NVV Flashcards

(69 cards)

1
Q

in Kauf nehmen

A

🟢 Türkçesi:
• göze almak
• katlanmak / razı olmak
• kabullenmek

🔵 İngilizcesi:
• to accept
• to put up with
• to take into account / to accept as a consequence
• to risk

🧠 Anlam Açıklaması:

„etwas in Kauf nehmen“, istenmeyen bir durumu ya da yan etkisini, başka bir amacı gerçekleştirmek uğruna kabullenmek anlamına gelir.

Yani kişi bir hedefe ulaşmak için olası olumsuzlukları da bilerek kabul eder.

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Wer erfolgreich sein will, muss oft auch Rückschläge in Kauf nehmen.“
(Başarılı olmak isteyen, çoğu zaman aksilikleri de göze almak zorundadır.)
2. „Um in der Innenstadt zu wohnen, nehmen viele die hohen Mieten in Kauf.“
(Şehir merkezinde oturmak için birçok kişi yüksek kiraları göze alıyor.)
3. „Sie nahm die Kritik in Kauf, um ihre Meinung offen zu äußern.“
(Fikrini açıkça söyleyebilmek için eleştiriyi göze aldı.)
4. „Der Politiker nahm den Verlust an Zustimmung in Kauf, um notwendige Reformen durchzusetzen.“
(Politikacı, gerekli reformları uygulayabilmek için halk desteğindeki azalmayı göze aldı.)
5. „Wenn du ständig Überstunden machst, musst du Erschöpfung in Kauf nehmen.“
(Sürekli fazla mesai yapıyorsan, yorgunluğu göze almalısın.)

.

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
2
Q

Abschied nehmen

A

🟢 Türkçesi:
• veda etmek
• uğurlamak
• ayrılmak

🔵 İngilizcesi:
• to say goodbye
• to take leave
• to bid farewell

🧠 Anlam Açıklaması:

„Abschied nehmen“, bir kişiden, yerden veya durumdan duygusal bir vedayla ayrılmak anlamına gelir.
Genellikle resmî, edebi ya da duygusal bağlamlarda kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
sich verabschieden vedalaşmak
Lebewohl sagen elveda demek
Adieu sagen elveda demek (eski/şiirsel)

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Er konnte sich nicht von seiner verstorbenen Mutter verabschieden und keinen richtigen Abschied nehmen.“
(Vefat eden annesine veda edemedi ve doğru dürüst bir şekilde ayrılık yaşayamadı.)
2. „Nach 30 Jahren im Unternehmen fiel es ihm schwer, Abschied zu nehmen.“
(30 yıl çalıştığı şirketten ayrılmak onun için zor oldu.)
3. „Die Familie versammelte sich, um gemeinsam Abschied zu nehmen.“
(Aile, birlikte veda etmek için toplandı.)
4. „Manchmal muss man Abschied nehmen, um Neues beginnen zu können.“
(Bazen yeni bir başlangıç yapabilmek için vedalaşmak gerekir.)
5. „In seiner Rede nahm der Präsident offiziell Abschied vom Amt.“
(Konuşmasında başkan resmen görevine veda etti.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
3
Q

Freundschaft schließen

A

🟢 Türkçesi:
• arkadaş olmak
• dostluk kurmak
• arkadaşlık başlatmak

🔵 İngilizcesi:
• to make friends
• to strike up a friendship
• to form a friendship

🧠 Anlam Açıklaması:

„Freundschaft schließen (mit jemandem)“, biriyle yeni bir arkadaşlık başlatmak, samimi bir ilişki kurmak anlamına gelir.
Genellikle karşılıklı güvene ve anlayışa dayalı bir bağın başlangıcını ifade eder.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
sich anfreunden mit biriyle arkadaş olmak
eine Freundschaft beginnen bir arkadaşlık başlatmak

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Trotz kultureller Unterschiede konnte sie schnell Freundschaft mit ihren neuen Kollegen schließen.“
(Kültürel farklılıklara rağmen yeni iş arkadaşlarıyla hızlıca arkadaşlık kurabildi.)
2. „Kinder schließen oft ganz unbefangen Freundschaften, ohne lange nachzudenken.“
(Çocuklar çoğu zaman düşünmeden içtenlikle arkadaşlık kurarlar.)
3. „Während ihres Auslandsaufenthalts schloss er enge Freundschaften, die bis heute bestehen.“
(Yurt dışı kaldığı süre boyunca bugün hâlâ devam eden sıkı arkadaşlıklar kurdu.)
4. „Es fiel ihm schwer, nach dem Umzug in der neuen Stadt Freundschaft zu schließen.“
(Taşındıktan sonra yeni şehirde arkadaş edinmek onun için zordu.)
5. „Im Krieg ist es nicht leicht, mit dem Feind Freundschaft zu schließen.“
(Savaşta düşmanla dostluk kurmak kolay değildir.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
4
Q

einen Rad geben

A

🟢 Türkçesi:
• tavsiye vermek
• öğüt vermek
• akıl vermek

🔵 İngilizcesi:
• to give advice
• to offer a suggestion
• to give someone a piece of advice

🧠 Anlam Açıklaması:

„Jemandem einen Rat geben“, bir kişiye yardımcı olmak amacıyla bilgi, görüş veya öneri sunmak anlamına gelir.
Resmî ya da samimi her ortamda kullanılabilir.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
Ratschläge erteilen tavsiyelerde bulunmak
beraten danışmak / tavsiye vermek

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Darf ich dir einen gut gemeinten Rat geben?“
(Sana iyi niyetli bir tavsiye verebilir miyim?)
2. „Der Lehrer gab ihm einen wertvollen Rat für seine berufliche Zukunft.“
(Öğretmeni ona mesleki geleceği için değerli bir tavsiye verdi.)
3. „Wenn du mich um einen Rat bittest, musst du auch bereit sein, ihn anzunehmen.“
(Benden tavsiye istiyorsan, onu kabul etmeye de hazır olmalısın.)
4. „Er hat mir einen Rat gegeben, den ich nie vergessen werde.“
(Bana asla unutamayacağım bir tavsiye verdi.)
5. „Manchmal ist es besser, keinen Rat zu geben, sondern einfach zuzuhören.“
(Bazen tavsiye vermektense sadece dinlemek daha iyidir.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
5
Q

Kritik üben

A

🟢 Türkçesi:
• eleştiri yapmak
• eleştirmek
• tenkitte bulunmak

🔵 İngilizcesi:
• to criticize
• to express criticism
• to make a critical remark

🧠 Anlam Açıklaması:

„Kritik üben (an jemandem / an etwas)“, bir kişiye ya da duruma yönelik düşünce, davranış veya kararı eleştirmek, olumsuz yönlerini dile getirmek anlamına gelir.
Bu ifade genellikle yapıcı ya da yıkıcı eleştiri bağlamında kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
jemanden kritisieren birini eleştirmek
sich kritisch äußern eleştirel şekilde ifade etmek
tadeln kınamak, ayıplamak

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Die Opposition übte scharfe Kritik an der neuen Steuerpolitik.“
(Muhalefet, yeni vergi politikası üzerinde sert eleştirilerde bulundu.)
2. „Man sollte nur dann Kritik üben, wenn man auch Verbesserungsvorschläge hat.“
(Ancak geliştirme önerileri olduğunda eleştiri yapılmalıdır.)
3. „An seiner Vorgehensweise wurde intern viel Kritik geübt.“
(Onun yöntemi kurum içinde çokça eleştirildi.)
4. „Konstruktive Kritik zu üben, ist eine wertvolle Fähigkeit.“
(Yapıcı eleştiride bulunmak değerli bir beceridir.)
5. „Er nahm es ihr übel, dass sie an seiner Arbeit Kritik übte.“
(Çalışmasını eleştirdiği için ona içerledi.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
6
Q

Zur Kenntnis nehmen

A

🟢 Türkçesi:
• bilgi edinmek
• farkına varmak
• not etmek
• dikkate almak

🔵 İngilizcesi:
• to take note of
• to acknowledge
• to be aware of
• to register (information mentally)

🧠 Anlam Açıklaması:

„Etwas zur Kenntnis nehmen“ ifadesi, bir bilgiyi duymak, görmek, fark etmek ve zihinsel olarak kaydetmek anlamına gelir. Genellikle resmî ve yazılı dilde kullanılır.
Kimi zaman „so notiert“, „anmerken“ veya „vermerkt“ anlamına da gelir.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
wahrnehmen algılamak, farkına varmak
registrieren kayda geçirmek
sich bewusst werden farkında olmak

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Ich habe Ihre Beschwerde zur Kenntnis genommen und werde sie prüfen.“
(Şikâyetinizi not ettim ve inceleyeceğim.)
2. „Bitte nehmen Sie zur Kenntnis, dass sich die Abfahrtszeiten geändert haben.“
(Lütfen kalkış saatlerinin değiştiğini dikkate alınız.)
3. „Er nahm zur Kenntnis, dass seine Vorschläge ignoriert wurden.“
(Önerilerinin göz ardı edildiğini fark etti.)
4. „Die Geschäftsleitung nahm die Kritik der Mitarbeiter zur Kenntnis.“
(Yönetim, çalışanların eleştirilerini dikkate aldı.)
5. „Wir nehmen Ihre Entscheidung zur Kenntnis und respektieren sie.“
(Kararınızı not ediyoruz ve saygı gösteriyoruz.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
7
Q

einen Antrag stellen

A

🟢 Türkçesi:
• başvuru yapmak
• dilekçeyle talepte bulunmak
• resmî bir istekte bulunmak

🔵 İngilizcesi:
• to submit an application
• to file a request
• to make a formal request

🧠 Anlam Açıklaması:

„Einen Antrag stellen (auf + Akk.)“ ifadesi, genellikle resmî kurumlara ya da makamlara yazılı ve resmî bir talepte bulunmak anlamında kullanılır.
Kullanım alanları çok çeşitlidir: oturum izni, evlilik, yardım, izin, proje desteği vb.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
sich bewerben um başvuruda bulunmak
ein Gesuch einreichen dilekçe vermek
eine Forderung stellen talepte bulunmak

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Er hat einen Antrag auf Verlängerung seines Visums gestellt.“
(Vizesinin uzatılması için başvuru yaptı.)
2. „Um finanzielle Unterstützung zu erhalten, muss man einen Antrag stellen.“
(Maddi destek alabilmek için başvuru yapmak gerekir.)
3. „Die Abgeordneten stellten im Parlament einen Antrag auf Gesetzesänderung.“
(Milletvekilleri parlamentoda yasa değişikliği için önerge sundular.)
4. „Nach dem Unfall stellte sie einen Antrag auf Reha-Maßnahmen.“
(Kazadan sonra rehabilitasyon tedbirleri için başvuru yaptı.)
5. „Wer BAföG erhalten möchte, muss rechtzeitig einen Antrag stellen.“
(BAföG almak isteyen, zamanında başvuru yapmalıdır.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
8
Q

Den Vorzug geben

A

🟢 Türkçesi:
• tercih etmek
• öncelik vermek
• öncelikli olarak seçmek

🔵 İngilizcesi:
• to give preference (to someone/something)
• to prefer
• to give priority to

🧠 Anlam Açıklaması:

„Jemandem/etwas den Vorzug geben“ deyimi, bir kişi veya şeyi başka bir şeye tercih etmek, daha uygun bulmak, öncelikli görmek anlamındadır. Genellikle karşılaştırmalı tercihlerde, karar verme durumlarında kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

bevorzugen : tercih etmek
priorisieren : önceliklendirmek
vorziehen: (bir şeyi bir şeye) yeğlemek

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „In stressigen Zeiten gebe ich der Ruhe den Vorzug gegenüber gesellschaftlichen Aktivitäten.“
(Stresli zamanlarda sosyal etkinlikler yerine sakinliği tercih ederim.)
2. „Immer mehr Menschen geben regionalen Produkten den Vorzug.“
(Giderek daha fazla insan yerel ürünleri tercih ediyor.)
3. „Sie gab der Karriere den Vorzug vor der Familiengründung.“
(Aile kurmaktan önce kariyerine öncelik verdi.)
4. „Bei der Bewerbung wurde dem internen Kandidaten der Vorzug gegeben.“
(Başvuru sürecinde kurum içindeki adaya öncelik tanındı.)
5. „Viele Reisende geben dem Zug den Vorzug gegenüber dem Flugzeug.“
(Birçok yolcu, uçağa kıyasla treni tercih ediyor.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
9
Q

sich seiner Taten rühmen

A

🟢 Türkçesi:
• Yaptıklarıyla övünmek
• Kendi başarılarıyla gururlanmak
• Kendi eylemleriyle böbürlenmek

🔵 İngilizcesi:
• to boast about one’s deeds
• to take pride in one’s actions
• to brag about what one has done

🧠 Anlam Açıklaması:

„Sich seiner Taten rühmen“ ifadesi, kendi yaptıklarını (genellikle başarılarını) başkalarına anlatıp bunlarla övünmek anlamına gelir. Bu deyim çoğu zaman biraz alaycı ya da eleştirel bir tonda kullanılır. Kişinin kendini öne çıkarma, böbürlenme eğilimi ima edilir.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
sich brüsten böbürlenmek
angeben hava atmak, gösteriş yapmak
stolz sein auf bir şeyle gurur duymak

❗️ Not:
• Fiil: sich rühmen + Genitiv (Eski, edebi bir yapıdır. Modern Almanca’da Genitiv hâlâ geçerli, ancak artık nadir ve resmi kullanımlarda yaygındır.)
• Modern Almanca’da: „Er rühmt sich seiner Erfolge.“

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Er rühmt sich seiner zahlreichen Spenden, doch sein Motiv bleibt fraglich.“
(Çok sayıda bağışla övünüyor, ama niyeti şüpheli kalıyor.)
2. „Sie rühmte sich ihrer Rolle bei der Rettung des Unternehmens.“
(Şirketin kurtarılmasındaki rolüyle övündü.)
3. „Manche Menschen rühmen sich ihrer Taten, auch wenn sie kaum dazu beigetragen haben.“
(Bazı insanlar neredeyse katkıda bulunmasalar bile yaptıklarıyla övünürler.)
4. „Er rühmte sich seiner Tapferkeit im Einsatz, was von Kollegen jedoch bezweifelt wurde.“
(Görevdeki cesaretiyle övündü, fakat bu meslektaşları tarafından sorgulandı.)
5. „Wer sich ständig seiner Taten rühmt, macht sich oft unsympathisch.“
(Sürekli yaptıklarıyla övünen biri genellikle antipatik görünür.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
10
Q

etwas in Auftrag geben

A

🟢 Türkçesi:
• Bir şeyi sipariş etmek
• Bir işi yaptırmak
• Bir görevi (uzmana, kuruma) vermek

🔵 İngilizcesi:
• to commission something
• to place an order for something
• to assign a task

🧠 Anlam Açıklaması:

„Etwas in Auftrag geben“ ifadesi, genellikle bir kişi veya kurumun başka bir kişiye ya da kuruma bir işi yapması için sipariş veya görev vermesi anlamındadır. Resmi ya da iş dünyasında sıkça kullanılan bir ifadedir.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
beauftragen görevlendirmek, sipariş vermek
in Auftrag erteilen sipariş vermek
anweisen talimat vermek

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Das Unternehmen hat eine renommierte Agentur mit der Gestaltung der neuen Website in Auftrag gegeben.“
(Şirket, yeni web sitesinin tasarımı için prestijli bir ajansa sipariş verdi.)
2. „Wir geben die Renovierung des Büros an eine erfahrene Firma in Auftrag.“
(Ofisin yenilenmesini deneyimli bir firmaya yaptırıyoruz.)
3. „Der Kunde gab die Anfertigung eines maßgeschneiderten Anzugs in Auftrag.“
(Müşteri, özel dikim bir takım elbise yaptırdı.)
4. „Die Stadtverwaltung hat den Bau der neuen Brücke in Auftrag gegeben.“
(Belediye, yeni köprünün inşasını sipariş etti.)
5. „Er gab einen Gutachter in Auftrag, um den Schaden am Auto zu beurteilen.“
(Arabada oluşan hasarı değerlendirmesi için bir eksper görevlendirdi.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
11
Q

einen Beitrag leisten

A

🟢 Türkçesi:
• Bir katkıda bulunmak
• Bir pay sahibi olmak
• Bir konuda destek vermek

🔵 İngilizcesi:
• to contribute
• to make a contribution
• to play a part

🧠 Anlam Açıklaması:

„Einen Beitrag leisten“ ifadesi, bir amaç veya projeye katkıda bulunmak, destek vermek anlamındadır. Hem maddi hem manevi katkılar için kullanılabilir.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
mitwirken katılmak, işbirliği yapmak
beitragen katkıda bulunmak
unterstützen desteklemek

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Jeder sollte seinen Teil dazu beitragen, die Umwelt zu schützen.“
(Herkes çevreyi korumak için üzerine düşeni yapmalı.)
2. „Sie leistete einen wichtigen Beitrag zur erfolgreichen Durchführung des Projekts.“
(Projenin başarılı yürütülmesine önemli bir katkı sağladı.)
3. „Der Wissenschaftler leistete einen entscheidenden Beitrag zur Erforschung der Krankheit.“
(Bilim insanı hastalığın araştırılmasına belirleyici bir katkıda bulundu.)
4. „Auch kleine Taten können einen großen Beitrag zur Gesellschaft leisten.“
(Küçük eylemler bile topluma büyük katkılar sağlayabilir.)
5. „Das Team arbeitet zusammen, um einen Beitrag zur Verbesserung der Produktqualität zu leisten.“
(Takım, ürün kalitesinin iyileştirilmesine katkı sağlamak için birlikte çalışıyor.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
12
Q

Platz nehmen

A

🟢 Türkçesi:
• Oturmak
• Yerini almak
• Oturmak için yer kapmak

🔵 İngilizcesi:
• to take a seat
• to sit down
• to be seated

🧠 Anlam Açıklaması:

„Platz nehmen“ ifadesi, resmi veya gündelik bir ortamda bir yere oturmak, yer kapmak anlamına gelir. Genellikle misafirleri ya da katılımcıları oturması için davet etmek amacıyla kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
sich setzen oturmak
sich niederlassen yerleşmek, oturmak
sich platzieren yerini almak

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Bitte nehmen Sie doch Platz, das Meeting beginnt gleich.“
(Lütfen oturun, toplantı hemen başlayacak.)
2. „Die Gäste nahmen an der langen Tafel Platz.“
(Konuklar uzun masada yerlerini aldılar.)
3. „Wir baten die Teilnehmer, auf den Stühlen Platz zu nehmen.“
(Katılımcılardan sandalyelere oturmalarını istedik.)
4. „Während der Vorstellung nahm das Publikum gespannt Platz.“
(Sergi sırasında seyirci dikkatle yerini aldı.)
5. „Nachdem alle Platz genommen hatten, begann die Diskussion.“
(Herkes yerini aldıktan sonra tartışma başladı.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
13
Q

Unterricht geben

A

🟢 Türkçesi:
• Ders vermek
• Eğitim vermek
• Öğretmenlik yapmak

🔵 İngilizcesi:
• to give lessons
• to teach
• to provide instruction

🧠 Anlam Açıklaması:

„Unterricht geben“ ifadesi, bir kişiye veya gruba ders vermek, bilgiyi aktarmak anlamına gelir. Okullarda veya özel eğitimlerde kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
lehren öğretmek
unterrichten ders vermek
dozieren ders vermek (üniversitede)

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Frau Müller gibt seit zehn Jahren Englischunterricht an der Schule.“
(Frau Müller on yıldır okulda İngilizce dersleri veriyor.)
2. „Er unterrichtet Informatik und gibt auch Programmierunterricht.“
(O, bilişim dersi veriyor ve ayrıca programlama dersi de veriyor.)
3. „Die Lehrerin gibt den Schülern regelmäßig Nachhilfeunterricht.“
(Öğretmen öğrencilere düzenli olarak özel ders veriyor.)
4. „In dieser Sprachschule wird Unterricht in mehreren Fremdsprachen gegeben.“
(Bu dil okulunda birkaç yabancı dilde ders veriliyor.)
5. „Als Dozentin gibt sie Unterricht an der Universität für Medienwissenschaften.“
(Üniversitede medya bilimleri alanında ders veriyor.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
14
Q

Eine Verabredung treffen

A

🟢 Türkçesi:
• Bir buluşma ayarlamak
• Randevu yapmak
• Bir görüşme planlamak

🔵 İngilizcesi:
• to make an appointment
• to arrange a meeting
• to set up a date

🧠 Anlam Açıklaması:

„Eine Verabredung treffen“ ifadesi, iki veya daha fazla kişinin belirli bir zaman ve yerde buluşmak üzere anlaşmaya varması anlamına gelir. Hem resmi hem gündelik bağlamda kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
einen Termin vereinbaren randevu ayarlamak
sich verabreden buluşmak, randevulaşmak
einen Termin festlegen bir zamanı belirlemek

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Wir sollten eine Verabredung treffen, um das weitere Vorgehen zu besprechen.“
(İleriye dönük yapılacakları konuşmak için bir buluşma ayarlamalıyız.)
2. „Ich habe gestern mit meinem Arzt eine Verabredung getroffen.“
(Dün doktorumla bir randevu yaptım.)
3. „Die beiden Parteien trafen eine Verabredung für ein persönliches Gespräch.“
(İki taraf kişisel bir görüşme için anlaştı.)
4. „Lass uns eine Verabredung treffen, damit wir das Projekt planen können.“
(Projeyi planlayabilmemiz için bir buluşma ayarlayalım.)
5. „Die Verabredung wurde kurzfristig abgesagt, was für alle Beteiligten ärgerlich war.“
(Buluşma son anda iptal edildi, bu da tüm ilgililer için can sıkıcıydı.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
15
Q

zur Sprache bringen

A

🟢 Türkçesi:
• Bir konuyu gündeme getirmek
• Bir meseleyi dile getirmek
• Bir şeyi konuşmaya açmak

🔵 İngilizcesi:
• to bring something up
• to raise an issue
• to mention something

🧠 Anlam Açıklaması:

„Zur Sprache bringen“ ifadesi, bir konuyu konuşmak amacıyla özellikle dile getirmek, tartışma başlatmak anlamına gelir. Genellikle önemli ya da hassas konular için kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
ansprechen bir konuyu açmak
erwähnen değinmek
thematisieren bir konuyu ele almak

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „In der Sitzung wurde das Thema Datenschutz zur Sprache gebracht.“
(Toplantıda veri koruma konusu gündeme getirildi.)
2. „Ich möchte einen Punkt zur Sprache bringen, der bisher ignoriert wurde.“
(Şimdiye kadar göz ardı edilen bir konuyu dile getirmek istiyorum.)
3. „Es war mutig von ihr, das Problem offen zur Sprache zu bringen.“
(Sorunu açıkça dile getirmesi cesurcaydı.)
4. „Der Professor brachte aktuelle gesellschaftliche Entwicklungen zur Sprache.“
(Profesör güncel toplumsal gelişmeleri gündeme getirdi.)
5. „Manche Themen sollten sensibel zur Sprache gebracht werden.“
(Bazı konular hassas bir şekilde dile getirilmelidir.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
16
Q

in Streik treten

A

🟢 Türkçesi:
• Grev yapmak
• Grev başlatmak
• İş bırakmak

🔵 İngilizcesi:
• to go on strike
• to start striking
• to walk out (in protest)

🧠 Anlam Açıklaması:

„In Streik treten“ ifadesi, işçilerin veya çalışanların haklarını savunmak amacıyla çalışmayı durdurması, yani grev eylemine başlaması anlamına gelir. Resmî, toplumsal ve sendikal bağlamda kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
streiken greve gitmek
die Arbeit niederlegen işi bırakmak
Arbeitskampf führen iş mücadelesi yürütmek

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Die Beschäftigten traten aus Protest gegen die Lohnkürzungen in Streik.“
(Çalışanlar maaş kesintilerine karşı protesto amacıyla greve gittiler.)
2. „Wenn keine Einigung erzielt wird, werden die Lokführer nächste Woche in Streik treten.“
(Eğer bir uzlaşma sağlanmazsa, makinistler gelecek hafta greve başlayacak.)
3. „Mehrere Gewerkschaften haben angekündigt, in Streik zu treten.“
(Birkaç sendika greve gitmeyi duyurdu.)
4. „Die Lehrer traten in Streik, um bessere Arbeitsbedingungen zu fordern.“
(Öğretmenler daha iyi çalışma koşulları talebiyle greve başladılar.)
5. „Der Entschluss, in Streik zu treten, fiel nach langen Verhandlungen.“
(Grev kararı uzun müzakerelerden sonra alındı.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
17
Q

weitere Verhandlungen führen

A

🟢 Türkçesi:
• Daha fazla müzakere yürütmek
• Görüşmelere devam etmek
• Yeni görüşmeler yapmak

🔵 İngilizcesi:
• to conduct further negotiations
• to engage in further talks
• to continue negotiating

🧠 Anlam Açıklaması:

„Weitere Verhandlungen führen“ ifadesi, bir konu hakkında çözüm bulmak amacıyla ek görüşmeler yapmak, müzakere sürecini sürdürmek anlamına gelir. Diplomatik, ticari ve toplumsal bağlamlarda sıkça kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı İfadeler:

Almanca Türkçe
Gespräche fortsetzen görüşmelere devam etmek
neue Gespräche aufnehmen yeni görüşmelere başlamak
erneut verhandeln yeniden müzakere etmek

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Die Parteien haben sich darauf geeinigt, weitere Verhandlungen zu führen.“
(Taraflar daha fazla müzakere yapma konusunda anlaştı.)
2. „Ohne Kompromissbereitschaft ist es sinnlos, weitere Verhandlungen zu führen.“
(Uzlaşma isteği olmadan daha fazla müzakere yapmak anlamsızdır.)
3. „Die Gewerkschaft fordert, sofort weitere Verhandlungen zu führen.“
(Sendika derhal yeni görüşmelere başlanmasını talep ediyor.)
4. „Um einen Konsens zu erzielen, müssen wir weitere Verhandlungen führen.“
(Bir uzlaşmaya varmak için daha fazla görüşme yapmamız gerekiyor.)
5. „Die Regierung ist bereit, unter bestimmten Bedingungen weitere Verhandlungen zu führen.“
(Hükümet belirli koşullar altında müzakerelere devam etmeye hazırdır.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
18
Q

Stellung nehmen

A

🟢 Türkçesi:
• Görüş belirtmek
• Fikir beyan etmek
• Tavır almak / tutum sergilemek

🔵 İngilizcesi:
• to take a stand
• to express an opinion
• to state one’s position

🧠 Anlam Açıklaması:

„Stellung nehmen“ ifadesi, bir konu hakkında açıkça fikir belirtmek, tartışmalı bir meselede görüşünü dile getirmek anlamına gelir. Akademik metinlerde, resmi yazışmalarda ve tartışmalarda sık kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı Almanca İfadeler:

Almanca Türkçe
sich äußern görüş bildirmek
Meinung äußern fikir belirtmek
eine Position einnehmen bir tutum sergilemek

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Die Expertin nahm in der Pressekonferenz deutlich Stellung zum Thema Klimawandel.“
(Uzman, basın toplantısında iklim değişikliği konusunda açıkça görüş bildirdi.)
2. „Wir fordern die Regierung auf, endlich Stellung zu den Vorwürfen zu nehmen.“
(Hükümeti, suçlamalar hakkında nihayet bir tutum almaya çağırıyoruz.)
3. „Er wollte sich zu dem Vorfall nicht öffentlich äußern und vermied es, Stellung zu nehmen.“
(Olayla ilgili kamuya açık bir açıklama yapmak istemedi ve görüş belirtmekten kaçındı.)
4. „In wissenschaftlichen Arbeiten sollte man sachlich und fundiert Stellung nehmen.“
(Akademik çalışmalarda nesnel ve temellendirilmiş biçimde görüş belirtilmelidir.)
5. „Die Organisation nahm eindeutig Stellung gegen Diskriminierung und Ausgrenzung.“
(Kuruluş, ayrımcılık ve dışlamaya karşı net bir tutum sergiledi.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
19
Q

in Bedrängnis kommen

A

🟢 Türkçesi:
• Zor duruma düşmek
• Sıkıntıya girmek
• Başını derde sokmak / darda kalmak

🔵 İngilizcesi:
• to get into trouble
• to get into a tight spot
• to be in distress

🧠 Anlam Açıklaması:

„In Bedrängnis kommen“ ifadesi, maddi, manevi ya da fiziksel olarak zor ve baskı altında olunan bir duruma düşmek anlamında kullanılır. Hem kişisel hem de toplumsal bağlamlarda geçerlidir.

🔄 Benzer Anlamlı Almanca İfadeler:

Almanca Türkçe
in Schwierigkeiten geraten sıkıntıya girmek
unter Druck stehen baskı altında olmak
in eine Notlage geraten zor duruma düşmek

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Nach dem plötzlichen Jobverlust kam die Familie finanziell in Bedrängnis.“
(Ani iş kaybından sonra aile maddi sıkıntıya girdi.)
2. „Die Firma kam durch die Wirtschaftskrise ernsthaft in Bedrängnis.“
(Şirket, ekonomik kriz nedeniyle ciddi şekilde zor duruma düştü.)
3. „Viele Studierende kommen ohne Unterstützung der Eltern schnell in Bedrängnis.“
(Birçok öğrenci, ailesinin desteği olmadan hızlıca sıkıntıya düşer.)
4. „Der Politiker geriet nach dem Skandal in politische Bedrängnis.“
(Politikacı, skandalın ardından siyasi baskı altına girdi.)
5. „Wenn man sich zu viel vornimmt, kann man leicht in zeitliche Bedrängnis kommen.“
(Çok fazla şey üstlenirse, insan kolayca zaman sıkıntısına düşebilir.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
20
Q

unter Druck stehen

A

🟢 Türkçesi:
• Baskı altında olmak
• Zor durumda olmak
• Stres altında olmak

🔵 İngilizcesi:
• to be under pressure
• to be stressed
• to be under strain

🧠 Anlam Açıklaması:

„Unter Druck stehen“, hem fiziksel hem de psikolojik anlamda stresli veya zorlayıcı bir durum içinde olmak anlamına gelir. Çoğunlukla iş, okul, aile ya da toplumsal beklentiler gibi durumlarda kullanılır.

🔄 Benzer Anlamlı Almanca İfadeler:

Almanca Türkçe
unter Stress stehen stres altında olmak
belastet sein yük altında olmak
unter Anspannung stehen gerilim altında olmak

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Viele Arbeitnehmer stehen heutzutage permanent unter Druck, ihre Leistung zu steigern.“
(Günümüzde birçok çalışan, sürekli olarak performansını artırma baskısı altındadır.)
2. „Während der Prüfungsvorbereitung stand sie enorm unter Druck.“
(Sınav hazırlığı sırasında büyük bir baskı altındaydı.)
3. „Die Regierung steht unter Druck, schnell eine Lösung für die Krise zu finden.“
(Hükümet, krize hızlı bir çözüm bulma baskısı altındadır.)
4. „Wenn man ständig unter Druck steht, leidet die Gesundheit.“
(Sürekli baskı altında olunduğunda sağlık zarar görür.)
5. „Er steht beruflich und privat stark unter Druck und braucht dringend eine Pause.“
(İş ve özel yaşamında büyük baskı altında ve acilen bir molaya ihtiyacı var.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
21
Q

die Initiative ergreifen

A

🟢 Türkçesi:
• İnsiyatifi ele almak
• İlk adımı atmak
• Ön ayak olmak

🔵 İngilizcesi:
• to take the initiative
• to take the lead
• to take action proactively

🧠 Anlam Açıklaması:

„Die Initiative ergreifen“ ifadesi, bir işi başlatmak için ilk ve gönüllü adımı atmak, sorumluluk üstlenmek anlamına gelir. Genellikle başkalarının beklediği durumlarda bir kişinin cesaretle öne çıkmasını anlatır.

🔄 Benzer Anlamlı Almanca İfadeler:

Almanca Türkçe
den ersten Schritt machen ilk adımı atmak
aktiv werden harekete geçmek
das Heft in die Hand nehmen kontrolü ele almak

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „In der Besprechung ergriff sie die Initiative und schlug einen neuen Lösungsweg vor.“
(Toplantıda insiyatifi ele aldı ve yeni bir çözüm yolu önerdi.)
2. „Wenn niemand etwas tut, muss eben jemand die Initiative ergreifen.“
(Kimse bir şey yapmıyorsa, birinin insiyatifi ele alması gerekir.)
3. „Die Schüler ergriffen die Initiative und organisierten ein Benefizkonzert.“
(Öğrenciler insiyatif alarak bir yardım konseri düzenlediler.)
4. „Manchmal lohnt es sich, nicht zu warten, sondern selbst die Initiative zu ergreifen.“
(Bazen beklememek ve kendin insiyatif almak daha faydalıdır.)
5. „Dank seiner Bereitschaft, die Initiative zu ergreifen, konnte das Projekt rechtzeitig abgeschlossen werden.“
(İnsiyatif alma isteği sayesinde proje zamanında tamamlandı.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
22
Q

in Kraft treten

A

🟢 Türkçesi:
• Yürürlüğe girmek
• Yürürlüğe konmak
• Geçerli olmaya başlamak

🔵 İngilizcesi:
• to come into force
• to take effect
• to go into effect

🧠 Anlam Açıklaması:

„in Kraft treten“ genellikle kanun, yönetmelik, anlaşma gibi resmi belgelerin geçerlilik kazanmaya başladığını ifade eder. Belirli bir tarihten itibaren bağlayıcı hâle gelmesini anlatır.

🔄 Benzer Anlamlı Almanca İfadeler:

Almanca Türkçe
gültig werden geçerli olmak
wirksam werden etkili olmak, yürürlüğe girmek
angewendet werden uygulanmaya başlamak

🧾 5 C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümle + Türkçesi:
1. „Das neue Gesetz tritt am 1. Januar in Kraft.“
(Yeni yasa 1 Ocak’ta yürürlüğe giriyor.)
2. „Die Verordnung tritt erst nach ihrer Veröffentlichung im Amtsblatt in Kraft.“
(Yönetmelik ancak resmî gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girer.)
3. „Wenn der Vertrag in Kraft tritt, gelten neue Regeln für alle Beteiligten.“
(Sözleşme yürürlüğe girdiğinde, tüm taraflar için yeni kurallar geçerli olur.)
4. „Mit dem Inkrafttreten des Gesetzes ändern sich zahlreiche Vorschriften.“
(Yasanın yürürlüğe girmesiyle birçok düzenleme değişiyor.)
5. „Die Änderungen treten rückwirkend zum 1. Mai in Kraft.“
*(Değişiklikler 1 Mayıs’tan itibaren geriye dönük

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
23
Q

sich in Acht nehmen

A

📌 Türkçesi:
• Dikkatli olmak
• Kendine dikkat etmek
• Sakınmak

📘 İngilizcesi:
• to be careful
• to watch out
• to be cautious

🧠 Anlamı:

Bir tehlikeye veya riske karşı kendini korumak, dikkatli davranmak anlamına gelir. Genellikle uyarı niteliğindedir.

🔁 Benzer ifadeler:

Almanca Türkçe
vorsichtig sein dikkatli olmak
sich hüten vor sakınmak, kaçınmak

📝 5 C1 düzeyinde örnek cümle:
1. „Du solltest dich in Acht nehmen, wenn du nachts alleine unterwegs bist.“
(Gece yalnız yürürken dikkatli olmalısın.)
2. „Man muss sich vor falschen Freunden in Acht nehmen.“
(Kişi sahte arkadaşlardan sakınmalıdır.)
3. „Wer zu viel Vertrauen schenkt, sollte sich in Acht nehmen.“
(Çok fazla güvenen biri dikkatli olmalıdır.)
4. „Sie nahm sich in Acht, nicht noch einmal denselben Fehler zu machen.“
(Aynı hatayı tekrar yapmamak için dikkatli davrandı.)
5. „In unbekannten Gegenden sollte man sich besonders in Acht nehmen.“
(Bilinmeyen bölgelerde özellikle dikkatli olunmalıdır.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
24
Q

Anklage erheben

A

📌 Türkçesi:
• Suçlama yapmak
• Dava açmak
• İddia etmek (resmi olarak suçlamak)

📘 İngilizcesi:
• to press charges
• to bring an accusation
• to file a complaint

🧠 Anlamı:

Bir kişi veya kuruma karşı resmi olarak suçlama yapmak ve mahkemede dava açmak anlamına gelir. Genellikle hukuk alanında kullanılır.

🔁 Benzer ve zıt anlamlı kelimeler:

Almanca Türkçe
verklagen dava açmak (benzer)
beschuldigen suçlamak (benzer)
freisprechen beraat ettirmek (zıt)
entlasten suçsuz bulmak (zıt)

📝 5 C1 düzeyinde Almanca örnek cümle ve Türkçe anlamları:
1. „Die Staatsanwaltschaft erhob Anklage gegen den Verdächtigen.“
(Savcılık, şüpheliye karşı suçlama yaptı.)
2. „Nachdem neue Beweise gefunden wurden, wurde Anklage erhoben.“
(Yeni deliller bulununca dava açıldı.)
3. „Der Angeklagte bestreitet die erhobene Anklage.“
(Sanık yapılan suçlamayı reddediyor.)
4. „Es ist nicht einfach, Anklage zu erheben ohne ausreichende Beweise.“
(Yeterli delil olmadan suçlama yapmak kolay değildir.)
5. „Die Polizei leitete Ermittlungen ein, die schließlich zur Erhebung der Anklage führten.“
(Polis soruşturma başlattı ve sonunda suçlama yapıldı.)

How well did you know this?
1
Not at all
2
3
4
5
Perfectly
25
in Gang kommen
📌 Türkçesi: • Başlamak • Hareket etmek • İşlemek, çalışmaya başlamak 📘 İngilizcesi: • to get going • to get started • to get underway 🧠 Anlamı: Bir şeyin harekete geçmesi, başlaması ya da bir süreç veya faaliyet işlemeye başlaması anlamına gelir. Genellikle projeler, makineler, işler veya süreçler için kullanılır. ⸻ 🔁 Benzer ve zıt anlamlı kelimeler: Almanca Türkçe starten başlamak (benzer) anlaufen harekete geçmek (benzer) stoppen durmak, durdurmak (zıt) zum Stillstand kommen durmak (zıt) ⸻ 📝 5 C1 düzeyinde Almanca örnek cümle ve Türkçe anlamları: 1. „Nach einigen Schwierigkeiten kam das Projekt endlich in Gang.“ (Bazı zorluklardan sonra proje sonunda başladı.) 2. „Es dauerte eine Weile, bis die Maschine wieder in Gang kam.“ (Makinenin tekrar çalışmaya başlaması biraz sürdü.) 3. „Mit der neuen Finanzierung kam das Bauvorhaben richtig in Gang.“ (Yeni finansmanla birlikte inşaat projesi gerçekten hız kazandı.) 4. „Das Gespräch kam nach anfänglicher Stille langsam in Gang.“ (Başlangıçtaki sessizlikten sonra konuşma yavaş yavaş başladı.) 5. „Es ist wichtig, dass das Team bald in Gang kommt, um die Fristen einzuhalten.“ (Takımın yakın zamanda harekete geçmesi önemli, böylece teslim tarihleri tutulabilir.)
26
ein Risiko eingehen
• Risk almak • Bir riski göze almak • Tehlikeyi kabul etmek 📘 İngilizcesi: • to take a risk • to run a risk • to accept a risk 🧠 Anlamı: Bilinçli olarak bir tehlikeyi ya da olumsuz sonucu göze almak, bir şeyi başarma umuduyla riskli bir durumu kabul etmek anlamına gelir. ⸻ 🔁 Benzer ve zıt anlamlı kelimeler: Almanca Türkçe wagen cesaret etmek, göze almak sich trauen cesaret etmek auf Nummer sicher gehen garantiye almak (zıt) vermeiden kaçınmak (zıt) ⸻ 📝 5 C1 düzeyinde Almanca örnek cümle ve Türkçe anlamları: 1. „Wer Erfolg haben will, muss manchmal ein Risiko eingehen.“ (Başarılı olmak isteyen bazen risk almak zorundadır.) 2. „Die Firma ging ein hohes Risiko ein, als sie in den neuen Markt investierte.“ (Şirket, yeni pazara yatırım yaparken büyük bir risk aldı.) 3. „Er war bereit, für seine Überzeugungen jedes Risiko einzugehen.“ (İnançları uğruna her türlü riski göze almaya hazırdı.) 4. „Politiker sollten abwägen, bevor sie ein solches Risiko eingehen.“ (Siyasetçiler böyle bir riski göze almadan önce tartmalıdır.) 5. „Ein Risiko einzugehen bedeutet nicht, leichtsinnig zu handeln.“ (Risk almak, düşüncesizce davranmak anlamına gelmez.)
27
die Konsequenz ziehen
📌 Türkçesi: • Sonuç çıkarmak • Bir durumdan ders almak • Gereken sonucu çıkarmak • Buna göre davranmak 📘 İngilizcesi: • to draw the consequence • to take the consequences • to act accordingly • to face the consequences ⸻ 🧠 Anlamı: Bir olaydan veya durumdan mantıklı ve gerekli sonucu çıkarmak ve bu sonuca göre bir karar vermek ya da davranışta bulunmak anlamına gelir. Genellikle olumsuz sonuçlar sonrası alınan sorumluluk ve tepki bağlamında kullanılır. ⸻ 🔁 Benzer ve zıt anlamlı ifadeler: Almanca Türkçesi sich entscheiden karar vermek (benzer) Verantwortung übernehmen sorumluluk almak (benzer) die Augen verschließen görmezden gelmek (zıt) ignorieren göz ardı etmek (zıt) ⸻ 📝 5 adet C1 düzeyinde Almanca örnek cümle ve Türkçe anlamları: 1. „Nach dem Skandal zog der Minister die Konsequenz und trat zurück.“ (Skandaldan sonra bakan gereken sonucu çıkardı ve istifa etti.) 2. „Wenn das Projekt erneut scheitert, müssen wir endlich die Konsequenz ziehen.“ (Proje yine başarısız olursa, artık gereken sonucu çıkarmalıyız.) 3. „Sie zog die Konsequenz aus dem Vertrauensbruch und beendete die Beziehung.“ (Güvenin sarsılmasından gereken dersi çıkardı ve ilişkiyi bitirdi.) 4. „Aus seinen Fehlern Konsequenzen zu ziehen, ist ein Zeichen von Reife.“ (Hatalarından ders çıkarmak olgunluğun bir göstergesidir.) 5. „Die Firma zog keine Konsequenzen aus den Warnungen – das hatte fatale Folgen.“ (Şirket uyarılardan hiçbir sonuç çıkarmadı – bu da felaketle sonuçlandı.)
28
Rücksicht nehmen
• Saygı göstermek • Dikkate almak • Başkalarının duygularını ya da durumunu gözetmek • Nazik ve düşünceli davranmak 📘 İngilizcesi: • to show consideration (for someone/something) • to be considerate of • to take into account ⸻ 🧠 Anlamı: Başkalarının ihtiyaçlarını, duygularını, koşullarını veya durumunu dikkate alarak davranmak demektir. Empati ve sosyal sorumluluk içeren bir ifadedir. ⸻ 🔁 Benzer ve zıt anlamlı ifadeler: Almanca Türkçesi Mitgefühl zeigen empati göstermek (benzer) Verständnis haben anlayış göstermek (benzer) egoistisch handeln bencil davranmak (zıt) keine Rücksicht nehmen düşüncesiz davranmak (zıt) ⸻ 📝 5 adet C1 düzeyinde Almanca örnek cümle ve Türkçe anlamları: 1. „Man sollte im Straßenverkehr immer Rücksicht auf andere Verkehrsteilnehmer nehmen.“ (Trafikte her zaman diğer yol kullanıcılarına saygı gösterilmelidir.) 2. „Sie nimmt viel Rücksicht auf ihre Kollegen und hilft, wo sie kann.“ (O, iş arkadaşlarına çok saygılı davranır ve elinden gelen her yerde yardım eder.) 3. „Wir müssen bei der Planung Rücksicht auf die Bedürfnisse der älteren Bewohner nehmen.“ (Planlama yaparken yaşlı sakinlerin ihtiyaçlarını dikkate almalıyız.) 4. „Wenn du nie Rücksicht auf andere nimmst, wirst du bald alleine dastehen.“ (Eğer başkalarına hiç saygı göstermezsen, yakında yalnız kalırsın.) 5. „Trotz seiner eigenen Probleme nahm er Rücksicht auf die Gefühle seiner Freunde.“ (Kendi sorunlarına rağmen arkadaşlarının duygularına saygı gösterdi.) 😊
29
den Eindruck machen
✅ den Eindruck machen (dass…) 📌 Türkçesi: • İzlenim bırakmak • … gibi bir izlenim vermek • … görüntüsü vermek • … havası yaratmak 📘 İngilizcesi: • to give the impression (that…) • to appear (as if…) • to seem (like…) ⸻ 🧠 Anlamı: Bir kişinin, olayın veya durumun dışarıdan bakıldığında belli bir etki, görüntü ya da izlenim yaratması anlamına gelir. Özellikle kişisel algılar veya ilk izlenimler söz konusu olduğunda kullanılır. ⸻ 🔁 Benzer ve zıt anlamlı ifadeler: Almanca Türkçesi wirken (z.B. „er wirkt nervös“) … gibi görünmek (benzer) scheinen (z.B. „sie scheint müde“) … gibi görünmek (benzer) täuschen aldatmak, yanıltmak (zıt/anlam kayması) ⸻ 📝 5 adet C1 düzeyinde Almanca örnek cümle ve Türkçe anlamları: 1. „Er macht den Eindruck, als wüsste er genau, was er tut.“ (Sanki ne yaptığını çok iyi biliyormuş gibi bir izlenim veriyor.) 2. „Die Stadt machte auf mich einen sehr modernen und weltoffenen Eindruck.“ (Şehir bende çok modern ve dünyaya açık bir izlenim bıraktı.) 3. „Sie machte den Eindruck, als sei sie völlig unbeteiligt.“ (O, tamamen ilgisizmiş gibi bir izlenim yarattı.) 4. „Obwohl er nichts sagte, machte er den Eindruck, dass er innerlich wütend war.“ (Hiçbir şey söylememesine rağmen, içten içe öfkeliymiş gibi bir izlenim bıraktı.) 5. „Das Bewerbungsgespräch machte auf mich einen sehr professionellen Eindruck.“ (İş görüşmesi bende çok profesyonel bir izlenim bıraktı.)
30
zu Ende gehen
📌 Türkçesi: • Sona ermek • Bitmek • Sonuna yaklaşmak 📘 İngilizcesi: • to come to an end • to draw to a close • to be over ⸻ 🧠 Anlamı: Bir olayın, sürecin, konuşmanın, ilişki ya da bir şeyin tamamlanmak üzere olduğunu veya bittiğini anlatır. Genellikle bir dönemin kapanışı veya zamanın dolması anlamında kullanılır. ⸻ 🔁 Benzer ve zıt anlamlı ifadeler: Almanca Türkçesi enden bitmek (benzer) aufhören durmak, son vermek (benzer) beginnen / anfangen başlamak (zıt) in Gang kommen harekete geçmek, başlamak (zıt) ⸻ 📝 5 adet C1 düzeyinde Almanca örnek cümle ve Türkçe anlamları: 1. „Der Sommer geht langsam zu Ende, und die Tage werden kürzer.“ (Yaz yavaş yavaş sona eriyor ve günler kısalıyor.) 2. „Unsere Geduld geht allmählich zu Ende.“ (Sabrımız yavaş yavaş tükeniyor.) 3. „Die Verhandlungen gingen nach mehreren Wochen endlich zu Ende.“ (Görüşmeler birkaç haftanın ardından sonunda sona erdi.) 4. „Als der Film zu Ende ging, war das Publikum sichtlich bewegt.“ (Film bittiğinde seyirciler gözle görülür şekilde duygulanmıştı.) 5. „Die Ressourcen gehen zur Neige, und das Projekt droht zu scheitern.“ (Kaynaklar tükenmek üzere ve proje başarısız olma tehlikesiyle karşı karşıya.) ✅ Not: “zu Ende gehen” ifadesi genellikle haben yardımcı fiiliyle Perfekt zamanda şöyle kullanılır: „Der Tag ist zu Ende gegangen.“ → (Gün sona erdi.)
31
in Schwung kommen
• Harekete geçmek • Canlanmak • İşler yoluna girmeye başlamak • Ritmini bulmak 📘 İngilizcesi: • to get going • to gain momentum • to get into the swing of things • to pick up speed ⸻ 🧠 Anlamı: Bu deyim, bir şeyin canlanmaya başlamasını, daha verimli veya etkili hâle gelmesini, ya da durağan bir durumdan aktif bir duruma geçmesini ifade eder. Hem kişiler hem süreçler için kullanılabilir. ⸻ 🔁 Benzer ve zıt anlamlı Almanca ifadeler: Almanca Ausdruck Türkçesi Not in Gang kommen harekete geçmek (çok yakın anlam) benzer in Fahrt kommen hız kazanmak benzer Fahrt aufnehmen ivme kazanmak benzer zum Stillstand kommen durmak, durgunlaşmak zıt ins Stocken geraten aksamak, sekteye uğramak zıt ⸻ 📝 5 adet C1 düzeyinde Almanca örnek cümle + Türkçe anlamları: 1. „Nach einem holprigen Start kam das Projekt endlich in Schwung.“ (Zorlu bir başlangıçtan sonra proje nihayet ivme kazandı.) 2. „Er braucht morgens etwas länger, um in Schwung zu kommen.“ (Sabahları harekete geçmesi biraz zaman alır.) 3. „Die Party kam erst richtig in Schwung, als die Musik lauter wurde.“ (Müzik yükselince parti ancak o zaman tam anlamıyla canlandı.) 4. „Mit der richtigen Motivation kommt das Team schnell in Schwung.“ (Doğru motivasyonla ekip hızla ritmini bulur.) 5. „Die Wirtschaft kommt nach der Krise langsam wieder in Schwung.“ (Ekonomi krizden sonra yavaş yavaş toparlanıyor.) ⸻ 🧩 Gramer notu: Bu ifade çoğunlukla Perfekt (geçmiş zaman) ya da Präsens (şimdiki zaman) formunda kullanılır: • „Das Training ist endlich in Schwung gekommen.“ • „Ich komme langsam in Schwung.“
32
einen Vertrag schließen
📌 Türkçesi: • Bir sözleşme yapmak • Bir anlaşma imzalamak 📘 İngilizcesi: • to conclude a contract • to sign a contract • to enter into an agreement ⸻ 🧠 Anlamı: Bu ifade, iki veya daha fazla taraf arasında yazılı ya da sözlü resmî bir sözleşmenin yapılmasını anlatır. Genellikle iş dünyasında, hukukta ya da günlük resmi işlemlerde kullanılır. ⸻ 🔁 Benzer ve zıt anlamlı Almanca ifadeler: Almanca Ausdruck Türkçesi Not einen Vertrag unterzeichnen bir sözleşme imzalamak benzer einen Vertrag eingehen bir sözleşmeye girmek benzer einen Vertrag kündigen sözleşmeyi feshetmek zıt anlamlı vom Vertrag zurücktreten sözleşmeden caymak zıt anlamlı ⸻ 📝 5 adet C1 düzeyinde Almanca örnek cümle + Türkçe anlamları: 1. „Die beiden Unternehmen haben gestern einen Vertrag über die Zusammenarbeit geschlossen.“ (İki şirket dün iş birliği konusunda bir sözleşme imzaladı.) 2. „Bevor man einen Vertrag schließt, sollte man alle Klauseln sorgfältig prüfen.“ (Bir sözleşme yapmadan önce tüm maddeler dikkatlice incelenmelidir.) 3. „Nach langen Verhandlungen konnten wir endlich einen Vertrag schließen.“ (Uzun müzakerelerden sonra nihayet bir sözleşme yapabildik.) 4. „Der Mieter schloss einen Vertrag mit dem neuen Vermieter für ein Jahr.“ (Kiracı, yeni ev sahibiyle bir yıllık bir sözleşme yaptı.) 5. „Nur wer volljährig ist, darf ohne Zustimmung der Eltern einen Vertrag schließen.“ (Sadece reşit olanlar ebeveyn izni olmadan sözleşme yapabilir.) ⸻ 📌 Not: “einen Vertrag schließen” resmi, yazılı veya sözlü her tür sözleşme için kullanılabilir: kira sözleşmesi (Mietvertrag), iş sözleşmesi (Arbeitsvertrag), hizmet sözleşmesi (Dienstleistungsvertrag) gibi.
33
Einfluss nehmen
✅ Einfluss nehmen (auf + Akk.) 📌 Türkçesi: • Etki etmek • Etkide bulunmak • Bir şeye/birine müdahale etmek 📘 İngilizcesi: • to exert influence (on) • to have an influence (on) • to affect something/someone ⸻ 🧠 Anlamı: Bir kişinin ya da durumun başka bir kişi, olay ya da karar üzerinde etki yaratma çabasıdır. Genellikle resmi veya soyut bağlamlarda kullanılır. ⸻ 🔁 Benzer ve zıt anlamlı Almanca ifadeler: Almanca Ausdruck Türkçesi Not Einfluss ausüben (auf) bir şey üzerinde etki kurmak benzer jemanden beeinflussen birini etkilemek benzer neutral bleiben tarafsız kalmak zıt anlamlı sich heraushalten karışmamak, uzak durmak zıt anlamlı ⸻ 📝 5 adet C1 düzeyinde Almanca örnek cümle + Türkçe anlamları: 1. „Politiker versuchen oft, Einfluss auf die öffentliche Meinung zu nehmen.“ (Siyasetçiler, kamuoyu üzerinde etki yaratmaya sıkça çalışırlar.) 2. „Eltern nehmen großen Einfluss auf die Entwicklung ihrer Kinder.“ (Ebeveynler, çocuklarının gelişimi üzerinde büyük etkiye sahiptir.) 3. „Die Lobbyisten nahmen Einfluss auf die Entscheidung des Parlaments.“ (Lobiciler, parlamento kararını etkilemeye çalıştılar.) 4. „Es ist wichtig, keinen negativen Einfluss auf andere zu nehmen.“ (Başkaları üzerinde olumsuz etki yaratmamak önemlidir.) 5. „Die Medien nehmen immer mehr Einfluss auf das Konsumverhalten der Gesellschaft.“ (Medya, toplumun tüketim alışkanlıkları üzerinde giderek daha fazla etkili oluyor.) ⸻ 📌 Not: Bu ifade genellikle „auf + Akkusativ“ ile kullanılır: 👉 Einfluss nehmen auf eine Entscheidung / auf jemanden / auf ein Ergebnis
34
vertraglich verpflichtet
📌 Türkçesi: • Sözleşmeyle yükümlü olmak • Anlaşma gereği sorumlu olmak • Sözleşmeye bağlı olarak taahhütlü olmak 📘 İngilizcesi: • contractually obligated • legally bound by contract • under contractual obligation ⸻ 🧠 Anlamı: Bir kişinin veya kurumun, yazılı veya sözlü bir sözleşme gereği belirli bir görevi yerine getirme yükümlülüğü altında olmasıdır. Bu ifade genellikle bir sorumluluğun ya da görevin yasal dayanağa bağlı olduğunu vurgulamak için kullanılır. ⸻ 🔁 Benzer ve zıt anlamlı Almanca ifadeler: Almanca Ausdruck Türkçesi Not gesetzlich verpflichtet yasal olarak yükümlü benzer gebunden sein (an einen Vertrag) bir sözleşmeyle bağlı olmak benzer freiwillig gönüllü zıt anlamlı unverbindlich bağlayıcı olmayan zıt anlamlı ⸻ 📝 5 adet C1 düzeyinde Almanca örnek cümle + Türkçe anlamları: 1. „Der Arbeitgeber ist vertraglich verpflichtet, dem Arbeitnehmer Urlaub zu gewähren.“ (İşveren, çalışana izin vermekle sözleşme gereği yükümlüdür.) 2. „Wir sind vertraglich verpflichtet, das Projekt bis Ende des Monats abzuschließen.“ (Ay sonuna kadar projeyi bitirmekle sözleşme gereği yükümlüyüz.) 3. „Das Unternehmen war vertraglich verpflichtet, die Lieferung pünktlich auszuführen.“ (Şirket, teslimatı zamanında yapmakla sözleşme gereği yükümlüydü.) 4. „Als Mieter bin ich vertraglich verpflichtet, die Wohnung in gutem Zustand zu hinterlassen.“ (Kiracı olarak, daireyi iyi durumda bırakmakla sözleşme gereği yükümlüyüm.) 5. „Sie ist vertraglich verpflichtet, keine Informationen an Dritte weiterzugeben.“ (O, bilgileri üçüncü şahıslarla paylaşmamaya sözleşme ile yükümlüdür.)
35
auf dem Spiel stehen
📌 Türkçe Anlamı: Tehlikede olmak, riske atılmak, söz konusu olmak ⸻ 📘 Almanca Bedeutung: Wenn etwas „auf dem Spiel steht“, bedeutet das, dass es ernsthaft bedroht ist oder gefährdet werden könnte. Man kann dabei etwas verlieren, wenn es nicht gut läuft. ⸻ 📖 Englische Übersetzung: • to be at stake • to be in jeopardy • to be on the line ⸻ 🟢 Synonyme (Almanca): • gefährdet sein • riskiert werden • auf dem Spiel stehen haben ⸻ 🔴 Antonyme (Almanca): • gesichert sein • ungefährdet sein • in Sicherheit sein ⸻ 📝 C1-Beispiele mit Übersetzung: 1. Bei den Verhandlungen steht die Zukunft des Unternehmens auf dem Spiel. (Görüşmelerde şirketin geleceği tehlikede.) 2. Wenn wir jetzt nicht handeln, steht unsere Glaubwürdigkeit auf dem Spiel. (Şimdi harekete geçmezsek itibarımız tehlikeye girecek.) 3. In dieser Prüfung steht meine ganze Karriere auf dem Spiel. (Bu sınavda tüm kariyerim söz konusu.) 4. Die Entscheidung ist riskant – es steht viel auf dem Spiel. (Karar riskli – çok şey tehlikede.) 5. Beim Klimawandel steht das Überleben ganzer Ökosysteme auf dem Spiel. (İklim değişikliğinde bütün ekosistemlerin hayatta kalması söz konusu.)
36
Die Fähigkeit entfallen
⸻ 📘 die Fähigkeit entfalten 📌 Türkçesi: • yeteneği ortaya koymak / sergilemek • yeteneğini geliştirmek • kapasitesini açığa çıkarmak 📌 İngilizcesi: • to develop the ability • to unfold one’s potential • to display one’s capability ⸻ 🧠 Anlam Açıklaması: Bu ifade, bir kişinin sahip olduğu potansiyeli, bilgiyi veya yeteneği kullanması, geliştirmesi ya da ortaya koyması anlamına gelir. Genellikle kişisel gelişim, eğitim, iş hayatı gibi bağlamlarda kullanılır. ⸻ ✅ C1 Düzeyinde Almanca Örnek Cümleler: 1. In der richtigen Umgebung kann ein Kind seine Fähigkeiten voll entfalten. (Doğru ortamda bir çocuk yeteneklerini tamamen geliştirebilir.) 2. Er konnte seine Fähigkeiten erst entfalten, nachdem er die passende Stelle gefunden hatte. (Uygun işi bulduktan sonra yeteneklerini ortaya koyabildi.) 3. Kreative Köpfe brauchen Freiraum, um ihre Fähigkeiten zu entfalten. (Yaratıcı insanlar, yeteneklerini geliştirebilmek için özgür alana ihtiyaç duyar.) 4. Die Universität bietet ideale Bedingungen, um wissenschaftliche Fähigkeiten zu entfalten. (Üniversite, bilimsel yeteneklerin geliştirilmesi için ideal koşullar sunar.) 5. Sie konnte ihr künstlerisches Talent erst in einem inspirierenden Umfeld entfalten. (Sanatsal yeteneğini ancak ilham verici bir ortamda ortaya çıkarabildi.) ⸻ 🟢 Benzer Anlamlılar (Synonyme): • sein Potenzial entfalten • sich entfalten • zur Entfaltung bringen • Fähigkeiten ausbauen • Talente entwickeln 🔴 Zıt Anlamlılar (Antonyme): • unterdrücken (bastırmak) • verkümmern lassen (körelmesine neden olmak) • hemmen (engellemek) 😊
37
in Kontakt zu kommen
→ biriyle/şeyle temasa geçmek, iletişim kurmak ⸻ 📌 Yapısı: • in Kontakt kommen mit + Dativ • “zu” edatıyla da kullanılabilir: in Kontakt zu jemandem kommen, ancak bu daha çok “yönelme” vurgusuyla kullanılır. ⸻ 🧠 Anlamı: • Biriyle tanışmak, iletişime geçmek • İlk defa temas kurmak ⸻ 📝 Örnek Cümleler + Türkçeleri: 1. Ich bin durch das Praktikum in Kontakt mit vielen Experten gekommen. → Staj sayesinde birçok uzmanla iletişime geçtim. 2. Er versucht, mit den Einheimischen in Kontakt zu kommen. → Yerel halkla iletişim kurmaya çalışıyor. 3. Sie kam zum ersten Mal mit dieser Kultur in Kontakt. → Bu kültürle ilk kez temas etti. 4. Es ist wichtig, frühzeitig mit potenziellen Arbeitgebern in Kontakt zu kommen. → Potansiyel işverenlerle erken iletişime geçmek önemlidir. ⸻ 🇹🇷 Kalıp anlamı özet: • in Kontakt kommen = iletişim kurmak / temasa geçmek • Genellikle sosyal, kültürel veya profesyonel ilişkilerde kullanılır.
38
eine Maßnahme begriffen/getroffen
✅ eine Maßnahme ergreifen → önlem almak / bir tedbir almak ⸻ 🧠 Anlamı ve Kullanımı: Bu ifade resmî ve yazılı dilde sıkça kullanılır. “Ein Problem zu lösen” yani bir sorunu çözmek veya kötü bir durumu önlemek için atılan adımı anlatır. ⸻ 🧾 Yapısı: • eine Maßnahme → bir önlem, tedbir • ergreifen → (resmî anlamda) almak, uygulamaya koymak ⸻ 📘 Örnek cümle (Almanca + Türkçe): 🔹 Die Regierung musste sofort Maßnahmen ergreifen, um die Krise zu bewältigen. → Hükümet krizi atlatmak için hemen önlem almak zorunda kaldı. 🔹 Wir sollten rechtzeitig Maßnahmen ergreifen, bevor das Problem größer wird. → Sorun büyümeden önce zamanında önlem almalıyız. ⸻ 📌 Benzer ifadeler: • eine Entscheidung treffen → bir karar vermek • Verantwortung übernehmen → sorumluluk üstlenmek • in Kraft treten → yürürlüğe girmek İstersen bu ifadeyi kullanabileceğin farklı cümle kalıpları ya da Redemittel listesiyle de genişletebilirim.
39
zur Welt bringen
✅ zur Welt bringen → (Türkçesi:) Doğurmak / dünyaya getirmek ⸻ 🟡 Erklärung (Açıklama): „Zur Welt bringen“ ifadesi, genellikle bir kadının çocuk doğurması anlamında kullanılır. Aynı zamanda mecazî olarak da bir şeyi „oluşturmak“ ya da „gerçekleştirmek“ anlamında kullanılabilir. ⸻ 📘 Beispielsätze (Örnek cümleler): • 🔹 „Sie hat gestern ein gesundes Mädchen zur Welt gebracht.“ → Dün sağlıklı bir kız çocuğu dünyaya getirdi. • 🔹 „Die Mutter brachte das Baby ohne Komplikationen zur Welt.“ → Anne, bebeği sorunsuz bir şekilde doğurdu. • 🔹 „Der Künstler brachte ein beeindruckendes Werk zur Welt.“ (mecaz) → Sanatçı etkileyici bir eser ortaya koydu. ⸻ 📌 Not: • Resmî ve tıbbi dilde bunun yerine genellikle „entbinden“ fiili kullanılır: → „Sie wurde gestern entbunden.“ → „Sie hat entbunden.“ (→ Doğurdu.) ⸻
40
ein Urteil sprechen
✅ ein Urteil sprechen → (Türkçesi:) Bir hüküm / karar vermek, mahkeme kararı açıklamak ⸻ 🟡 Erklärung (Açıklama): Bu ifade özellikle hukuki bağlamda kullanılır ve bir mahkemenin resmî kararını açıklaması anlamına gelir. Ancak mecazî olarak da bir konuda hüküm vermek, değerlendirme yapmak anlamında kullanılabilir. ⸻ 📘 Beispielsätze (Örnek cümleler): • 🔹 „Das Gericht sprach ein hartes Urteil.“ → Mahkeme ağır bir hüküm verdi. • 🔹 „Der Richter sprach das Urteil im Namen des Volkes.“ → Yargıç kararı halk adına açıkladı. • 🔹 „Man sollte nicht vorschnell ein Urteil über andere sprechen.“ → Başkaları hakkında aceleyle hüküm vermemeli. ⸻ 📎 Benzer ifadeler: • ein Urteil fällen → karar vermek (eş anlamlı) • zu einem Urteil kommen → bir yargıya varmak • jemanden verurteilen → birini mahkûm etmek ⸻
41
in den Wahnsinn treiben
✅ in den Wahnsinn treiben → (Türkçesi:) delirtmek, çıldırtmak ⸻ 🧾 Bedeutung (Anlamı): Jemanden so sehr unter Druck setzen, ärgern oder stressen, dass die Person psychisch am Ende ist oder „verrückt“ wird. Bu deyim mecazi anlamda kullanılır ve aşırı sinir bozucu, yıpratıcı durumlar veya insanlar için söylenir. ⸻ 💬 Beispielsatz: • „Der ständige Lärm hat mich fast in den Wahnsinn getrieben.“ → Sürekli gürültü beni neredeyse delirtecekti. • „Mit seiner ewigen Nörgelei treibt er mich in den Wahnsinn!“ → Sürekli şikayet etmesiyle beni çıldırtıyor! ⸻ 🧠 Grammatik: • Infinitiv: in den Wahnsinn treiben • Präteritum: trieb in den Wahnsinn • Perfekt: hat in den Wahnsinn getrieben ⸻ İstersen bu deyimi görsel veya diyalog örneğiyle pekiştirebilirim.
42
eine Urteil fällen
✅ Ein Urteil fällen → (Türkçesi:) bir yargıya varmak / hüküm vermek ⸻ 🧾 Bedeutung (Anlamı): Eine endgültige Entscheidung oder Bewertung treffen, oft im juristischen oder moralischen Zusammenhang. Hem hukuksal hem de gündelik bağlamda kullanılır: • Mahkemede bir karar vermek • Bir kişi ya da durum hakkında değerlendirme yapmak ⸻ 💬 Beispielsätze: • „Das Gericht hat ein Urteil gefällt.“ → Mahkeme bir hüküm verdi. • „Man sollte nicht vorschnell ein Urteil über andere fällen.“ → İnsan başkaları hakkında aceleyle yargıya varmamalı. ⸻ 🧠 Grammatik: • Nomen-Verb-Verbindung: ein Urteil fällen • Fällt – fällte – hat gefällt ⸻ İstersen deyimi daha günlük bir senaryo ile de örnekleyebilirim.
43
Einspruch einlegen
✅ Einspruch einlegen → (Türkçesi:) itirazda bulunmak / itiraz etmek ⸻ 🧾 Bedeutung (Anlamı): Gegen eine Entscheidung, ein Urteil oder eine Maßnahme formell widersprechen. Bu ifade genellikle hukuki bağlamda kullanılır ama resmi olmayan durumlarda da geçerli olabilir. ⸻ 💬 Beispielsätze: • „Der Angeklagte legte Einspruch gegen das Urteil ein.“ → Sanık karara itiraz etti. • „Wenn du mit dem Bußgeldbescheid nicht einverstanden bist, kannst du Einspruch einlegen.“ → Ceza makbuzuyla aynı fikirde değilsen itirazda bulunabilirsin. ⸻ 🧠 Grammatik: • Nomen-Verb-Verbindung: Einspruch einlegen • legt ein – legte ein – hat eingelegt ⸻ İstersen aynı yapıyla benzer deyimlerin bir listesini de verebilirim.
44
Zum Ausdruck bringen
⸻ ✅ „Zum Ausdruck bringen“ → Gefühle, Meinungen, Gedanken deutlich machen, ausdrücken. (Türkçesi: ifade etmek, dile getirmek.) ⸻ ❌ „Zum Ausdrucken bringen“ → Das klingt, als wolle man etwas ausdrucken lassen (wie z. B. ein Dokument), aber das sagt man im Deutschen anders: ⸻ ✅ „Etwas ausdrucken“ / „Etwas zum Ausdrucken geben“ → Örnek: • „Ich habe das Dokument ausgedruckt.“ → Dosyayı yazdırdım. • „Ich gebe dir das PDF zum Ausdrucken.“ → PDF’yi yazdırman için sana veriyorum. ⸻ 🔁 Zusammenfassung: Falsch/Verwirrend Richtig & Bedeutung ❌ zum Ausdrucken bringen ✅ etwas ausdrucken / zum Ausdrucken geben ❌ zum Ausdrucken bringen ✅ zum Ausdruck bringen (duygu/düşünceyi ifade etmek) ⸻
45
Jemanden Gesellschaft leisten
„Jemandem Gesellschaft leisten“ bedeutet, mit jemandem zusammen Zeit zu verbringen, damit die Person nicht alleine ist. Man begleitet also jemanden, um ihm oder ihr Gesellschaft zu geben. ⸻ Bedeutung: • Türkisch: Birine eşlik etmek, birinin yanında olmak, yalnız bırakmamak. • Beispiel: • Ich habe meiner Oma Gesellschaft geleistet, damit sie sich nicht einsam fühlt. (Büyükanneme eşlik ettim, kendini yalnız hissetmesin diye.) • Willst du mir Gesellschaft leisten beim Spaziergang? (Benimle yürüyüşe çıkmak ister misin?) ⸻ Möchtest du noch mehr Beispielsätze?
46
Eine Überzeugung vertreten
„Eine Überzeugung vertreten“ bedeutet, für eine bestimmte Meinung oder Ansicht einzustehen und diese zu verteidigen. ⸻ Bedeutung: • Türkisch: Bir inancı savunmak, bir görüşü temsil etmek. • Beispiel: • Er vertritt die Überzeugung, dass Bildung der Schlüssel zum Erfolg ist. (O, eğitimin başarının anahtarı olduğuna dair bir inancı savunuyor.) • In der Diskussion vertrat sie eine klare Überzeugung. (Tartışmada net bir görüşü savundu.) ⸻ Möchtest du noch mehr Erklärungen oder Beispiele?
47
Einen Kompromiss schließen
„Einen Kompromiss schließen“ bedeutet, dass zwei oder mehrere Parteien eine Einigung finden, bei der jede Seite auf etwas verzichtet oder nachgibt, damit alle zufrieden sind. ⸻ Bedeutung: • Türkisch: Bir uzlaşmaya varmak, orta yolu bulmak. • Beispiel: • Nach langen Verhandlungen konnten sie endlich einen Kompromiss schließen. (Uzun müzakerelerden sonra nihayet bir uzlaşmaya vardılar.) • Manchmal muss man einen Kompromiss schließen, um Konflikte zu vermeiden. (Bazen çatışmaları önlemek için uzlaşmak gerekir.) ⸻ Wenn du willst, kann ich dir noch weitere Beispiele geben!
48
Sich zur Wehr setzen
„Sich zur Wehr setzen“ bedeutet, sich gegen etwas wehren oder Widerstand leisten, um sich zu schützen oder etwas abzuwehren. ⸻ Bedeutung: • Türkisch: Kendini savunmak, direnişte bulunmak. • Beispiel: • Die Bewohner setzten sich gegen die Baupläne zur Wehr. (Sakinler inşaat planlarına karşı kendilerini savundular.) • Er setzte sich zur Wehr, als man ihn ungerecht behandelte. (Haksız muameleye uğradığında kendini savundu.) ⸻ Möchtest du noch mehr Beispiele?
49
Etwas aufs Ziel setzen
Etwas aufs Spiel setzen Bedeutung: Ein Risiko eingehen, indem man etwas Wichtiges oder Wertvolles gefährdet. Türkisch: Bir şeyi riske atmak, tehlikeye sokmak. Beispiele: • Er setzte seine Karriere aufs Spiel, indem er gegen die Regeln verstieß. (Kurallara karşı çıkarak kariyerini riske attı.) • Man sollte nicht die Freundschaft aufs Spiel setzen. (Arkadaşlığı riske atmamalı.) ⸻ Wenn du etwas anderes meintest, sag gern Bescheid!
50
Zum Verkauf stehen
Zum Verkauf stehen Bedeutung: Etwas ist zum Verkauf verfügbar oder wird zum Verkauf angeboten. Türkisch: Satışta olmak, satışa sunulmak. Beispiele: • Das Haus steht zum Verkauf. (Ev satışta.) • Viele Produkte stehen online zum Verkauf. (Birçok ürün çevrimiçi satışa sunulmaktadır.)
51
Fristen setzen
⸻ 1. Kelimenin Türkçe Anlamı: • Süre koymak • Zaman sınırı belirlemek • Bir işi yapmak için son tarih vermek ⸻ 2. Almanca Anlamı: • Fristen setzen bedeutet, für eine Aufgabe oder Verpflichtung einen bestimmten Zeitraum oder Termin festzulegen, bis zu dem etwas erledigt sein muss. • Es handelt sich um die Festlegung einer Frist (Deadline). ⸻ 3. İngilizce Anlamları: • To set deadlines • To set time limits • To impose time frames ⸻ 4. Benzer ve Zıt Anlamlıları: Benzer Ausdrücke: • Deadlines festlegen (deadline belirlemek) • Zeitrahmen setzen (zaman çerçevesi koymak) • Termine bestimmen (randevu, tarih belirlemek) Zıt Ausdrücke: • Fristen verlängern (süre uzatmak) • Ohne Frist arbeiten (süresiz çalışmak) • Zeit offenlassen (zaman bırakmak) ⸻ 5. C1 Düzeyinde Almanca Beispiele und Türkische Bedeutungen: 1. Das Gericht setzte dem Beklagten eine Frist von zwei Wochen zur Stellungnahme. Mahkeme, davalıya görüş bildirmesi için iki haftalık süre verdi. 2. Die Projektleitung setzt klare Fristen, um den Zeitplan einzuhalten. Proje yönetimi, zaman çizelgesine uymak için net süreler belirliyor. 3. Wenn Fristen nicht eingehalten werden, können rechtliche Konsequenzen folgen. Süreler tutulmazsa hukuki sonuçlar doğabilir. 4. Der Vertrag sieht vor, dass der Käufer innerhalb einer Frist von 30 Tagen zahlen muss. Sözleşmede, alıcının 30 gün içinde ödeme yapması gerektiği belirtilmiştir. 5. Es ist wichtig, Fristen realistisch zu setzen, um Überlastung zu vermeiden. Aşırı yüklenmeyi önlemek için sürelerin gerçekçi belirlenmesi önemlidir. ⸻ Başka bir kelime veya ifade için açıklama ister misin?
52
In ein Vorhaben investieren
⸻ 1. Kelimenin Türkçe Anlamı: • Bir projeye yatırım yapmak • Bir girişime para veya kaynak yatırmak • Bir işe yatırım yapmak ⸻ 2. Almanca Anlamı: • In ein Vorhaben investieren bedeutet, Geld, Zeit oder andere Ressourcen in ein geplantes Projekt oder eine Unternehmung zu stecken, um dessen Erfolg zu fördern. • Es geht darum, in Zukunft einen Nutzen oder Gewinn aus einer Investition zu erwarten. ⸻ 3. İngilizce Anlamları: • To invest in a project • To invest in an undertaking • To put resources into a venture ⸻ 4. Benzer ve Zıt Anlamlıları: Benzer Ausdrücke: • Geld in ein Projekt stecken (bir projeye para koymak) • Ressourcen investieren (kaynak yatırmak) • Kapital anlegen (sermaye yatırmak) Zıt Ausdrücke: • Geld verschwenden (para israf etmek) • Keine Investition tätigen (yatırım yapmamak) • Rückzug aus einem Vorhaben (bir girişimden çekilmek) ⸻ 5. C1 Düzeyinde Almanca Beispiele und Türkische Bedeutungen: 1. Das Unternehmen investiert erhebliche Mittel in das neue Vorhaben, um den Markt zu erobern. Şirket, pazarı ele geçirmek için yeni projeye önemli miktarda kaynak yatırıyor. 2. Es ist sinnvoll, in innovative Vorhaben zu investieren, um langfristig wettbewerbsfähig zu bleiben. Uzun vadede rekabetçi kalmak için yenilikçi projelere yatırım yapmak mantıklıdır. 3. Viele Investoren sind bereit, in nachhaltige Vorhaben zu investieren. Birçok yatırımcı, sürdürülebilir projelere yatırım yapmaya hazırdır. 4. Die Risiken sollten vor dem Investieren in ein Vorhaben genau analysiert werden. Bir projeye yatırım yapmadan önce riskler dikkatlice analiz edilmelidir. 5. Um erfolgreich zu sein, muss man nicht nur Geld, sondern auch Zeit in ein Vorhaben investieren. Başarılı olmak için sadece para değil, aynı zamanda zaman da bir projeye yatırılmalıdır. ⸻ Başka ifadeler ya da kelimeler için yardımcı olayım mı?
53
Ins Bewusstsein kommen
Süper! Şimdi „ins Bewusstsein kommen“ ifadesini detaylıca inceleyelim. ⸻ ✅ ins Bewusstsein kommen 1. Türkçe Anlamı: • Bilince gelmek • Farkına varmak • Bilinç kazanmak • Akla gelmek ⸻ 2. Almanca Açıklama: • Diese Redewendung bedeutet, dass etwas bewusst wahrgenommen wird oder einem bewusst wird. • Wenn etwas „ins Bewusstsein kommt“, wird es einem klar oder bewusst. ⸻ 3. İngilizce Anlamı: • to come into consciousness • to become aware of • to be realized • to enter one’s awareness ⸻ 4. Benzer ve Zıt Anlamlılar: Benzer (Synonyme) Zıt (Antonyme) bewusst werden verdrängt werden (bastırılmak) realisieren ignorieren zur Kenntnis nehmen ausblenden sich bewusst machen nicht wahrnehmen ⸻ 5. C1 Düzeyinde Almanca Örnek Sätze: 1. Erst nach langer Diskussion kam das Problem wirklich ins Bewusstsein der Gesellschaft. Sorun, ancak uzun tartışmalar sonunda toplumun bilincine geldi. 2. Viele Umweltthemen sind in den letzten Jahren stärker ins Bewusstsein der Menschen gekommen. Birçok çevre konusu son yıllarda insanların bilincine daha fazla girdi. 3. Das Risiko der Digitalisierung muss endlich ins öffentliche Bewusstsein kommen. Dijitalleşmenin riski nihayet kamu bilincine girmeli. 4. Durch die Kampagne kam die Bedeutung von gesunder Ernährung bei vielen ins Bewusstsein. Kampanya sayesinde birçok kişinin sağlıklı beslenmenin önemi bilincine varıldı. 5. Manchmal muss ein Ereignis erst verarbeitet werden, bevor es ins Bewusstsein kommt. Bazen bir olay ancak işlendiğinde bilince gelir. ⸻ İstersen bu deyimle ilgili farklı bağlamlarda kullanımlar veya eşanlamlı deyim örnekleri de verebilirim. Yeni bir kelimeye geçelim mi? 😊
54
Eine Situation beschönigen
Tabii! Şimdi „eine Situation beschönigen“ ifadesini detaylıca inceleyelim. ⸻ ✅ eine Situation beschönigen 1. Türkçe Anlamı: • Bir durumu güzelleştirmek • Bir durumu olduğundan iyi göstermek • Bir durumu hafifletmek (olumsuzluklarını gizlemek) • Durumu yumuşatmak, süslemek ⸻ 2. Almanca Açıklama: • „beschönigen“ bedeutet, eine Situation oder einen Sachverhalt besser oder positiver darzustellen, als er tatsächlich ist. • Man versucht dabei oft, negative Aspekte zu verbergen oder zu verharmlosen. ⸻ 3. İngilizce Anlamı: • to sugarcoat a situation • to gloss over a situation • to sugarcoat the facts • to whitewash a situation • to make something look better than it is ⸻ 4. Benzer ve Zıt Anlamlılar: Benzer (Synonyme) Zıt (Antonyme) beschönigen verschlimmern verharmlosen die Wahrheit sagen schöndenken kritisieren verharmlosen die Realität darstellen ⸻ 5. C1 Düzeyinde Almanca Örnek Sätze: 1. Politiker neigen oft dazu, schwierige Situationen zu beschönigen, um Wähler zu beruhigen. Siyasetçiler çoğunlukla seçmenleri rahatlatmak için zor durumları olduğundan daha iyi gösterme eğilimindedir. 2. Man sollte eine Krise nicht beschönigen, sondern offen über die Probleme sprechen. Bir krizi güzelleştirmemek, sorunlar hakkında açıkça konuşmak gerekir. 3. Die Medien werden kritisiert, weil sie manchmal die Realität beschönigen. Medya bazen gerçeği güzelleştirdiği için eleştiriliyor. 4. Eltern versuchen oft, ihren Kindern Probleme zu beschönigen, um sie zu schützen. Ebeveynler çoğunlukla çocuklarını korumak için sorunları onlara daha hafif gösterir. 5. Es ist wichtig, ehrlich zu sein und Situationen nicht zu beschönigen. Dürüst olmak ve durumları güzelleştirmemek önemlidir. ⸻ Başka bir kelime veya ifade ister misin? Yardımcı olmaya devam edeyim! 😊
55
Eine Vorliebe haben für
⸻ ✅ eine Vorliebe haben für 1. Türkçe Anlamı: • Bir şeyi tercih etmek • Bir şeye düşkün olmak • Bir şeyi sevmek • Bir şeye karşı özel ilgi duymak ⸻ 2. Almanca Açıklama: • „eine Vorliebe haben für“ bedeutet, dass jemand besonders gern etwas mag oder bevorzugt. • Es beschreibt eine spezielle Neigung oder Präferenz für etwas. ⸻ 3. İngilizce Anlamı: • to have a preference for • to have a liking for • to be fond of • to have a penchant for • to favor ⸻ 4. Benzer ve Zıt Anlamlılar: Benzer (Synonyme) Zıt (Antonyme) mögen nicht mögen bevorzugen ablehnen schätzen missbilligen gefallen nicht gefallen ⸻ 5. C1 Düzeyinde Almanca Örnek Sätze: 1. Sie hat eine Vorliebe für italienisches Essen. İtalyan yemeklerine düşkünlüğü var. 2. Viele Kinder haben eine Vorliebe für Süßigkeiten. Birçok çocuğun şekerlemelere karşı özel bir ilgisi vardır. 3. Er hat eine Vorliebe für klassische Musik und besucht oft Konzerte. Klasik müziğe düşkün ve sık sık konserlere gider. 4. Unsere Kundschaft hat eine Vorliebe für umweltfreundliche Produkte. Müşterilerimiz çevre dostu ürünlere özel bir ilgi gösteriyor. 5. Sie entwickelt immer mehr eine Vorliebe für moderne Kunst. Modern sanata karşı gittikçe daha fazla bir düşkünlük geliştiriyor. ⸻ Başka ifadeler veya kelimeler öğrenmek ister misin? Yardımcı olmaya hazırım! 😊
56
Einen Termin wahrnehmen
⸻ ✅ einen Termin wahrnehmen ⸻ 🔹 Türkçesi: • Bir randevuya gitmek • Bir randevuyu yerine getirmek • Randevuyu değerlendirmek (katılmak) ⸻ 🔹 İngilizcesi: • to attend an appointment • to keep an appointment • to make use of an appointment ⸻ 🔹 Almanca Açıklama: „Einen Termin wahrnehmen“ bedeutet, zu einem vereinbarten Zeitpunkt bei einem Treffen, einer Sitzung oder einem Gespräch tatsächlich zu erscheinen oder teilzunehmen. Es ist ein gehobener und formeller Ausdruck für: zu einem Termin gehen. ⸻ 🔹 ✅ Örnek Cümleler (C1 düzeyinde): 1. Ich kann den Termin morgen leider nicht wahrnehmen, da ich krank bin. Yarınki randevuya maalesef katılamam çünkü hastayım. 2. Bitte bestätigen Sie, ob Sie den Termin am Montag wahrnehmen können. Lütfen Pazartesi günkü randevuya katılıp katılamayacağınızı teyit edin. 3. Er hat trotz voller Agenda alle wichtigen Termine wahrgenommen. Yoğun programına rağmen tüm önemli randevulara katıldı. 4. Die Mandantin konnte den Gerichtstermin nicht persönlich wahrnehmen. Müvekkil mahkeme randevusuna şahsen katılamadı. 5. Wenn Sie den Termin nicht wahrnehmen können, sagen Sie bitte rechtzeitig ab. Eğer randevuya katılamayacaksanız lütfen zamanında iptal edin. ⸻ 🔸 Ekstra Bilgi: • Bu ifade özellikle iş hayatı, sağlık randevuları, resmi görüşmeler gibi bağlamlarda kullanılır. • Alternatif olarak “zu einem Termin erscheinen” veya günlük dilde “einen Termin haben / wahrnehmen / absagen” gibi ifadeler de vardır. ⸻ İstersen bu ifadeyle ilgili diyalog örneği de oluşturabilirim. Yardım edeyim mi? 😊
57
🟨 Anteil nehmen
⸻ ✅ Türkçe Anlamı: (Birine/bir şeye) içtenlikle üzüntü veya ilgi duymak, duygusal olarak ortak olmak, acısını paylaşmak, empati kurmak Genellikle başkalarının acısına, üzüntüsüne, yaşadıklarına kalpten ilgi göstermek anlamında kullanılır. Duygusal bir katılımı ifade eder. ⸻ ✅ İngilizce Anlamları: • to sympathize • to empathize • to share someone’s grief • to take part emotionally • to feel for someone ⸻ 🟣 Almanca Eş Anlamlılar (Synonyme): • mitfühlen • Mitleid zeigen • Empathie empfinden • sich betroffen zeigen ⸻ 🔴 Zıt Anlamlılar (Antonyme): • Gleichgültigkeit zeigen (ilgisiz kalmak) • kein Mitgefühl haben (empati göstermemek) • kalt bleiben (soğuk kalmak) ⸻ 🟧 5 C1 Düzeyinde Örnek Cümleler 1. Wir nehmen tiefen Anteil am Verlust Ihrer Mutter und sprechen Ihnen unser aufrichtiges Beileid aus. ➤ Annenizin kaybından derin bir üzüntü duyuyoruz ve içten taziyelerimizi iletiyoruz. 2. Es ist nicht genug, nur zuzuhören – man sollte auch Anteil nehmen am Schicksal anderer. ➤ Sadece dinlemek yetmez – başkalarının kaderine de içtenlikle ilgi duymalıdır. 3. Bei Katastrophen zeigen viele Menschen spontan Anteil an dem Leid der Betroffenen. ➤ Felaketlerde birçok insan, etkilenenlerin acılarına kendiliğinden ortak olur. 4. Obwohl sie nicht viel sagte, nahm sie sichtlich Anteil am Schmerz ihrer Freundin. ➤ Çok konuşmasa da, arkadaşının acısına açıkça ortak oldu. 5. Anteil nehmen zu können ist ein Zeichen emotionaler Reife und Mitmenschlichkeit. ➤ Başkalarının duygularına ortak olabilmek, duygusal olgunluk ve insaniyet göstergesidir. ⸻ Dilersen bu deyimin resmi ve gündelik kullanımlardaki farklarını ya da örnek mektup cümleleriyle de destekleyebilirim. Devam edelim mi?
58
🟨 zur Anwendung kommen
⸻ 🟨 zur Anwendung kommen ⸻ ✅ Türkçe Anlamı: • Uygulanmak • Kullanılmak • Devreye girmek / hayata geçirilmek Genellikle yöntem, teknik, yasa, ilaç, teori veya araçların fiilen kullanılması veya uygulanması anlamında kullanılır. ⸻ ✅ İngilizce Anlamları: • to be applied • to be used • to come into use • to be put into practice • to be implemented ⸻ 🟣 Almanca Eş Anlamlılar (Synonyme): • verwendet werden • eingesetzt werden • umgesetzt werden • zur Geltung kommen (bağlama göre) • zur Ausführung kommen ⸻ 🔴 Zıt Anlamlılar (Antonyme): • ungenutzt bleiben (kullanılmadan kalmak) • nicht zur Anwendung kommen • außer Kraft bleiben (yürürlükte olmamak) ⸻ 🟧 5 C1 Düzeyinde Örnek Cümleler 1. Bei dieser Therapie kommt eine neue Methode zur Anwendung, die besonders wirksam gegen chronische Schmerzen ist. ➤ Bu tedavide, kronik ağrılara karşı özellikle etkili olan yeni bir yöntem uygulanmaktadır. 2. Die Regelungen kommen erst im nächsten Quartal zur Anwendung. ➤ Düzenlemeler ancak önümüzdeki çeyrekte yürürlüğe girecek. 3. In diesem Fall muss das internationale Recht zur Anwendung kommen. ➤ Bu durumda uluslararası hukuk uygulanmak zorundadır. 4. Die Technik, die hier zur Anwendung kommt, wurde speziell für die Raumfahrt entwickelt. ➤ Burada kullanılan teknoloji, uzay yolculuğu için özel olarak geliştirilmiştir. 5. Es ist wichtig, dass neue wissenschaftliche Erkenntnisse auch praktisch zur Anwendung kommen. ➤ Yeni bilimsel bulguların pratikte de uygulanması önemlidir. ⸻ İstersen bu deyimi içeren resmi yazı veya akademik cümle kalıpları da verebilirim. Yardımcı olayım mı?
59
zu der Auffassung gelangen
⸻ ✅ Türkçe: • Bir görüşe / kanaate varmak • Bir düşünceye ulaşmak • O şekilde düşünmeye başlamak ✅ İngilizce: • to come to the conclusion • to form the opinion • to arrive at the view that… ⸻ 🟣 Eş Anlamlı Almanca Deyimler: • zu der Überzeugung gelangen • zu der Ansicht kommen • meinen / denken / der Meinung sein ⸻ 🟧 5 C1 Düzeyinde Örnek Cümle + Türkçesi 1. Nach langer Analyse gelangte er zur Auffassung, dass das Projekt nicht umsetzbar sei. ➤ Uzun analizlerden sonra projenin uygulanamaz olduğu kanaatine vardı. 2. Die Experten gelangten zur Auffassung, dass strengere Maßnahmen notwendig seien. ➤ Uzmanlar daha sıkı önlemlerin gerekli olduğu sonucuna vardılar. 3. Ich bin zur Auffassung gelangt, dass Kommunikation der Schlüssel zum Erfolg ist. ➤ Başarının anahtarının iletişim olduğuna kanaat getirdim. 4. Man sollte nicht vorschnell zur Auffassung gelangen, dass alle Fakten bekannt sind. ➤ Tüm gerçeklerin bilindiği sonucuna aceleyle varılmamalıdır. 5. Im Laufe der Diskussion gelangten wir zur Auffassung, dass ein Kompromiss erforderlich ist. ➤ Tartışma boyunca bir uzlaşının gerekli olduğu görüşüne vardık. ⸻ İstersen bu deyimi bir sunum ya da akademik metin için nasıl etkili kullanabileceğini de gösterebilirim. Yardımcı olayım mı? 😊
60
in Aufregung versetzen
⸻ 🟨 in Aufregung versetzen ⸻ ✅ Türkçe Anlamı: • Birini heyecanlandırmak, gerilime sokmak, endişeye sürüklemek, telaşlandırmak ⸻ ✅ İngilizce Anlamları: • to agitate someone • to upset someone • to excite / alarm / unsettle someone ⸻ 📌 Yapı: Bu deyim genellikle „jemanden in Aufregung versetzen“ şeklinde kullanılır. 🔹 „jemanden“ = birini 🔹 „in Aufregung versetzen“ = heyecanlandırmak / telaşlandırmak ⸻ 🟦 Yakın Anlamlı Almanca Kalıplar: • jemanden nervös machen • jemanden beunruhigen • jemanden aus der Ruhe bringen • jemanden aufregen ⸻ 🟧 C1 Seviyesinde 5 Örnek Cümle + Türkçesi 1. Die plötzliche Nachricht versetzte die ganze Belegschaft in Aufregung. ➤ Ani haber tüm personeli büyük bir telaşa sürükledi. 2. Sein unerwartetes Auftauchen versetzte sie in große Aufregung. ➤ Onun beklenmedik şekilde ortaya çıkması onu büyük bir heyecana soktu. 3. Die Medienberichte über die Krise versetzten die Bevölkerung in Aufregung. ➤ Krizle ilgili medya haberleri halkı endişeye sevk etti. 4. Mit seiner Ankündigung versetzte er das gesamte Publikum in Aufregung. ➤ Yaptığı duyuruyla tüm seyirciyi heyecanlandırdı. 5. Die Aussicht auf eine Gehaltserhöhung versetzte viele Mitarbeiter in freudige Aufregung. ➤ Maaş zammı beklentisi birçok çalışanı sevinçli bir heyecana soktu. ⸻ İstersen bu deyimi olumlu ya da olumsuz duygularla nasıl kullanabileceğini de açıklayabilirim. Ayrıca “Aufregung” kelimesinin tek başına anlamı ve benzer deyimleriyle ilgili geniş çalışma da yapabiliriz. Yardım edeyim mi? 😊
61
🟨 in Betracht kommen
⸻ ⸻ ✅ Türkçe Anlamı: • Dikkate alınmak • Göz önünde bulundurulmak • Uygun/bir seçenek olarak değerlendirilmek ⸻ ✅ İngilizce Anlamları: • to be considered • to come into consideration • to be taken into account ⸻ 📌 Yapısı: Bu deyim genellikle konu edilen bir alternatifin veya ihtimalin değerlendirilebileceğini belirtmek için kullanılır. 🔹 „Nur erfahrene Kandidaten kommen für diese Stelle in Betracht.“ (Yalnızca deneyimli adaylar bu pozisyon için dikkate alınır.) ⸻ 🟦 Almanca Eş Anlamlı Kalıplar: • berücksichtigt werden • eine Option darstellen • eine Möglichkeit sein • denkbar sein ⸻ 🟧 C1 Seviyesinde 5 Örnek Cümle + Türkçesi 1. Für die Besetzung der Stelle kommen nur interne Bewerber in Betracht. ➤ Pozisyonun doldurulması için yalnızca kurum içi adaylar göz önünde bulunduruluyor. 2. Bei der Planung müssen auch ökologische Aspekte in Betracht kommen. ➤ Planlama sırasında çevresel faktörler de dikkate alınmalıdır. 3. Als Lösung für das Problem kommt nur eine radikale Reform in Betracht. ➤ Sorunun çözümü olarak yalnızca köklü bir reform düşünülebilir. 4. Die Kandidatin kommt wegen mangelnder Erfahrung nicht in Betracht. ➤ Aday, yetersiz deneyim nedeniyle dikkate alınmıyor. 5. Für das Projekt kommen mehrere Standorte in Betracht, darunter auch Berlin. ➤ Proje için birkaç yer düşünülebilir; bunlar arasında Berlin de var. ⸻ ✅ Bonus: Karıştırılan bir deyim • „etwas in Betracht ziehen“ = bir şeyi dikkate almak (aktif kullanım → „Ben bir şeyi dikkate alıyorum“) ↔ „in Betracht kommen“ = dikkate alınmak (pasif kullanım) ⸻ İstersen bu deyimi resmi mektuplarda ya da sunumlarda nasıl kullanacağını da gösterebilirim. Yardım edeyim mi? 😊
62
🟨 in Betracht ziehen
⸻ ⸻ ✅ Türkçe Anlamı: • Dikkate almak • Göz önünde bulundurmak • Değerlendirmek ⸻ ✅ İngilizce Anlamları: • to consider • to take into consideration • to take into account • to contemplate ⸻ 📌 Yapısı: Bu deyim genellikle aktif bir özneyle kullanılır. 🔹 „Ich ziehe etwas in Betracht.“ ➤ „Bir şeyi dikkate alıyorum.“ ⸻ 🟦 Almanca Eş Anlamlı Kalıplar: • in Erwägung ziehen • berücksichtigen • über etwas nachdenken • etwas erwägen ⸻ 🟧 C1 Seviyesinde 5 Örnek Cümle + Türkçesi 1. Wir ziehen in Betracht, eine neue Filiale in München zu eröffnen. ➤ Münih’te yeni bir şube açmayı göz önünde bulunduruyoruz. 2. Bei der Entscheidungsfindung sollte man auch soziale Faktoren in Betracht ziehen. ➤ Karar alma sürecinde sosyal faktörler de dikkate alınmalıdır. 3. Der Arzt zog eine alternative Behandlungsmethode in Betracht. ➤ Doktor alternatif bir tedavi yöntemini değerlendirdi. 4. Man muss in Betracht ziehen, dass nicht alle Beteiligten zustimmen werden. ➤ Tüm tarafların kabul etmeyeceğini göz önünde bulundurmak gerekir. 5. Die Regierung zog neue Maßnahmen zur Energieeinsparung in Betracht. ➤ Hükümet enerji tasarrufu için yeni önlemleri değerlendirdi. ⸻ 🔄 Karşılaştırma: Deyim Yapı Türkçesi in Betracht ziehen aktif (özne + bir şeyi) dikkate almak in Betracht kommen pasif (bir şey) dikkate alınmak ⸻ İstersen bu deyimleri bir sunum cümlesinde veya akademik makalede nasıl kullanacağını da gösterebilirim. Yardım edeyim mi? 😊
63
🟨 Bezug nehmen auf + Akkusativ
⸻ ✅ Türkçe Anlamı: • …e atıfta bulunmak / gönderme yapmak • …ile ilgili olarak konuşmak / yazmak • …konusuna değinmek ⸻ ✅ İngilizce Anlamları: • to refer to • to make reference to • to allude to • to address (a topic) ⸻ 📌 Kullanımı: Bu deyim resmi yazışmalarda, akademik metinlerde ve sunum dilinde çok sık kullanılır. Yapısı şöyledir: Ich nehme Bezug auf … ➤ „…konusuna değiniyorum / …ile ilgili konuşuyorum.“ ⸻ 🟦 Almanca Eş Anlamlı Kalıplar: • sich beziehen auf (+ Akk.) • verweisen auf • erwähnen • ansprechen ⸻ 🟧 C1 Seviyesinde 5 Örnek Cümle + Türkçesi 1. Ich nehme Bezug auf Ihre E-Mail vom 3. Mai und möchte Folgendes klarstellen. ➤ 3 Mayıs tarihli e-postanıza atıfta bulunarak aşağıdakileri açıklamak istiyorum. 2. In seiner Rede nahm der Minister Bezug auf die jüngsten Ereignisse im Ausland. ➤ Bakan konuşmasında yurtdışındaki son olaylara değindi. 3. Der Autor nimmt mehrfach Bezug auf historische Ereignisse. ➤ Yazar sık sık tarihî olaylara gönderme yapıyor. 4. In der Diskussion wurde Bezug auf frühere Entscheidungen genommen. ➤ Tartışma sırasında önceki kararlara atıfta bulunuldu. 5. Wir möchten in unserem Schreiben Bezug auf Ihr Angebot nehmen. ➤ Yazımızda teklifinize değinmek istiyoruz. ⸻ 🧠 Not: ✔️ Bu deyim genellikle resmi ve yazılı dildir. ✔️ Cümlede mutlaka „auf + Akkusativ“ nesnesiyle kullanılır. ✔️ Pasif kullanımı da yaygındır: „Es wurde Bezug genommen auf …“ = „… hakkında atıfta bulunuldu.“ ⸻ İstersen bu kalıbı kullanarak bir e-posta örneği veya sunum açılış cümlesi de yazabilirim. Yardım edeyim mi? 😊
64
🟨 zur Diskussion stehen
⸻ ⸻ ✅ Türkçe Anlamı: • Tartışılmakta olmak • Gündemde olmak • Tartışma konusu olmak • Görüşülmekte olmak ⸻ ✅ İngilizce Anlamları: • to be up for discussion • to be under discussion • to be on the table • to be a subject of debate ⸻ 📌 Yapısı: Bu ifade genellikle pasif ve resmi bir kalıptır. Etwas steht zur Diskussion. ➤ Bir şey tartışılmakta. ⸻ 🟦 Almanca Eş Anlamlı Kalıplar: • diskutiert werden • zur Debatte stehen • zur Sprache kommen • Thema sein ⸻ 🟧 C1 Seviyesinde 5 Örnek Cümle + Türkçesi 1. Der Vorschlag, die Arbeitszeiten zu verlängern, steht derzeit zur Diskussion. ➤ Çalışma saatlerinin uzatılması teklifi şu anda tartışılmakta. 2. Mehrere Maßnahmen zur Energieeinsparung stehen in der Sitzung zur Diskussion. ➤ Toplantıda enerji tasarrufu için çeşitli önlemler tartışılıyor. 3. Ob die Steuern erhöht werden sollen, steht zur Diskussion. ➤ Vergilerin artırılıp artırılmayacağı tartışma konusu. 4. Das Thema Klimaschutz steht ganz oben zur Diskussion. ➤ İklim koruma konusu en üst sırada tartışılıyor. 5. Zurzeit stehen verschiedene Lösungsansätze zur Diskussion. ➤ Şu anda çeşitli çözüm yaklaşımları gündemde. ⸻ 📎 Not: ✔️ Pasif bir yapı olduğu için, „zur Diskussion stehen“ cümlede tartışılan nesneye odaklanır. ✔️ Aktif alternatifi: „etwas diskutieren“ ✔️ Resmî sunumlar, raporlar ve akademik metinlerde çok yaygındır. ⸻ İstersen bu ifadeyi içeren bir sunum giriş cümlesi ya da akademik paragraf da yazabilirim. Yardım edeyim mi? 😊
65
🟨 in Aufregung geraten
⸻ ✅ Türkçe Anlamı: • Telaşa kapılmak • Heyecana kapılmak • Panik yapmak • Gerginleşmek / Huzursuz olmak ⸻ ✅ İngilizce Anlamları: • to get agitated • to become excited (in a nervous way) • to become flustered • to get worked up ⸻ 🧠 Kalıp Bilgisi: Bu ifade, “passiv + reflexiv” gibi işler ama aslında aktif değil, durum bildirir. jemand gerät in Aufregung ➤ Birisi heyecanlanır / telaşlanır. ⸻ 🟦 Almanca Eş ve Zıt Anlamlılar: Eş Anlamlılar: • nervös werden • sich aufregen • in Hektik verfallen • in Panik geraten Zıt Anlamlılar: • ruhig bleiben • gelassen bleiben • sich beruhigen ⸻ 🟧 C1 Düzeyinde 5 Örnek Cümle + Türkçe Anlamları: 1. Als sie von der plötzlichen Änderung hörte, geriet sie sofort in Aufregung. ➤ Ani değişikliği duyunca hemen telaşa kapıldı. 2. Die Bevölkerung geriet angesichts der Explosion in große Aufregung. ➤ Patlama karşısında halk büyük bir paniğe kapıldı. 3. Wir sollten nicht gleich in Aufregung geraten, bevor wir alle Fakten kennen. ➤ Tüm gerçekleri bilmeden hemen heyecan yapmamalıyız. 4. Er geriet wegen einer Kleinigkeit in Aufregung, was völlig übertrieben war. ➤ Ufak bir şey yüzünden heyecan yaptı, bu tamamen abartılıydı. 5. In stressigen Situationen gerät sie oft schnell in Aufregung. ➤ Stresli durumlarda sıkça hızla telaşlanır. ⸻ 🎯 Kullanım Alanı: ✔️ Duygusal durumları, özellikle ani duygusal dalgalanmaları tarif etmek için kullanılır. ✔️ Yazılı ve sözlü dilde yaygındır. ✔️ Genelde negatif heyecan ifade eder. ⸻ Hazırsan bu deyimi içeren bir kısa hikâye ya da diyalog da yazabilirim. Yardımcı olayım mı? 😊
66
💡 Ausdruck: „einem Klischee entsprechen
“ ⸻ 📚 Bedeutung (Deutsch): Wenn jemand oder etwas einem Klischee entspricht, bedeutet das, dass er/sie/es genau den Erwartungen, Vorurteilen oder stereotypen Vorstellungen entspricht, die man über eine bestimmte Gruppe oder Sache hat. ⸻ 🇹🇷 Türkçe Anlamı: Bir klişeye uymak / bir kalıba oturmak demektir. Yani, bir kişinin ya da şeyin, o konuda yaygın olan ön yargılara, genel yargılara veya stereotiplere uygun davranması ya da görünmesidir. ⸻ 📌 Beispiel (Deutsch): 🗨️ „Er entspricht total dem Klischee eines französischen Künstlers – Baskenmütze, Weinflasche und ewige Existenzkrise.“ ➡️ Türkçesi: „O, tam anlamıyla Fransız sanatçı klişesine uyuyor – bere takıyor, şarap içiyor ve sürekli varoluşsal kriz yaşıyor.“ ⸻ 🗣️ Weitere Beispiele: 1. „Diese Werbung entspricht leider dem Klischee, dass Frauen nicht einparken können.“ → Maalesef bu reklam, kadınların park edemediği klişesine uyuyor. 2. „Nicht jeder Teenager entspricht dem Klischee eines faulen Schülers.“ → Her genç öğrenci tembel öğrenci klişesine uymaz. 3. „Er wollte nicht dem Klischee des typischen Büroangestellten entsprechen.“ → Tipik ofis çalışanı klişesine uymak istemiyordu. ⸻ İstersen bu ifadeyi içeren kısa bir diyalog ya da karikatür tarzı örnek de hazırlayabilirim. Devam edelim mi? 😊
67
💡 Ausdruck: „sich auf seltenem Gebiet hervortun“ (vollständig)
💡 Ausdruck: „sich auf seltenem Gebiet hervortun“ (vollständig) 👉 Du meintest vermutlich: „Sich auf seltenem Gebiet hervortun“ oder „Sich auf einem seltenen Gebiet hervortun“ ⸻ 📚 Bedeutung (Deutsch): Wenn man sich auf (einem) seltenen Gebiet hervortut, bedeutet das, dass man in einem ungewöhnlichen oder wenig verbreiteten Fachbereich oder Thema besonders auffällt, glänzt oder durch besondere Leistungen auffällt. ⸻ 🇹🇷 Türkçe Anlamı: Ender/az rastlanan bir alanda öne çıkmak, sivrilmek, kendini göstermek anlamına gelir. ⸻ 📌 Beispiel (Deutsch): 🗨️ „Sie hat sich auf dem seltenen Gebiet der Pilzforschung hervorgetan.“ ➡️ Nadir görülen bir alan olan mantar araştırmalarında öne çıktı. ⸻ 🗣️ Weitere Beispiele: 1. „Er tut sich auf einem ungewöhnlichen Gebiet wie Insekten-Kochkunst hervor.“ → Böcek mutfağı gibi sıradışı bir alanda kendini gösteriyor. 2. „Nur wenige wagen es, sich auf seltenen Gebieten wie Altägyptologie hervorzutun.“ → Çok az kişi eski Mısırbilim gibi nadir alanlarda sivrilmeye cesaret eder. ⸻ Dilersen bu kalıbı içeren mini bir diyalog veya hikâye de yazabilirim. İster misin? 😊
68
✅ eine Ausrede suchen / finden
⸻ 🇩🇪 Bedeutung auf Deutsch: Einen (meist erfundenen oder vorgeschobenen) Grund nennen, um sich zu entschuldigen oder um etwas nicht tun zu müssen. ⸻ 🇹🇷 Türkçe Anlamı: Bahane aramak / bulmak, genellikle bir şeyi yapmamak için uydurulan gerekçe. ⸻ 🗣️ Beispielsätze – Örnek Cümleler: 1. Er hat wieder eine Ausrede gefunden, um nicht zur Schule zu gehen. → Okula gitmemek için yine bir bahane buldu. 2. Du brauchst gar nicht erst eine Ausrede zu suchen – ich weiß, dass du keine Lust hattest! → Hiç bahane aramana gerek yok – canın istemediğini biliyorum! 3. Sie erfand eine Ausrede, um dem Treffen zu entkommen. → Buluşmadan kaçmak için bir bahane uydurdu. ⸻ İstersen bu kalıbı daha farklı Redemittel’lerle de birleştirebilirim.
69
✅ „Vorkehrungen treffen“
⸻ 📚 Bedeutung auf Deutsch: Maßnahmen ergreifen, um sich vorzubereiten oder sich zu schützen – z. B. gegen mögliche Gefahren, Probleme oder unerwartete Situationen. → = önlem almak, tedbir almak ⸻ 🇹🇷 Türkçe Anlamı: Vorkehrungen treffen = önlem almak / tedbir almak ⸻ 🗣️ Beispielsätze – Örnek Cümleler: 1. Wir müssen rechtzeitig Vorkehrungen treffen, falls es zu einem Stromausfall kommt. → Olası bir elektrik kesintisi durumuna karşı zamanında önlem almalıyız. 2. Die Regierung hat Vorkehrungen gegen Überschwemmungen getroffen. → Hükûmet sel baskınlarına karşı önlemler aldı. 3. Bevor wir verreisen, sollten wir einige Vorkehrungen treffen. → Seyahate çıkmadan önce bazı tedbirler almalıyız. ⸻ İstersen bu deyimi bir diyalog ya da kısa bir paragrafta da kullanabilirim. Yardımcı olayım mı? 😊