
İngilizce anlamları:
• spirit of the times
• zeitgeist (İngilizce’de de bu Almanca kelime bazen aynen kullanılır)
• cultural climate
• general attitude of an era
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Stimmung der Epoche (dönemin havası)
• die kulturelle Strömung (kültürel akım)
• der Trend der Zeit (zamanın modası)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• der Konservatismus (tutuculuk, zamanın ruhuna direnen yaklaşım)
• der Anachronismus (anakronizm, çağa uymayan düşünce veya davranış)
• die Gegenbewegung (karşıt akım)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Der Film spiegelt perfekt den Zeitgeist der 1980er-Jahre wider.
→ Film, 1980’li yılların zaman ruhunu mükemmel bir şekilde yansıtıyor. - Der Zeitgeist verändert sich ständig, beeinflusst durch Technologie, Politik und Gesellschaft.
→ Zamanın ruhu sürekli değişir; teknoloji, siyaset ve toplum tarafından şekillendirilir. - Viele Designer orientieren sich am aktuellen Zeitgeist, um ihre Modekollektionen zu gestalten.
→ Birçok tasarımcı, moda koleksiyonlarını oluştururken günümüzün ruhundan ilham alır. - Seine Ideen wirkten damals revolutionär, doch heute gelten sie als Teil des Zeitgeists.
→ Onun fikirleri o zamanlar devrimciydi, ama bugün zamanın bir parçası olarak kabul ediliyor. - Um ein historisches Ereignis wirklich zu verstehen, muss man auch den damaligen Zeitgeist kennen.
→ Tarihi bir olayı gerçekten anlayabilmek için, o dönemin ruhunu da bilmek gerekir.
- Der Film spiegelt perfekt den Zeitgeist der 1980er-Jahre wider.
⸻
Der Zeitdruck
⸻
- Almanca: der Zeitdruck (isim / maskulin)
Türkçesi:
• zaman baskısı
• zaman darlığı
• vakit sıkışıklığı
İngilizce anlamları:
• time pressure
• pressure of time
• time constraints
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• der Termindruck (randevu/zaman baskısı)
• die Eile (acele)
• die Hetze (koşuşturmaca)
• die Zeitnot (zaman sıkıntısı)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Zeitfreiheit (zaman özgürlüğü)
• die Entspannung (rahatlık, gevşeme)
• die Gelassenheit (sakinlik)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Unter ständigem Zeitdruck leidet nicht nur die Qualität der Arbeit, sondern auch die Gesundheit.
→ Sürekli zaman baskısı altında sadece işin kalitesi değil, sağlık da zarar görür. - Wegen des Zeitdrucks konnte das Projekt nicht gründlich überprüft werden.
→ Zaman darlığı yüzünden proje ayrıntılı olarak incelenemedi. - Der Zeitdruck vor der Abgabe führte zu vielen Überstunden im Team.
→ Teslim tarihinden önceki zaman baskısı, ekipte fazla mesailere yol açtı. - Viele Schüler empfinden während der Prüfungszeit enormen Zeitdruck.
→ Birçok öğrenci sınav döneminde büyük bir zaman baskısı hisseder. - Zeitdruck ist eine der häufigsten Ursachen für beruflichen Stress.
→ Zaman baskısı, işle ilgili stresin en yaygın nedenlerinden biridir.
- Unter ständigem Zeitdruck leidet nicht nur die Qualität der Arbeit, sondern auch die Gesundheit.
⸻
Die Zeitverschwendung
⸻
- Almanca: die Zeitverschwendung (isim / feminin)
Türkçesi:
• zaman kaybı
• zaman israfı
• boşa zaman harcama
İngilizce anlamları:
• waste of time
• time wasting
• squandering of time
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• der Zeitverlust (zaman kaybı)
• das Zeitvergeuden (zamanı boşa harcama)
• die Untätigkeit (eylemsizlik)
• die Ineffizienz (verimsizlik)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Zeitnutzung (zamanı değerlendirme)
• die Effizienz (etkinlik, verim)
• die Produktivität (üretkenlik)
• die sinnvolle Beschäftigung (anlamlı uğraş)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Lange Meetings ohne klare Ziele sind oft reine Zeitverschwendung.
→ Belirli hedefi olmayan uzun toplantılar genellikle tam bir zaman kaybıdır. - Er empfindet soziale Medien als Zeitverschwendung, wenn sie unkontrolliert genutzt werden.
→ Sosyal medyayı kontrolsüz kullanıldığında zaman kaybı olarak görüyor. - Für sie ist es Zeitverschwendung, sich mit unwichtigen Details aufzuhalten.
→ Önemsiz ayrıntılarla oyalanmak onun için zaman kaybıdır. - Die ständige Wiederholung derselben Aufgaben führt zu unnötiger Zeitverschwendung.
→ Aynı görevlerin sürekli tekrarlanması gereksiz zaman israfına yol açar. - Viele Menschen merken erst im Nachhinein, wie viel Zeitverschwendung manche Aktivitäten waren.
→ Birçok insan bazı aktivitelerin ne kadar zaman kaybı olduğunu ancak sonradan fark eder.
- Lange Meetings ohne klare Ziele sind oft reine Zeitverschwendung.
⸻
Der Zeitpunkt
⸻
- Almanca: der Zeitpunkt (isim / maskulin)
Türkçesi:
• zaman noktası
• an
• belirli bir zaman / vakit
İngilizce anlamları:
• point in time
• moment
• (specific) time
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• der Moment (an)
• die Zeitangabe (zaman ifadesi)
• der Termin (randevu, belirli zaman)
• die Gelegenheit (fırsat, uygun an)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Dauer (süre)
• die Unbestimmtheit (belirsizlik)
• die Ewigkeit (sonsuzluk)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Der richtige Zeitpunkt für eine Entscheidung ist oft schwer zu erkennen.
→ Bir karar için doğru zamanı belirlemek çoğu zaman zordur. - Zum jetzigen Zeitpunkt können wir noch keine verbindliche Aussage machen.
→ Şu anda henüz kesin bir açıklama yapamıyoruz. - Der Unfall ereignete sich zu einem ungünstigen Zeitpunkt während des Berufsverkehrs.
→ Kaza, yoğun iş trafiği sırasında, elverişsiz bir anda meydana geldi. - Sie wartete geduldig auf den passenden Zeitpunkt, um das Thema anzusprechen.
→ Konuyu açmak için uygun anı sabırla bekledi. - Viele Investoren versuchen, den idealen Zeitpunkt für den Einstieg in den Markt zu finden.
→ Birçok yatırımcı, piyasaya giriş için ideal anı bulmaya çalışır.
- Der richtige Zeitpunkt für eine Entscheidung ist oft schwer zu erkennen.
⸻
Der Zeitunterschied
⸻
- Almanca: der Zeitunterschied (isim / maskulin)
Türkçesi:
• zaman farkı
• saat farkı
• zaman dilimi farkı
İngilizce anlamları:
• time difference
• time zone difference
• time gap
Genellikle farklı ülkeler ya da bölgeler arasındaki saat farkından söz ederken kullanılır.
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Zeitverschiebung (saat kayması)
• die Differenz in der Uhrzeit (saat farkı)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die gleiche Zeit (aynı zaman)
• keine Zeitdifferenz (zaman farkı yok)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Der Zeitunterschied zwischen Berlin und Tokio beträgt acht Stunden.
→ Berlin ile Tokyo arasındaki saat farkı sekiz saattir. - Wegen des großen Zeitunterschieds war eine direkte Kommunikation schwierig.
→ Büyük zaman farkı nedeniyle doğrudan iletişim zordu. - Der Jetlag entsteht oft durch einen starken Zeitunterschied bei Fernreisen.
→ Jet lag, genellikle uzak mesafe seyahatlerinde büyük zaman farkından kaynaklanır. - Der Zeitunterschied erschwerte die Terminplanung für die Videokonferenz.
→ Saat farkı, video konferans için randevu planlamasını zorlaştırdı. - Bei internationalen Projekten muss der Zeitunterschied stets berücksichtigt werden.
→ Uluslararası projelerde saat farkı her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.
- Der Zeitunterschied zwischen Berlin und Tokio beträgt acht Stunden.
⸻
Der Zeitraum
⸻
- Almanca: der Zeitraum (isim / maskulin)
Türkçesi:
• zaman aralığı
• süre
• belli bir zaman dilimi
İngilizce anlamları:
• time period
• period of time
• time span
• interval
„Zeitraum“ kelimesi, genellikle bir başlangıç ve bitiş noktası olan belirli bir zaman dilimini ifade eder.
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Zeitspanne (zaman aralığı)
• die Periode (dönem)
• die Dauer (süre)
• der Abschnitt (bölüm, dönem)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• der Zeitpunkt (tekil bir an)
• das Moment (an)
• die Kürze (kısalık)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Der Zeitraum für die Anmeldung endet am 15. Juni.
→ Kayıt için belirlenen süre 15 Haziran’da sona eriyor. - Im genannten Zeitraum wurden keine Unregelmäßigkeiten festgestellt.
→ Belirtilen zaman diliminde herhangi bir usulsüzlük tespit edilmedi. - Ein längerer Zeitraum ohne Pause kann zu Konzentrationsverlust führen.
→ Uzun süreli molasız çalışma, konsantrasyon kaybına yol açabilir. - Während des Zeitraums von 2000 bis 2010 veränderte sich die Technologie rasant.
→ 2000 ile 2010 yılları arasındaki dönemde teknoloji hızla değişti. - Für diesen Zeitraum erhalten alle Teilnehmer eine finanzielle Unterstützung.
→ Bu süre zarfında tüm katılımcılar maddi destek alacaktır.
- Der Zeitraum für die Anmeldung endet am 15. Juni.
⸻
Der Auslöser
⸻
- Almanca: der Auslöser (isim / maskulin – der)
Türkçesi:
• tetikleyici
• neden
• sebep
• düğme (fotoğraf makinesi vb. için)
İngilizce anlamları:
• trigger
• cause
• initiator
• activator
• release button (especially on a camera)
„Auslöser“, hem somut hem soyut anlamda kullanılabilir:
• Somut: Fotoğraf makinesinde „Auslöser“ = çekim tuşudur.
• Soyut: Bir olayın veya duygunun „Auslöser“i, onu başlatan sebeptir.
⸻
- Almanca Zıt ve Benzer Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• Ursache (neden)
• Impuls (uyarı, dürtü)
• Anstoß (başlatıcı etki)
• Initiator (başlatan kişi)
• Startsignal (başlama sinyali)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• Folge (sonuç)
• Wirkung (etki)
• Konsequenz (sonuç)
• Ende (son)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Der Streit war der Auslöser für ihre Entscheidung, die Firma zu verlassen.
→ Tartışma, onun şirketten ayrılma kararının tetikleyicisiydi. - Stress kann ein Auslöser für viele körperliche Beschwerden sein.
→ Stres, birçok fiziksel rahatsızlığın nedeni olabilir. - Der plötzliche Lärm war der Auslöser ihrer Panikattacke.
→ Ani gürültü, onun panik atağının tetikleyicisiydi. - Der Auslöser der Kamera funktioniert nicht mehr richtig.
→ Fotoğraf makinesinin çekim düğmesi artık düzgün çalışmıyor. - Die Klimakrise ist ein möglicher Auslöser für weltweite Migration.
→ İklim krizi, dünya çapında göçün olası bir nedeni olabilir.
- Der Streit war der Auslöser für ihre Entscheidung, die Firma zu verlassen.
⸻
Das Empfinden
⸻
- Almanca: das Empfinden (isim, nötr cins – duygulamak, hissetme, algılama)
Türkçesi:
• Duygu
• Hissediş
• Algı
• His
• İçsel algı
İngilizce anlamları:
• feeling
• perception
• sensation
• sense
• emotional experience
„Empfinden“ daha çok içsel bir algı veya duygusal durum anlamındadır. Fiziksel duyulardan çok, kişinin iç dünyasında hissettikleri anlatılır. Örneğin mutluluk, hüzün, güzellik algısı gibi.
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• das Gefühl (duygu)
• die Wahrnehmung (algı)
• die Emotion (duygu – daha psikolojik anlamda)
• das Gespür (sezgi)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Gleichgültigkeit (ilgisizlik, duyarsızlık)
• die Emotionslosigkeit (duygusuzluk)
• die Unempfindlichkeit (duyarsızlık)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Sein Empfinden für Gerechtigkeit ist sehr stark ausgeprägt.
→ Adalet duygusu çok güçlü gelişmiş. - Das ästhetische Empfinden ist bei jedem Menschen unterschiedlich.
→ Estetik algı her insanda farklıdır. - Ihr Empfinden von Nähe und Distanz weicht stark von meinem ab.
→ Onun yakınlık ve mesafe algısı benimkinden oldukça farklı. - Das Empfinden von Glück lässt sich oft nicht in Worte fassen.
→ Mutluluk hissi çoğu zaman kelimelere dökülemez. - Sein Empfinden wurde durch die harten Worte tief verletzt.
→ Onun duyguları sert sözlerle derinden incitildi.
- Sein Empfinden für Gerechtigkeit ist sehr stark ausgeprägt.
⸻
Die Gegenwart
⸻
- Almanca: die Gegenwart (isim, dişi cins – zamansal ya da soyut anlamda “şimdi” veya “mevcut zaman”)
Türkçesi:
• Şu an / Şimdiki zaman
• Mevcut zaman
• Günümüz
• Bugün / Bugünkü zaman dilimi
• Birinin huzurunda olmak (soyut anlamda: “birinin varlığı”)
İngilizce anlamları:
• the present
• the present time
• presence (bir kişinin varlığı anlamında)
• current time
• now
„Gegenwart“ hem gramatiksel olarak şimdiki zamanı (Präsens) hem de fiziksel veya duygusal anlamda şu anı ifade eder.
⸻
- Anlam Derinliği:
• Zamansal anlamda:
„In der Gegenwart leben“ → Şu anı yaşamak
• Dilbilgisinde:
„Das Verb steht im Präsens, also in der Gegenwart.“ → Fiil şimdiki zamanda duruyor.
• Soyut anlamda:
„In deiner Gegenwart fühle ich mich wohl.“ → Senin varlığında kendimi iyi hissediyorum.
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• das Jetzt (şimdi)
• die heutige Zeit (bugünün zamanı)
• die aktuelle Zeit (mevcut zaman)
• die Präsenz (varlık – birinin mevcut oluşu)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Vergangenheit (geçmiş)
• die Zukunft (gelecek)
• die Abwesenheit (yokluk / birinin orada olmayışı)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- In der Gegenwart zu leben bedeutet, den Moment bewusst zu genießen.
→ Şu anda yaşamak, anı bilinçli bir şekilde keyifle yaşamaktır. - Die Probleme der Gegenwart erfordern neue Denkweisen.
→ Günümüzün sorunları yeni düşünme biçimlerini gerektiriyor. - In seiner Gegenwart fühlen sich viele Menschen eingeschüchtert.
→ Onun varlığında birçok insan kendini baskı altında hissediyor. - Die Literatur der Gegenwart beschäftigt sich oft mit gesellschaftlichen Krisen.
→ Günümüz edebiyatı genellikle toplumsal krizlerle ilgilenir. - Wir sollten uns mehr auf die Gegenwart konzentrieren, statt ständig an morgen zu denken.
→ Sürekli yarını düşünmek yerine şu ana daha çok odaklanmalıyız.
- In der Gegenwart zu leben bedeutet, den Moment bewusst zu genießen.
⸻
Die Lebensspanne
⸻
- Almanca: die Lebensspanne (isim, dişi cins – yaşam süresi)
Türkçesi:
• Yaşam süresi
• Ömür
• Hayat aralığı
• Bir canlının yaşadığı toplam zaman dilimi
İngilizce anlamları:
• lifespan
• life expectancy (daha çok „Lebenserwartung“ için)
• span of life
• duration of life
„Lebensspanne“, bir insanın veya canlının doğum ile ölüm arasındaki toplam zaman dilimini ifade eder. Hem biyolojik hem de istatistiksel ya da felsefi bağlamda kullanılabilir.
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Lebensdauer (yaşam süresi – özellikle cihazlar için de kullanılır)
• die Lebenserwartung (yaşam beklentisi)
• der Lebensweg (hayat yolu – daha soyut)
• die Existenzdauer (var olma süresi)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• der Tod (ölüm)
• das Lebensende (hayatın sonu)
• die Vergänglichkeit (fâni olma)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Die durchschnittliche Lebensspanne hat sich in den letzten Jahrzehnten deutlich verlängert.
→ Ortalama yaşam süresi son on yıllarda belirgin şekilde uzadı. - Während seiner gesamten Lebensspanne hat er sich dem Umweltschutz gewidmet.
→ Tüm yaşamı boyunca çevre korumaya kendini adamıştır. - Technisch gesehen ist die Lebensspanne eines Smartphones meist nur wenige Jahre.
→ Teknik olarak bir akıllı telefonun yaşam süresi genellikle birkaç yıldır. - Die Lebensspanne des Menschen ist begrenzt, doch sein Einfluss kann über den Tod hinausreichen.
→ İnsan yaşamı sınırlıdır, fakat etkisi ölümünün ötesine geçebilir. - Es ist faszinierend, wie sich das Denken über die Lebensspanne im Alter verändert.
→ Yaşlandıkça yaşam süresine dair düşüncelerimizin nasıl değiştiği büyüleyici.
- Die durchschnittliche Lebensspanne hat sich in den letzten Jahrzehnten deutlich verlängert.
⸻
Der Wandel
⸻
- Almanca: der Wandel (isim, maskulin – değişim, dönüşüm)
Türkçesi:
• Değişim
• Dönüşüm
• Değişiklik
• Evrimsel gelişim
• Toplumsal/geçici dönüşüm
İngilizce anlamları:
• change
• transformation
• shift
• transition
• evolution (değişim süreci anlamında)
„Wandel“, genellikle toplumsal, kültürel, çevresel ya da kişisel değişim süreçlerini anlatmak için kullanılır. Yavaş ama derin etkili dönüşümleri ifade eder.
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Veränderung (değişiklik)
• die Umwandlung (dönüştürme)
• der Umbruch (kırılma/dönüşüm noktası)
• der Übergang (geçiş)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Beständigkeit (istikrar, değişmezlik)
• die Stabilität (kararlılık)
• die Konstanz (süreklilik)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Der Klimawandel ist ein globaler Wandel mit weitreichenden Konsequenzen.
→ İklim değişikliği, geniş kapsamlı sonuçları olan küresel bir dönüşümdür. - Die Gesellschaft befindet sich in einem tiefgreifenden Wandel.
→ Toplum köklü bir değişim süreci içinde. - Der digitale Wandel verändert die Arbeitswelt grundlegend.
→ Dijital dönüşüm, iş dünyasını kökten değiştiriyor. - Kultureller Wandel erfordert oft Offenheit und Toleranz.
→ Kültürel değişim çoğu zaman açıklık ve hoşgörü gerektirir. - Der Wandel seiner Einstellung kam völlig überraschend.
→ Onun tutumundaki değişim tamamen sürpriz oldu.
- Der Klimawandel ist ein globaler Wandel mit weitreichenden Konsequenzen.
⸻
Die Einstellung
⸻
- Almanca: die Einstellung (isim, dişi cins – çok anlamlı bir kelimedir)
Türkçesi:
• Tutum / Bakış açısı
• Ayar / Ayarlanma
• İşe alma (personel alımı)
• Durdurma / Sonlandırma (bir faaliyetin)
İngilizce anlamları:
• attitude (tutum, zihinsel bakış)
• mindset (zihniyet)
• setting (cihaz veya sistem ayarı)
• hiring / recruitment (işe alma)
• termination (faaliyetin durdurulması)
„Einstellung“ çok anlamlı bir isimdir. Anlamı, cümleye ve bağlama göre değişir.
⸻
- Anlam Türlerine Göre Açıklama:
A) Zihinsel/Duygusal Anlam:
• „Sie hat eine positive Einstellung zum Leben.“
→ Hayata karşı olumlu bir bakış açısı var.
B) Teknik veya Sistem Ayarı Anlamı:
• „Die Kameraeinstellungen müssen angepasst werden.“
→ Kamera ayarları düzenlenmeli.
C) İşe Alım:
• „Die Einstellung neuer Mitarbeiter erfolgt im Juni.“
→ Yeni personel alımı Haziran’da yapılacak.
D) Durdurma / Son Verme:
• „Die Produktion wurde wegen Kostenproblemen eingestellt.“
→ Üretim maliyet sorunları nedeniyle durduruldu.
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• (Tutum) die Haltung, die Ansicht, die Meinung
• (Ayar) die Konfiguration, die Justierung
• (İşe alım) die Anstellung, die Rekrutierung
• (Durdurma) der Abbruch, die Unterbrechung
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• (Tutum) die Ablehnung (reddetme), die Skepsis
• (İşe alım) die Kündigung (işten çıkarma)
• (Durdurma) die Fortsetzung (devam)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- Ihre Einstellung zur Arbeit hat sich seit der Beförderung deutlich verändert.
→ Terfiden sonra işe karşı tutumu belirgin şekilde değişti. - Die richtige Einstellung der Maschine ist entscheidend für das Ergebnis.
→ Makinenin doğru ayarı, sonuç için belirleyicidir. - Die Einstellung des Projekts war ein schwerer Rückschlag für das Unternehmen.
→ Projenin durdurulması, şirket için büyük bir gerilemeydi. - Mit ihrer offenen Einstellung konnte sie viele Menschen überzeugen.
→ Açık tutumuyla birçok insanı ikna edebildi. - Die Firma plant die Einstellung von zehn neuen Ingenieuren.
→ Firma on yeni mühendisin işe alınmasını planlıyor.
- Ihre Einstellung zur Arbeit hat sich seit der Beförderung deutlich verändert.
⸻
Der Mitgliedsbeitrag
„der Mitgliedsbeitrag“ kelimesi Almanca’da “üye katkı payı” veya “üyelik aidatı” anlamına gelir. Bir dernek, kulüp veya benzeri bir kuruluşta üyelerin, üyelik haklarını sürdürebilmek için ödemek zorunda oldukları düzenli bir ücret olarak tanımlanır.
⸻
- Anlamı ve Kullanımı:
• „der Mitgliedsbeitrag“ genellikle kulüplere, derneklere ya da benzer organizasyonlara katılan üyelerin, organizasyonun faaliyetlerini sürdürebilmesi için ödedikleri yıllık ya da dönemsel ücreti ifade eder.
Örnek:
„Der Mitgliedsbeitrag für das Sportverein beträgt 100 Euro pro Jahr.“
→ Spor kulübü için üyelik aidatı yılda 100 Euro’dur.
⸻
- Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Mitgliedsgebühr (üyelik ücreti)
• die Vereinsgebühr (dernek ücreti)
• der Beitrag (katkı payı)
• die Gebühr (ücret, ödeme)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Auszahlung (ödeme yapma)
• die Entschädigung (tazminat)
• die Rückerstattung (geri ödeme)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Der Mitgliedsbeitrag wird einmal jährlich eingezogen.“
→ Üyelik aidatı yılda bir kez tahsil edilir. - „Die Mitglieder müssen ihren Beitrag bis Ende des Monats zahlen.“
→ Üyeler, katkı paylarını ay sonuna kadar ödemelidirler. - „Der Mitgliedsbeitrag für Studenten ist reduziert.“
→ Öğrenciler için üyelik katkı payı indirilmiştir. - „Falls der Mitgliedsbeitrag nicht rechtzeitig gezahlt wird, verliert man den Zugang zum Club.“
→ Eğer üyelik aidatı zamanında ödenmezse, kulübe giriş hakkı kaybedilir. - „Mit dem Mitgliedsbeitrag wird die gesamte Infrastruktur des Vereins unterstützt.“
→ Üyelik katkı payı, derneğin tüm altyapısının desteklenmesini sağlar.
- „Der Mitgliedsbeitrag wird einmal jährlich eingezogen.“
⸻
„Der Mitgliedsbeitrag“ kelimesi, dernekler, kulüpler, profesyonel gruplar veya topluluklar gibi organizasyonlarda yaygın bir terimdir. Eğer bir organizasyona katılım göstermek istiyorsanız, üyelik aidatlarını bilmek önemlidir.
Die Vereinsmeierei
„die Vereinsmerei“ Almanca bir kelimedir ve genellikle „dernekçilik“ veya „kulüpçülük“ anlamına gelir. Bu terim, özellikle küçük yerel kulüplerde veya derneklerde görülen, çoğunlukla sosyal ve gönüllü amaçlarla düzenlenen faaliyetlere atıfta bulunur. Ancak bazen bu kelime, bir tür dar görüşlülük veya aşırı yerelcilik anlamında da kullanılabilir. Bu bağlamda, „Vereinsmerei“, kulüp ve derneklerdeki üyelik ve aktivitelerle fazla iç içe olma ya da bu faaliyetlerin yaşam tarzını aşırı şekilde sahiplenme anlamında bir eleştiri de taşıyabilir.
⸻
- Anlamı ve Kullanımı
• „Die Vereinsmerei“ genellikle, kulüp üyelikleri veya dernek faaliyetleri etrafında dönen bir kültürü ifade eder. Bu terim, bazen dernek ya da kulüp işlerine aşırı odaklanmayı ve hayatın diğer yönlerini ihmal etmeyi anlatmak için eleştirel bir anlam taşır.
Örnek:
„Er ist in so vielen Vereinen, dass er kaum noch Zeit für seine Familie hat – das ist echte Vereinsmerei.“
→ O kadar çok dernekte yer alıyor ki ailesine vakit ayıracak zamanı kalmıyor – bu gerçek bir dernekçilik.
⸻
- Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Vereinsarbeit (dernek çalışması)
• die Mitgliedschaft (üyelik)
• die Gemeinschaftspflege (topluluk bakımı)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Individualität (bireysellik)
• die Unabhängigkeit (bağımsızlık)
• die Freiheit (özgürlük)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Die Vereinsmerei hat in kleinen Dörfern eine lange Tradition.“
→ Dernekçilik, küçük köylerde uzun bir geleneğe sahiptir. - „Sein Leben dreht sich nur noch um die Vereinsmerei, er vernachlässigt alles andere.“
→ Hayatı sadece dernekçilik etrafında dönüyor, diğer her şeyi ihmal ediyor. - „In großen Städten ist die Vereinsmerei oft weniger verbreitet als in ländlichen Gebieten.“
→ Büyük şehirlerde dernekçilik, kırsal bölgelere göre daha az yaygındır. - „Die Vereinsmerei kann dazu führen, dass man sich zu sehr in den kleinen Angelegenheiten verliert.“
→ Dernekçilik, insanın küçük işlere fazla odaklanmasına neden olabilir. - „Die Vereinsmerei wird oft als altmodisch angesehen, vor allem von jüngeren Generationen.“
→ Dernekçilik, özellikle genç nesiller tarafından eski moda olarak görülmektedir.
- „Die Vereinsmerei hat in kleinen Dörfern eine lange Tradition.“
⸻
„Die Vereinsmerei“, kulüp ve derneklerdeki sosyal yapıyı ifade eder, ancak bazen eleştirel bir anlam taşır, çünkü bu tür aktiviteler aşırıya kaçabilir ve bireysel hayatın diğer önemli yönlerini gölgede bırakabilir.
Die Notlagen
„die Notlagen“ Almanca bir kelimedir ve „zor durumlar“ veya „acil durumlar“ anlamına gelir. Bu terim, özellikle insanların ciddi, tehlikeli ya da zor koşullar altında olduğu durumları ifade etmek için kullanılır.
⸻
- Anlamı ve Kullanımı
„Die Notlagen“ kelimesi, özellikle insanların maddi, psikolojik veya fiziksel olarak büyük sıkıntılar yaşadığı durumları tanımlar. Bu tür durumlar, genellikle acil müdahale veya yardım gerektiren koşulları ifade eder.
Örnek:
„Die Flüchtlinge befinden sich in einer Notlage und benötigen sofortige Hilfe.“
→ Mülteciler zor bir durumda ve acil yardım ihtiyaçları var.
⸻
- Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Krise (kriz)
• die Not (sıkıntı)
• die Schwierigkeit (zorluk)
• die Misere (felaket, perişanlık)
• die Dringlichkeit (aciliyet)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Sicherheit (güvenlik)
• die Stabilität (istikrar)
• die Wohlstand (refah)
• der Komfort (konfor)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Almanca Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „In finanziellen Notlagen bieten viele Organisationen Unterstützung an.“
→ Maddi sıkıntılar içinde olanlara birçok organizasyon destek sunar. - „Die Notlagen der Armen müssen mehr Beachtung finden.“
→ Yoksulların zor durumları daha fazla dikkatle ele alınmalıdır. - „Die Feuerwehr ist in der Lage, in Notlagen schnell zu reagieren.“
→ İtfaiye, zor durumlarda hızlı bir şekilde müdahale edebilecek kapasitededir. - „In Notlagen ist es wichtig, ruhig zu bleiben und einen klaren Kopf zu bewahren.“
→ Acil durumlarda sakin kalmak ve soğukkanlı olmak önemlidir. - „Die Notlagen der Opfer des Erdbebens erfordern internationale Hilfe.“
→ Deprem mağdurlarının zor durumu, uluslararası yardım gerektiriyor.
- „In finanziellen Notlagen bieten viele Organisationen Unterstützung an.“
⸻
„Die Notlagen“ kelimesi, genellikle yardıma, acil çözüme veya hızlı müdahaleye ihtiyaç duyulan durumu ifade eder. Bu terim, insanları etkileyen sıkıntılı, kriz veya tehlikeli koşulları anlatmak için sıkça kullanılır.
Die Vorlesung
„Die Vorlesung“ Almanca’da akademik bir terimdir ve özellikle üniversite ortamında sıkça kullanılır.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ Üniversite dersi, ders anlatımı, konferans (akademik)
• eine Vorlesung halten → ders vermek
• eine Vorlesung besuchen → derse katılmak
⸻
- İngilizce Anlamı
• lecture (in a university setting)
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar:
• die Lehrveranstaltung (öğretim etkinliği – genel terim)
• das Seminar (daha etkileşimli ders)
• der Vortrag (konferans/sunum – genelde kısa ve dinleyiciye yönelik)
Zıt Anlamlı:
• die Pause (ara)
• das Selbststudium (bireysel çalışma)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Die Vorlesung über Quantenphysik war äußerst komplex, aber sehr spannend.“
→ Kuantum fiziği dersi son derece karmaşıktı ama çok heyecan vericiydi. - „Der Professor hielt eine Vorlesung über künstliche Intelligenz.“
→ Profesör yapay zekâ üzerine bir ders verdi. - „Wegen technischer Probleme musste die Vorlesung online stattfinden.“
→ Teknik sorunlardan dolayı ders çevrimiçi yapılmak zorunda kaldı. - „Ich habe gestern eine interessante Vorlesung zum Thema Klimawandel besucht.“
→ Dün iklim değişikliği konulu ilginç bir derse katıldım. - „Viele Studierende hören während der Vorlesung parallel Podcasts – leider!“
→ Birçok öğrenci derste aynı anda podcast dinliyor – ne yazık ki!
- „Die Vorlesung über Quantenphysik war äußerst komplex, aber sehr spannend.“
⸻
Die Lehrveranstaltung
„Die Lehrveranstaltung“ Almanca’da üniversite veya yükseköğretim düzeyinde yapılan tüm eğitim etkinlikleri için kullanılan genel bir terimdir.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ (üniversitede) öğretim etkinliği, ders türü, akademik ders
• „Vorlesung“, „Seminar“, „Übung“ gibi farklı ders türlerini kapsar.
⸻
- İngilizce Anlamı
• course
• class
• teaching session
• academic course
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• der Kurs (özellikle pratik dersler için)
• das Seminar (etkileşimli ders)
• die Vorlesung (düz anlatımlı akademik ders)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Freizeit (boş zaman)
• die Semesterferien (dönem tatili)
• das Selbststudium (bireysel çalışma)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Die Lehrveranstaltung findet jeden Mittwoch um 10 Uhr statt.“
→ Ders her Çarşamba saat 10’da yapılır. - „Für diese Lehrveranstaltung ist eine Anmeldung erforderlich.“
→ Bu ders için kayıt yaptırmak gereklidir. - „In der Lehrveranstaltung werden aktuelle Forschungsergebnisse diskutiert.“
→ Derste güncel araştırma sonuçları tartışılmaktadır. - „Die Qualität der Lehrveranstaltungen an dieser Universität ist sehr hoch.“
→ Bu üniversitedeki derslerin kalitesi çok yüksektir. - „Studierende müssen mindestens drei Lehrveranstaltungen im Semester absolvieren.“
→ Öğrenciler dönem boyunca en az üç ders tamamlamalıdır.
- „Die Lehrveranstaltung findet jeden Mittwoch um 10 Uhr statt.“
⸻
Das Referat
„Das Referat“ Almanca’da özellikle okul ve üniversite ortamlarında sıkça kullanılan bir terimdir. Genellikle öğrencilerin yaptığı sunum ya da bir konuda hazırlanan kısa konuşma anlamına gelir.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ Sunum, rapor, sözlü bildiri
(özellikle bir konu üzerine hazırlanan öğrenci sunumu)
• ein Referat halten → sunum yapmak
• ein Referat vorbereiten → sunum hazırlamak
⸻
- İngilizce Anlamı
• presentation
• report (oral/classroom)
• talk (in an academic context)
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Präsentation
• der Vortrag
• die Vorstellung (tanıtım – daha genel)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• das Zuhören (dinleme)
• die schriftliche Arbeit (yazılı çalışma)
• die Prüfung (sınav – aktif sunum yerine ölçme)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Ich muss bis nächste Woche ein Referat über erneuerbare Energien vorbereiten.“
→ Haftaya kadar yenilenebilir enerji üzerine bir sunum hazırlamam gerekiyor. - „Sein Referat war gut strukturiert und informativ.“
→ Sunumu iyi yapılandırılmış ve bilgilendiriciydi. - „Während des Referats durften die Zuhörer Fragen stellen.“
→ Sunum sırasında dinleyiciler soru sorabildi. - „Die Lehrerin hat das Referat mit einer sehr guten Note bewertet.“
→ Öğretmen sunumu çok iyi bir notla değerlendirdi. - „In der heutigen Stunde halten drei Gruppen ihre Referate.“
→ Bugünkü derste üç grup sunumlarını yapacak.
- „Ich muss bis nächste Woche ein Referat über erneuerbare Energien vorbereiten.“
⸻
Die Ergebnisse
Das Ergebnis
„Die Ergebnisse“ kelimesi, „das Ergebnis“ kelimesinin çoğuludur ve pek çok alanda kullanılır: bilim, eğitim, spor, iş dünyası vb.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ Sonuçlar, çıktılar, bulgular
• das Ergebnis → sonuç
• die Ergebnisse → sonuçlar
⸻
- İngilizce Anlamı
• results
• outcomes
• findings (özellikle araştırma bağlamında)
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Resultate
• die Befunde (bulgular, özellikle tıbbi/araştırma bağlamında)
• die Auswertung (değerlendirme sonucu)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• die Ursache (neden)
• der Ausgangspunkt (başlangıç noktası)
• die Unklarheit (belirsizlik)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Die Ergebnisse der Studie zeigen eine klare Verbesserung der Lebensqualität.“
→ Araştırmanın sonuçları yaşam kalitesinde net bir iyileşme gösteriyor. - „Wir warten noch auf die Ergebnisse der Prüfung.“
→ Hâlâ sınav sonuçlarını bekliyoruz. - „Die Ergebnisse wurden in einem wissenschaftlichen Artikel veröffentlicht.“
→ Sonuçlar bilimsel bir makalede yayımlandı. - „Trotz großer Anstrengung blieben die gewünschten Ergebnisse aus.“
→ Büyük çabaya rağmen istenen sonuçlar elde edilemedi. - „Die Ergebnisse müssen sorgfältig interpretiert werden, um Fehler zu vermeiden.“
→ Hatalardan kaçınmak için sonuçlar dikkatlice yorumlanmalıdır.
- „Die Ergebnisse der Studie zeigen eine klare Verbesserung der Lebensqualität.“
⸻
Die Versuche
„Die Versuche“, Almanca’da „der Versuch“ kelimesinin çoğuludur. Anlama bağlı olarak farklı bağlamlarda kullanılabilir: bilimsel deneyler, girişimler ya da denemeler gibi.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ Denemeler, girişimler, deneyler
• ein Versuch machen → bir deneme yapmak
• wissenschaftliche Versuche → bilimsel deneyler
• mehrere Versuche unternehmen → birden fazla girişimde bulunmak
⸻
- İngilizce Anlamı
• attempts
• experiments
• trials
• tests
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• die Experimente (özellikle laboratuvar deneyleri için)
• die Tests
• die Unternehmungen (girişimler)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• der Erfolg (başarı – sonuca ulaşmış denemelerin zıttı)
• das Scheitern (başarısızlık)
• die Aufgabe (vazgeçme)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Alle bisherigen Versuche, das Problem zu lösen, sind gescheitert.“
→ Şimdiye kadarki tüm denemeler sorunu çözmekte başarısız oldu. - „Die wissenschaftlichen Versuche bestätigen die Theorie.“
→ Bilimsel deneyler teoriyi doğruluyor. - „Trotz zahlreicher Versuche blieb der gewünschte Effekt aus.“
→ Çok sayıda denemeye rağmen istenilen etki elde edilemedi. - „Die Versuche im Labor dauern mehrere Wochen.“
→ Laboratuvardaki deneyler birkaç hafta sürüyor. - „Er hat mehrere Versuche unternommen, um das Projekt erfolgreich abzuschließen.“
→ Projeyi başarıyla tamamlamak için birçok girişimde bulundu.
- „Alle bisherigen Versuche, das Problem zu lösen, sind gescheitert.“
⸻
Die Studierende
„Die Studierende“ Almanca’da hem tekil hem çoğul olarak kullanılan bir kelimedir ve üniversite öğrencisi anlamına gelir. Cinsiyetten bağımsız, modern ve kapsayıcı bir ifadedir.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ Üniversite öğrencisi / öğrenciler
• der Studierende / die Studierende → üniversite öğrencisi (tekil)
• die Studierenden → üniversite öğrencileri (çoğul)
⸻
- İngilizce Anlamı
• student (at university level)
• students (plural)
(gender-neutral and formal)
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• der Student / die Studentin (geleneksel, cinsiyete özgü)
• der Hochschüler / die Hochschülerin
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• der Dozent / die Dozentin (öğretim görevlisi)
• der Schüler / die Schülerin (ilkokul – lise öğrencisi)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Die Studierenden bereiten sich auf die Abschlussprüfungen vor.“
→ Üniversite öğrencileri final sınavlarına hazırlanıyor. - „Viele Studierende arbeiten neben dem Studium in Teilzeitjobs.“
→ Birçok öğrenci eğitimlerinin yanında yarı zamanlı işlerde çalışıyor. - „Die Universität bietet den Studierenden zahlreiche Austauschprogramme an.“
→ Üniversite, öğrencilere birçok değişim programı sunuyor. - „Studierende sollten eigenverantwortlich und kritisch denken lernen.“
→ Üniversite öğrencileri kendi sorumluluğunu almayı ve eleştirel düşünmeyi öğrenmelidir. - „Für internationale Studierende gibt es spezielle Sprachkurse.“
→ Uluslararası öğrenciler için özel dil kursları vardır.
- „Die Studierenden bereiten sich auf die Abschlussprüfungen vor.“
⸻
Der Einsteig
Die Einsteigen
„der Einstieg“ Almanca’da hem soyut hem somut anlamda kullanılan bir isimdir ve genellikle bir şeye başlangıç, giriş ya da ilk adım anlamında kullanılır.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ Giriş, başlangıç, ilk adım, binme (taşıma aracı için)
• der Einstieg ins Berufsleben → iş hayatına giriş
• der Einstieg in ein Thema → bir konuya giriş
• der Einstieg in den Bus → otobüse binme
⸻
- İngilizce Anlamı
• entry
• introduction
• beginning
• access / boarding (for vehicles)
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• der Anfang (başlangıç)
• der Zugang (erişim, giriş)
• die Einführung (tanıtım/giriş)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• der Ausstieg (çıkış, ayrılma)
• das Ende (son)
• der Abbruch (yarıda bırakma)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Der Einstieg in die neue Software war schwieriger als erwartet.“
→ Yeni yazılıma giriş beklenenden daha zordu. - „Der Kurs bietet einen guten Einstieg in die Grundlagen der Programmierung.“
→ Kurs, programlamanın temellerine iyi bir giriş sunuyor. - „Nach dem Studium gelang ihr der Einstieg ins Berufsleben problemlos.“
→ Üniversiteden sonra iş hayatına geçişi sorunsuz oldu. - „Der Einstieg in das Thema war für viele Zuhörer sehr verständlich.“
→ Konuya giriş birçok dinleyici için oldukça anlaşılırdı. - „Beim Einstieg in den Zug bitte die Fahrkarte bereithalten.“
→ Trene binerken lütfen biletinizi hazır bulundurun.
- „Der Einstieg in die neue Software war schwieriger als erwartet.“
⸻
Der Studienanfänger
„der Studienanfänger“ Almanca’da üniversite hayatına yeni başlayan öğrenci anlamına gelir. Kadın öğrenciler için dişil hali „die Studienanfängerin“, çoğul hali ise „die Studienanfänger“ (hem erkekler hem karışık gruplar için) ya da „die Studienanfängerinnen“ (sadece kadınlar için) şeklindedir.
⸻
- Almanca – Türkçe Anlamı
→ Üniversiteye yeni başlayan öğrenci, birinci sınıf üniversite öğrencisi
⸻
- İngilizce Anlamı
• first-year student
• freshman (özellikle ABD’de)
• university beginner / new university student
⸻
- Benzer ve Zıt Anlamlılar
Benzer Anlamlılar (Synonyme):
• Erstsemester (ilk dönem öğrencisi)
• Studienneuling (yeni öğrenci)
Zıt Anlamlılar (Antonyme):
• der Absolvent (mezun)
• der Fortgeschrittene (ileri düzey öğrenci)
⸻
- C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları
- „Viele Studienanfänger fühlen sich am Anfang etwas überfordert.“
→ Birçok üniversiteye yeni başlayan öğrenci başta kendini biraz bunalmış hisseder. - „Die Universität bietet spezielle Einführungsveranstaltungen für Studienanfänger an.“
→ Üniversite, yeni başlayan öğrenciler için özel tanıtım etkinlikleri sunuyor. - „Als Studienanfänger ist es wichtig, sich schnell zu organisieren.“
→ Yeni bir öğrenci olarak, hızlıca organize olmak önemlidir. - „Die meisten Studienanfänger haben noch keine Erfahrung mit wissenschaftlichem Arbeiten.“
→ Çoğu birinci sınıf öğrencisi akademik çalışmalarda henüz deneyimli değildir. - „Studienanfänger sollten sich frühzeitig über Prüfungsanforderungen informieren.“
→ Yeni öğrenciler sınav gereklilikleri hakkında erkenden bilgi edinmelidir.
- „Viele Studienanfänger fühlen sich am Anfang etwas überfordert.“
⸻