NVV Flashcards
(69 cards)
in Kauf nehmen
🟢 Türkçesi:
• göze almak
• katlanmak / razı olmak
• kabullenmek
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to accept
• to put up with
• to take into account / to accept as a consequence
• to risk
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„etwas in Kauf nehmen“, istenmeyen bir durumu ya da yan etkisini, başka bir amacı gerçekleştirmek uğruna kabullenmek anlamına gelir.
Yani kişi bir hedefe ulaşmak için olası olumsuzlukları da bilerek kabul eder.
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Wer erfolgreich sein will, muss oft auch Rückschläge in Kauf nehmen.“
(Başarılı olmak isteyen, çoğu zaman aksilikleri de göze almak zorundadır.)
2. „Um in der Innenstadt zu wohnen, nehmen viele die hohen Mieten in Kauf.“
(Şehir merkezinde oturmak için birçok kişi yüksek kiraları göze alıyor.)
3. „Sie nahm die Kritik in Kauf, um ihre Meinung offen zu äußern.“
(Fikrini açıkça söyleyebilmek için eleştiriyi göze aldı.)
4. „Der Politiker nahm den Verlust an Zustimmung in Kauf, um notwendige Reformen durchzusetzen.“
(Politikacı, gerekli reformları uygulayabilmek için halk desteğindeki azalmayı göze aldı.)
5. „Wenn du ständig Überstunden machst, musst du Erschöpfung in Kauf nehmen.“
(Sürekli fazla mesai yapıyorsan, yorgunluğu göze almalısın.)
.
Abschied nehmen
⸻
🟢 Türkçesi:
• veda etmek
• uğurlamak
• ayrılmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to say goodbye
• to take leave
• to bid farewell
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Abschied nehmen“, bir kişiden, yerden veya durumdan duygusal bir vedayla ayrılmak anlamına gelir.
Genellikle resmî, edebi ya da duygusal bağlamlarda kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
sich verabschieden vedalaşmak
Lebewohl sagen elveda demek
Adieu sagen elveda demek (eski/şiirsel)
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Er konnte sich nicht von seiner verstorbenen Mutter verabschieden und keinen richtigen Abschied nehmen.“
(Vefat eden annesine veda edemedi ve doğru dürüst bir şekilde ayrılık yaşayamadı.)
2. „Nach 30 Jahren im Unternehmen fiel es ihm schwer, Abschied zu nehmen.“
(30 yıl çalıştığı şirketten ayrılmak onun için zor oldu.)
3. „Die Familie versammelte sich, um gemeinsam Abschied zu nehmen.“
(Aile, birlikte veda etmek için toplandı.)
4. „Manchmal muss man Abschied nehmen, um Neues beginnen zu können.“
(Bazen yeni bir başlangıç yapabilmek için vedalaşmak gerekir.)
5. „In seiner Rede nahm der Präsident offiziell Abschied vom Amt.“
(Konuşmasında başkan resmen görevine veda etti.)
Freundschaft schließen
⸻
🟢 Türkçesi:
• arkadaş olmak
• dostluk kurmak
• arkadaşlık başlatmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to make friends
• to strike up a friendship
• to form a friendship
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Freundschaft schließen (mit jemandem)“, biriyle yeni bir arkadaşlık başlatmak, samimi bir ilişki kurmak anlamına gelir.
Genellikle karşılıklı güvene ve anlayışa dayalı bir bağın başlangıcını ifade eder.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
sich anfreunden mit biriyle arkadaş olmak
eine Freundschaft beginnen bir arkadaşlık başlatmak
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Trotz kultureller Unterschiede konnte sie schnell Freundschaft mit ihren neuen Kollegen schließen.“
(Kültürel farklılıklara rağmen yeni iş arkadaşlarıyla hızlıca arkadaşlık kurabildi.)
2. „Kinder schließen oft ganz unbefangen Freundschaften, ohne lange nachzudenken.“
(Çocuklar çoğu zaman düşünmeden içtenlikle arkadaşlık kurarlar.)
3. „Während ihres Auslandsaufenthalts schloss er enge Freundschaften, die bis heute bestehen.“
(Yurt dışı kaldığı süre boyunca bugün hâlâ devam eden sıkı arkadaşlıklar kurdu.)
4. „Es fiel ihm schwer, nach dem Umzug in der neuen Stadt Freundschaft zu schließen.“
(Taşındıktan sonra yeni şehirde arkadaş edinmek onun için zordu.)
5. „Im Krieg ist es nicht leicht, mit dem Feind Freundschaft zu schließen.“
(Savaşta düşmanla dostluk kurmak kolay değildir.)
einen Rad geben
⸻
🟢 Türkçesi:
• tavsiye vermek
• öğüt vermek
• akıl vermek
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to give advice
• to offer a suggestion
• to give someone a piece of advice
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Jemandem einen Rat geben“, bir kişiye yardımcı olmak amacıyla bilgi, görüş veya öneri sunmak anlamına gelir.
Resmî ya da samimi her ortamda kullanılabilir.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
Ratschläge erteilen tavsiyelerde bulunmak
beraten danışmak / tavsiye vermek
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Darf ich dir einen gut gemeinten Rat geben?“
(Sana iyi niyetli bir tavsiye verebilir miyim?)
2. „Der Lehrer gab ihm einen wertvollen Rat für seine berufliche Zukunft.“
(Öğretmeni ona mesleki geleceği için değerli bir tavsiye verdi.)
3. „Wenn du mich um einen Rat bittest, musst du auch bereit sein, ihn anzunehmen.“
(Benden tavsiye istiyorsan, onu kabul etmeye de hazır olmalısın.)
4. „Er hat mir einen Rat gegeben, den ich nie vergessen werde.“
(Bana asla unutamayacağım bir tavsiye verdi.)
5. „Manchmal ist es besser, keinen Rat zu geben, sondern einfach zuzuhören.“
(Bazen tavsiye vermektense sadece dinlemek daha iyidir.)
Kritik üben
⸻
🟢 Türkçesi:
• eleştiri yapmak
• eleştirmek
• tenkitte bulunmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to criticize
• to express criticism
• to make a critical remark
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Kritik üben (an jemandem / an etwas)“, bir kişiye ya da duruma yönelik düşünce, davranış veya kararı eleştirmek, olumsuz yönlerini dile getirmek anlamına gelir.
Bu ifade genellikle yapıcı ya da yıkıcı eleştiri bağlamında kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
jemanden kritisieren birini eleştirmek
sich kritisch äußern eleştirel şekilde ifade etmek
tadeln kınamak, ayıplamak
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Die Opposition übte scharfe Kritik an der neuen Steuerpolitik.“
(Muhalefet, yeni vergi politikası üzerinde sert eleştirilerde bulundu.)
2. „Man sollte nur dann Kritik üben, wenn man auch Verbesserungsvorschläge hat.“
(Ancak geliştirme önerileri olduğunda eleştiri yapılmalıdır.)
3. „An seiner Vorgehensweise wurde intern viel Kritik geübt.“
(Onun yöntemi kurum içinde çokça eleştirildi.)
4. „Konstruktive Kritik zu üben, ist eine wertvolle Fähigkeit.“
(Yapıcı eleştiride bulunmak değerli bir beceridir.)
5. „Er nahm es ihr übel, dass sie an seiner Arbeit Kritik übte.“
(Çalışmasını eleştirdiği için ona içerledi.)
Zur Kenntnis nehmen
⸻
🟢 Türkçesi:
• bilgi edinmek
• farkına varmak
• not etmek
• dikkate almak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to take note of
• to acknowledge
• to be aware of
• to register (information mentally)
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Etwas zur Kenntnis nehmen“ ifadesi, bir bilgiyi duymak, görmek, fark etmek ve zihinsel olarak kaydetmek anlamına gelir. Genellikle resmî ve yazılı dilde kullanılır.
Kimi zaman „so notiert“, „anmerken“ veya „vermerkt“ anlamına da gelir.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
wahrnehmen algılamak, farkına varmak
registrieren kayda geçirmek
sich bewusst werden farkında olmak
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Ich habe Ihre Beschwerde zur Kenntnis genommen und werde sie prüfen.“
(Şikâyetinizi not ettim ve inceleyeceğim.)
2. „Bitte nehmen Sie zur Kenntnis, dass sich die Abfahrtszeiten geändert haben.“
(Lütfen kalkış saatlerinin değiştiğini dikkate alınız.)
3. „Er nahm zur Kenntnis, dass seine Vorschläge ignoriert wurden.“
(Önerilerinin göz ardı edildiğini fark etti.)
4. „Die Geschäftsleitung nahm die Kritik der Mitarbeiter zur Kenntnis.“
(Yönetim, çalışanların eleştirilerini dikkate aldı.)
5. „Wir nehmen Ihre Entscheidung zur Kenntnis und respektieren sie.“
(Kararınızı not ediyoruz ve saygı gösteriyoruz.)
einen Antrag stellen
🟢 Türkçesi:
• başvuru yapmak
• dilekçeyle talepte bulunmak
• resmî bir istekte bulunmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to submit an application
• to file a request
• to make a formal request
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Einen Antrag stellen (auf + Akk.)“ ifadesi, genellikle resmî kurumlara ya da makamlara yazılı ve resmî bir talepte bulunmak anlamında kullanılır.
Kullanım alanları çok çeşitlidir: oturum izni, evlilik, yardım, izin, proje desteği vb.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
sich bewerben um başvuruda bulunmak
ein Gesuch einreichen dilekçe vermek
eine Forderung stellen talepte bulunmak
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Er hat einen Antrag auf Verlängerung seines Visums gestellt.“
(Vizesinin uzatılması için başvuru yaptı.)
2. „Um finanzielle Unterstützung zu erhalten, muss man einen Antrag stellen.“
(Maddi destek alabilmek için başvuru yapmak gerekir.)
3. „Die Abgeordneten stellten im Parlament einen Antrag auf Gesetzesänderung.“
(Milletvekilleri parlamentoda yasa değişikliği için önerge sundular.)
4. „Nach dem Unfall stellte sie einen Antrag auf Reha-Maßnahmen.“
(Kazadan sonra rehabilitasyon tedbirleri için başvuru yaptı.)
5. „Wer BAföG erhalten möchte, muss rechtzeitig einen Antrag stellen.“
(BAföG almak isteyen, zamanında başvuru yapmalıdır.)
Den Vorzug geben
🟢 Türkçesi:
• tercih etmek
• öncelik vermek
• öncelikli olarak seçmek
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to give preference (to someone/something)
• to prefer
• to give priority to
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Jemandem/etwas den Vorzug geben“ deyimi, bir kişi veya şeyi başka bir şeye tercih etmek, daha uygun bulmak, öncelikli görmek anlamındadır. Genellikle karşılaştırmalı tercihlerde, karar verme durumlarında kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
bevorzugen : tercih etmek
priorisieren : önceliklendirmek
vorziehen: (bir şeyi bir şeye) yeğlemek
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „In stressigen Zeiten gebe ich der Ruhe den Vorzug gegenüber gesellschaftlichen Aktivitäten.“
(Stresli zamanlarda sosyal etkinlikler yerine sakinliği tercih ederim.)
2. „Immer mehr Menschen geben regionalen Produkten den Vorzug.“
(Giderek daha fazla insan yerel ürünleri tercih ediyor.)
3. „Sie gab der Karriere den Vorzug vor der Familiengründung.“
(Aile kurmaktan önce kariyerine öncelik verdi.)
4. „Bei der Bewerbung wurde dem internen Kandidaten der Vorzug gegeben.“
(Başvuru sürecinde kurum içindeki adaya öncelik tanındı.)
5. „Viele Reisende geben dem Zug den Vorzug gegenüber dem Flugzeug.“
(Birçok yolcu, uçağa kıyasla treni tercih ediyor.)
sich seiner Taten rühmen
🟢 Türkçesi:
• Yaptıklarıyla övünmek
• Kendi başarılarıyla gururlanmak
• Kendi eylemleriyle böbürlenmek
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to boast about one’s deeds
• to take pride in one’s actions
• to brag about what one has done
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Sich seiner Taten rühmen“ ifadesi, kendi yaptıklarını (genellikle başarılarını) başkalarına anlatıp bunlarla övünmek anlamına gelir. Bu deyim çoğu zaman biraz alaycı ya da eleştirel bir tonda kullanılır. Kişinin kendini öne çıkarma, böbürlenme eğilimi ima edilir.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
sich brüsten böbürlenmek
angeben hava atmak, gösteriş yapmak
stolz sein auf bir şeyle gurur duymak
⸻
❗️ Not:
• Fiil: sich rühmen + Genitiv (Eski, edebi bir yapıdır. Modern Almanca’da Genitiv hâlâ geçerli, ancak artık nadir ve resmi kullanımlarda yaygındır.)
• Modern Almanca’da: „Er rühmt sich seiner Erfolge.“
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Er rühmt sich seiner zahlreichen Spenden, doch sein Motiv bleibt fraglich.“
(Çok sayıda bağışla övünüyor, ama niyeti şüpheli kalıyor.)
2. „Sie rühmte sich ihrer Rolle bei der Rettung des Unternehmens.“
(Şirketin kurtarılmasındaki rolüyle övündü.)
3. „Manche Menschen rühmen sich ihrer Taten, auch wenn sie kaum dazu beigetragen haben.“
(Bazı insanlar neredeyse katkıda bulunmasalar bile yaptıklarıyla övünürler.)
4. „Er rühmte sich seiner Tapferkeit im Einsatz, was von Kollegen jedoch bezweifelt wurde.“
(Görevdeki cesaretiyle övündü, fakat bu meslektaşları tarafından sorgulandı.)
5. „Wer sich ständig seiner Taten rühmt, macht sich oft unsympathisch.“
(Sürekli yaptıklarıyla övünen biri genellikle antipatik görünür.)
etwas in Auftrag geben
🟢 Türkçesi:
• Bir şeyi sipariş etmek
• Bir işi yaptırmak
• Bir görevi (uzmana, kuruma) vermek
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to commission something
• to place an order for something
• to assign a task
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Etwas in Auftrag geben“ ifadesi, genellikle bir kişi veya kurumun başka bir kişiye ya da kuruma bir işi yapması için sipariş veya görev vermesi anlamındadır. Resmi ya da iş dünyasında sıkça kullanılan bir ifadedir.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
beauftragen görevlendirmek, sipariş vermek
in Auftrag erteilen sipariş vermek
anweisen talimat vermek
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Das Unternehmen hat eine renommierte Agentur mit der Gestaltung der neuen Website in Auftrag gegeben.“
(Şirket, yeni web sitesinin tasarımı için prestijli bir ajansa sipariş verdi.)
2. „Wir geben die Renovierung des Büros an eine erfahrene Firma in Auftrag.“
(Ofisin yenilenmesini deneyimli bir firmaya yaptırıyoruz.)
3. „Der Kunde gab die Anfertigung eines maßgeschneiderten Anzugs in Auftrag.“
(Müşteri, özel dikim bir takım elbise yaptırdı.)
4. „Die Stadtverwaltung hat den Bau der neuen Brücke in Auftrag gegeben.“
(Belediye, yeni köprünün inşasını sipariş etti.)
5. „Er gab einen Gutachter in Auftrag, um den Schaden am Auto zu beurteilen.“
(Arabada oluşan hasarı değerlendirmesi için bir eksper görevlendirdi.)
einen Beitrag leisten
🟢 Türkçesi:
• Bir katkıda bulunmak
• Bir pay sahibi olmak
• Bir konuda destek vermek
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to contribute
• to make a contribution
• to play a part
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Einen Beitrag leisten“ ifadesi, bir amaç veya projeye katkıda bulunmak, destek vermek anlamındadır. Hem maddi hem manevi katkılar için kullanılabilir.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
mitwirken katılmak, işbirliği yapmak
beitragen katkıda bulunmak
unterstützen desteklemek
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Jeder sollte seinen Teil dazu beitragen, die Umwelt zu schützen.“
(Herkes çevreyi korumak için üzerine düşeni yapmalı.)
2. „Sie leistete einen wichtigen Beitrag zur erfolgreichen Durchführung des Projekts.“
(Projenin başarılı yürütülmesine önemli bir katkı sağladı.)
3. „Der Wissenschaftler leistete einen entscheidenden Beitrag zur Erforschung der Krankheit.“
(Bilim insanı hastalığın araştırılmasına belirleyici bir katkıda bulundu.)
4. „Auch kleine Taten können einen großen Beitrag zur Gesellschaft leisten.“
(Küçük eylemler bile topluma büyük katkılar sağlayabilir.)
5. „Das Team arbeitet zusammen, um einen Beitrag zur Verbesserung der Produktqualität zu leisten.“
(Takım, ürün kalitesinin iyileştirilmesine katkı sağlamak için birlikte çalışıyor.)
Platz nehmen
🟢 Türkçesi:
• Oturmak
• Yerini almak
• Oturmak için yer kapmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to take a seat
• to sit down
• to be seated
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Platz nehmen“ ifadesi, resmi veya gündelik bir ortamda bir yere oturmak, yer kapmak anlamına gelir. Genellikle misafirleri ya da katılımcıları oturması için davet etmek amacıyla kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
sich setzen oturmak
sich niederlassen yerleşmek, oturmak
sich platzieren yerini almak
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Bitte nehmen Sie doch Platz, das Meeting beginnt gleich.“
(Lütfen oturun, toplantı hemen başlayacak.)
2. „Die Gäste nahmen an der langen Tafel Platz.“
(Konuklar uzun masada yerlerini aldılar.)
3. „Wir baten die Teilnehmer, auf den Stühlen Platz zu nehmen.“
(Katılımcılardan sandalyelere oturmalarını istedik.)
4. „Während der Vorstellung nahm das Publikum gespannt Platz.“
(Sergi sırasında seyirci dikkatle yerini aldı.)
5. „Nachdem alle Platz genommen hatten, begann die Diskussion.“
(Herkes yerini aldıktan sonra tartışma başladı.)
Unterricht geben
🟢 Türkçesi:
• Ders vermek
• Eğitim vermek
• Öğretmenlik yapmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to give lessons
• to teach
• to provide instruction
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Unterricht geben“ ifadesi, bir kişiye veya gruba ders vermek, bilgiyi aktarmak anlamına gelir. Okullarda veya özel eğitimlerde kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
lehren öğretmek
unterrichten ders vermek
dozieren ders vermek (üniversitede)
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Frau Müller gibt seit zehn Jahren Englischunterricht an der Schule.“
(Frau Müller on yıldır okulda İngilizce dersleri veriyor.)
2. „Er unterrichtet Informatik und gibt auch Programmierunterricht.“
(O, bilişim dersi veriyor ve ayrıca programlama dersi de veriyor.)
3. „Die Lehrerin gibt den Schülern regelmäßig Nachhilfeunterricht.“
(Öğretmen öğrencilere düzenli olarak özel ders veriyor.)
4. „In dieser Sprachschule wird Unterricht in mehreren Fremdsprachen gegeben.“
(Bu dil okulunda birkaç yabancı dilde ders veriliyor.)
5. „Als Dozentin gibt sie Unterricht an der Universität für Medienwissenschaften.“
(Üniversitede medya bilimleri alanında ders veriyor.)
Eine Verabredung treffen
🟢 Türkçesi:
• Bir buluşma ayarlamak
• Randevu yapmak
• Bir görüşme planlamak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to make an appointment
• to arrange a meeting
• to set up a date
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Eine Verabredung treffen“ ifadesi, iki veya daha fazla kişinin belirli bir zaman ve yerde buluşmak üzere anlaşmaya varması anlamına gelir. Hem resmi hem gündelik bağlamda kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
einen Termin vereinbaren randevu ayarlamak
sich verabreden buluşmak, randevulaşmak
einen Termin festlegen bir zamanı belirlemek
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Wir sollten eine Verabredung treffen, um das weitere Vorgehen zu besprechen.“
(İleriye dönük yapılacakları konuşmak için bir buluşma ayarlamalıyız.)
2. „Ich habe gestern mit meinem Arzt eine Verabredung getroffen.“
(Dün doktorumla bir randevu yaptım.)
3. „Die beiden Parteien trafen eine Verabredung für ein persönliches Gespräch.“
(İki taraf kişisel bir görüşme için anlaştı.)
4. „Lass uns eine Verabredung treffen, damit wir das Projekt planen können.“
(Projeyi planlayabilmemiz için bir buluşma ayarlayalım.)
5. „Die Verabredung wurde kurzfristig abgesagt, was für alle Beteiligten ärgerlich war.“
(Buluşma son anda iptal edildi, bu da tüm ilgililer için can sıkıcıydı.)
zur Sprache bringen
🟢 Türkçesi:
• Bir konuyu gündeme getirmek
• Bir meseleyi dile getirmek
• Bir şeyi konuşmaya açmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to bring something up
• to raise an issue
• to mention something
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Zur Sprache bringen“ ifadesi, bir konuyu konuşmak amacıyla özellikle dile getirmek, tartışma başlatmak anlamına gelir. Genellikle önemli ya da hassas konular için kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
ansprechen bir konuyu açmak
erwähnen değinmek
thematisieren bir konuyu ele almak
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „In der Sitzung wurde das Thema Datenschutz zur Sprache gebracht.“
(Toplantıda veri koruma konusu gündeme getirildi.)
2. „Ich möchte einen Punkt zur Sprache bringen, der bisher ignoriert wurde.“
(Şimdiye kadar göz ardı edilen bir konuyu dile getirmek istiyorum.)
3. „Es war mutig von ihr, das Problem offen zur Sprache zu bringen.“
(Sorunu açıkça dile getirmesi cesurcaydı.)
4. „Der Professor brachte aktuelle gesellschaftliche Entwicklungen zur Sprache.“
(Profesör güncel toplumsal gelişmeleri gündeme getirdi.)
5. „Manche Themen sollten sensibel zur Sprache gebracht werden.“
(Bazı konular hassas bir şekilde dile getirilmelidir.)
in Streik treten
🟢 Türkçesi:
• Grev yapmak
• Grev başlatmak
• İş bırakmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to go on strike
• to start striking
• to walk out (in protest)
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„In Streik treten“ ifadesi, işçilerin veya çalışanların haklarını savunmak amacıyla çalışmayı durdurması, yani grev eylemine başlaması anlamına gelir. Resmî, toplumsal ve sendikal bağlamda kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
streiken greve gitmek
die Arbeit niederlegen işi bırakmak
Arbeitskampf führen iş mücadelesi yürütmek
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Die Beschäftigten traten aus Protest gegen die Lohnkürzungen in Streik.“
(Çalışanlar maaş kesintilerine karşı protesto amacıyla greve gittiler.)
2. „Wenn keine Einigung erzielt wird, werden die Lokführer nächste Woche in Streik treten.“
(Eğer bir uzlaşma sağlanmazsa, makinistler gelecek hafta greve başlayacak.)
3. „Mehrere Gewerkschaften haben angekündigt, in Streik zu treten.“
(Birkaç sendika greve gitmeyi duyurdu.)
4. „Die Lehrer traten in Streik, um bessere Arbeitsbedingungen zu fordern.“
(Öğretmenler daha iyi çalışma koşulları talebiyle greve başladılar.)
5. „Der Entschluss, in Streik zu treten, fiel nach langen Verhandlungen.“
(Grev kararı uzun müzakerelerden sonra alındı.)
weitere Verhandlungen führen
🟢 Türkçesi:
• Daha fazla müzakere yürütmek
• Görüşmelere devam etmek
• Yeni görüşmeler yapmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to conduct further negotiations
• to engage in further talks
• to continue negotiating
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Weitere Verhandlungen führen“ ifadesi, bir konu hakkında çözüm bulmak amacıyla ek görüşmeler yapmak, müzakere sürecini sürdürmek anlamına gelir. Diplomatik, ticari ve toplumsal bağlamlarda sıkça kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:
Almanca Türkçe
Gespräche fortsetzen görüşmelere devam etmek
neue Gespräche aufnehmen yeni görüşmelere başlamak
erneut verhandeln yeniden müzakere etmek
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Die Parteien haben sich darauf geeinigt, weitere Verhandlungen zu führen.“
(Taraflar daha fazla müzakere yapma konusunda anlaştı.)
2. „Ohne Kompromissbereitschaft ist es sinnlos, weitere Verhandlungen zu führen.“
(Uzlaşma isteği olmadan daha fazla müzakere yapmak anlamsızdır.)
3. „Die Gewerkschaft fordert, sofort weitere Verhandlungen zu führen.“
(Sendika derhal yeni görüşmelere başlanmasını talep ediyor.)
4. „Um einen Konsens zu erzielen, müssen wir weitere Verhandlungen führen.“
(Bir uzlaşmaya varmak için daha fazla görüşme yapmamız gerekiyor.)
5. „Die Regierung ist bereit, unter bestimmten Bedingungen weitere Verhandlungen zu führen.“
(Hükümet belirli koşullar altında müzakerelere devam etmeye hazırdır.)
Stellung nehmen
🟢 Türkçesi:
• Görüş belirtmek
• Fikir beyan etmek
• Tavır almak / tutum sergilemek
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to take a stand
• to express an opinion
• to state one’s position
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Stellung nehmen“ ifadesi, bir konu hakkında açıkça fikir belirtmek, tartışmalı bir meselede görüşünü dile getirmek anlamına gelir. Akademik metinlerde, resmi yazışmalarda ve tartışmalarda sık kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı Almanca İfadeler:
Almanca Türkçe
sich äußern görüş bildirmek
Meinung äußern fikir belirtmek
eine Position einnehmen bir tutum sergilemek
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Die Expertin nahm in der Pressekonferenz deutlich Stellung zum Thema Klimawandel.“
(Uzman, basın toplantısında iklim değişikliği konusunda açıkça görüş bildirdi.)
2. „Wir fordern die Regierung auf, endlich Stellung zu den Vorwürfen zu nehmen.“
(Hükümeti, suçlamalar hakkında nihayet bir tutum almaya çağırıyoruz.)
3. „Er wollte sich zu dem Vorfall nicht öffentlich äußern und vermied es, Stellung zu nehmen.“
(Olayla ilgili kamuya açık bir açıklama yapmak istemedi ve görüş belirtmekten kaçındı.)
4. „In wissenschaftlichen Arbeiten sollte man sachlich und fundiert Stellung nehmen.“
(Akademik çalışmalarda nesnel ve temellendirilmiş biçimde görüş belirtilmelidir.)
5. „Die Organisation nahm eindeutig Stellung gegen Diskriminierung und Ausgrenzung.“
(Kuruluş, ayrımcılık ve dışlamaya karşı net bir tutum sergiledi.)
in Bedrängnis kommen
🟢 Türkçesi:
• Zor duruma düşmek
• Sıkıntıya girmek
• Başını derde sokmak / darda kalmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to get into trouble
• to get into a tight spot
• to be in distress
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„In Bedrängnis kommen“ ifadesi, maddi, manevi ya da fiziksel olarak zor ve baskı altında olunan bir duruma düşmek anlamında kullanılır. Hem kişisel hem de toplumsal bağlamlarda geçerlidir.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı Almanca İfadeler:
Almanca Türkçe
in Schwierigkeiten geraten sıkıntıya girmek
unter Druck stehen baskı altında olmak
in eine Notlage geraten zor duruma düşmek
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Nach dem plötzlichen Jobverlust kam die Familie finanziell in Bedrängnis.“
(Ani iş kaybından sonra aile maddi sıkıntıya girdi.)
2. „Die Firma kam durch die Wirtschaftskrise ernsthaft in Bedrängnis.“
(Şirket, ekonomik kriz nedeniyle ciddi şekilde zor duruma düştü.)
3. „Viele Studierende kommen ohne Unterstützung der Eltern schnell in Bedrängnis.“
(Birçok öğrenci, ailesinin desteği olmadan hızlıca sıkıntıya düşer.)
4. „Der Politiker geriet nach dem Skandal in politische Bedrängnis.“
(Politikacı, skandalın ardından siyasi baskı altına girdi.)
5. „Wenn man sich zu viel vornimmt, kann man leicht in zeitliche Bedrängnis kommen.“
(Çok fazla şey üstlenirse, insan kolayca zaman sıkıntısına düşebilir.)
unter Druck stehen
🟢 Türkçesi:
• Baskı altında olmak
• Zor durumda olmak
• Stres altında olmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to be under pressure
• to be stressed
• to be under strain
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Unter Druck stehen“, hem fiziksel hem de psikolojik anlamda stresli veya zorlayıcı bir durum içinde olmak anlamına gelir. Çoğunlukla iş, okul, aile ya da toplumsal beklentiler gibi durumlarda kullanılır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı Almanca İfadeler:
Almanca Türkçe
unter Stress stehen stres altında olmak
belastet sein yük altında olmak
unter Anspannung stehen gerilim altında olmak
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Viele Arbeitnehmer stehen heutzutage permanent unter Druck, ihre Leistung zu steigern.“
(Günümüzde birçok çalışan, sürekli olarak performansını artırma baskısı altındadır.)
2. „Während der Prüfungsvorbereitung stand sie enorm unter Druck.“
(Sınav hazırlığı sırasında büyük bir baskı altındaydı.)
3. „Die Regierung steht unter Druck, schnell eine Lösung für die Krise zu finden.“
(Hükümet, krize hızlı bir çözüm bulma baskısı altındadır.)
4. „Wenn man ständig unter Druck steht, leidet die Gesundheit.“
(Sürekli baskı altında olunduğunda sağlık zarar görür.)
5. „Er steht beruflich und privat stark unter Druck und braucht dringend eine Pause.“
(İş ve özel yaşamında büyük baskı altında ve acilen bir molaya ihtiyacı var.)
die Initiative ergreifen
🟢 Türkçesi:
• İnsiyatifi ele almak
• İlk adımı atmak
• Ön ayak olmak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to take the initiative
• to take the lead
• to take action proactively
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„Die Initiative ergreifen“ ifadesi, bir işi başlatmak için ilk ve gönüllü adımı atmak, sorumluluk üstlenmek anlamına gelir. Genellikle başkalarının beklediği durumlarda bir kişinin cesaretle öne çıkmasını anlatır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı Almanca İfadeler:
Almanca Türkçe
den ersten Schritt machen ilk adımı atmak
aktiv werden harekete geçmek
das Heft in die Hand nehmen kontrolü ele almak
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „In der Besprechung ergriff sie die Initiative und schlug einen neuen Lösungsweg vor.“
(Toplantıda insiyatifi ele aldı ve yeni bir çözüm yolu önerdi.)
2. „Wenn niemand etwas tut, muss eben jemand die Initiative ergreifen.“
(Kimse bir şey yapmıyorsa, birinin insiyatifi ele alması gerekir.)
3. „Die Schüler ergriffen die Initiative und organisierten ein Benefizkonzert.“
(Öğrenciler insiyatif alarak bir yardım konseri düzenlediler.)
4. „Manchmal lohnt es sich, nicht zu warten, sondern selbst die Initiative zu ergreifen.“
(Bazen beklememek ve kendin insiyatif almak daha faydalıdır.)
5. „Dank seiner Bereitschaft, die Initiative zu ergreifen, konnte das Projekt rechtzeitig abgeschlossen werden.“
(İnsiyatif alma isteği sayesinde proje zamanında tamamlandı.)
in Kraft treten
🟢 Türkçesi:
• Yürürlüğe girmek
• Yürürlüğe konmak
• Geçerli olmaya başlamak
⸻
🔵 İngilizcesi:
• to come into force
• to take effect
• to go into effect
⸻
🧠 Anlam Açıklaması:
„in Kraft treten“ genellikle kanun, yönetmelik, anlaşma gibi resmi belgelerin geçerlilik kazanmaya başladığını ifade eder. Belirli bir tarihten itibaren bağlayıcı hâle gelmesini anlatır.
⸻
🔄 Benzer Anlamlı Almanca İfadeler:
Almanca Türkçe
gültig werden geçerli olmak
wirksam werden etkili olmak, yürürlüğe girmek
angewendet werden uygulanmaya başlamak
⸻
🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Das neue Gesetz tritt am 1. Januar in Kraft.“
(Yeni yasa 1 Ocak’ta yürürlüğe giriyor.)
2. „Die Verordnung tritt erst nach ihrer Veröffentlichung im Amtsblatt in Kraft.“
(Yönetmelik ancak resmî gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girer.)
3. „Wenn der Vertrag in Kraft tritt, gelten neue Regeln für alle Beteiligten.“
(Sözleşme yürürlüğe girdiğinde, tüm taraflar için yeni kurallar geçerli olur.)
4. „Mit dem Inkrafttreten des Gesetzes ändern sich zahlreiche Vorschriften.“
(Yasanın yürürlüğe girmesiyle birçok düzenleme değişiyor.)
5. „Die Änderungen treten rückwirkend zum 1. Mai in Kraft.“
*(Değişiklikler 1 Mayıs’tan itibaren geriye dönük
sich in Acht nehmen
📌 Türkçesi:
• Dikkatli olmak
• Kendine dikkat etmek
• Sakınmak
📘 İngilizcesi:
• to be careful
• to watch out
• to be cautious
🧠 Anlamı:
Bir tehlikeye veya riske karşı kendini korumak, dikkatli davranmak anlamına gelir. Genellikle uyarı niteliğindedir.
⸻
🔁 Benzer ifadeler:
Almanca Türkçe
vorsichtig sein dikkatli olmak
sich hüten vor sakınmak, kaçınmak
⸻
📝 5 C1 düzeyinde örnek cümle:
1. „Du solltest dich in Acht nehmen, wenn du nachts alleine unterwegs bist.“
(Gece yalnız yürürken dikkatli olmalısın.)
2. „Man muss sich vor falschen Freunden in Acht nehmen.“
(Kişi sahte arkadaşlardan sakınmalıdır.)
3. „Wer zu viel Vertrauen schenkt, sollte sich in Acht nehmen.“
(Çok fazla güvenen biri dikkatli olmalıdır.)
4. „Sie nahm sich in Acht, nicht noch einmal denselben Fehler zu machen.“
(Aynı hatayı tekrar yapmamak için dikkatli davrandı.)
5. „In unbekannten Gegenden sollte man sich besonders in Acht nehmen.“
(Bilinmeyen bölgelerde özellikle dikkatli olunmalıdır.)
Anklage erheben
📌 Türkçesi:
• Suçlama yapmak
• Dava açmak
• İddia etmek (resmi olarak suçlamak)
📘 İngilizcesi:
• to press charges
• to bring an accusation
• to file a complaint
🧠 Anlamı:
Bir kişi veya kuruma karşı resmi olarak suçlama yapmak ve mahkemede dava açmak anlamına gelir. Genellikle hukuk alanında kullanılır.
⸻
🔁 Benzer ve zıt anlamlı kelimeler:
Almanca Türkçe
verklagen dava açmak (benzer)
beschuldigen suçlamak (benzer)
freisprechen beraat ettirmek (zıt)
entlasten suçsuz bulmak (zıt)
⸻
📝 5 C1 düzeyinde Almanca örnek cümle ve Türkçe anlamları:
1. „Die Staatsanwaltschaft erhob Anklage gegen den Verdächtigen.“
(Savcılık, şüpheliye karşı suçlama yaptı.)
2. „Nachdem neue Beweise gefunden wurden, wurde Anklage erhoben.“
(Yeni deliller bulununca dava açıldı.)
3. „Der Angeklagte bestreitet die erhobene Anklage.“
(Sanık yapılan suçlamayı reddediyor.)
4. „Es ist nicht einfach, Anklage zu erheben ohne ausreichende Beweise.“
(Yeterli delil olmadan suçlama yapmak kolay değildir.)
5. „Die Polizei leitete Ermittlungen ein, die schließlich zur Erhebung der Anklage führten.“
(Polis soruşturma başlattı ve sonunda suçlama yapıldı.)